Zemin kaygan, düşmek an meselesi. Günahlar, halkalarının sayısı yüzlere, binlere varan zincirler yapmakta usta. Bu zincirleri boyunlara takmaktaki marifetlerine gelince, anlatmaya ne hacet?! Peki ama biz bu kaygan zeminin üzerinde nasıl duruyoruz? Neresindeyiz bu zeminin? Üstünde mi? Altında mı? Kaymadan yürüyebileceği ayakkabıları, sendelediği zamanlarda tutunacak demirden gereçleri olanlardan mıyız? Yoksa boynunu halkaya doğru uzatıp zincirin takılmasını bekleyenlerden mi? Ya da bu zincir de neyin nesi diye yaptığının farkında olmayanlardan mı?
Günahların etrafımızı bu denli sardığı zamanda biz hangi kısımda yer alıyoruz acaba? Malzemesi havftan, recadan, tahkiki imandan oluşan ayakkabıya sahip olup kaymadan yürüyenlerden mi, yoksa hayat bavuluna nefsi, şeytanı, zevki, sefayı yerleştirip zincirle yere düşenlerden mi?
Öyle çok körelttik ki duygularımızı, öyle çok alıştırdık ki kalbi günaha, zincirini boynumuza taktığında fark edemedik geldiğini günahın. Sadece gelmedi, misafir olmadı bize. Yerleşti kalbimizin beyaz hanesine. Kalbimizin güneşi en uygun vakitlerde aldığı, manzarası en güzel odasına yerleşti. Hiç sormadı hem de, izin almadı girebilir miyim diye! Gerek mi vardı sanki?! İçeri buyur eden, günahı ev sahibi hissettiren biz değil miydik?!
İlk buyur edişimiz safiyaneydi… Küçüktü bize göre, olmazdı hiçbir şey. Ufacık bir GÜNAH(!) Günah da farkındaydı aslında onu tam tanımadığımızın. Gerçek yüzünü göstermemekti niyeti. Parçalara böldü kendisini: “Çok küçük günah”, “Küçük bir günah”, “diğerine göre büyük ama çok etkisi olmayan günah”… diye diye .
Tek bir günahla elbet hiçbir kul zincirlenemezdi. Tövbeler var. Bize lutf edilmiş en değerli hediyelerden tövbeler. Düşmüş, sürçmüş ancak O’ndan başkasına secde etmemiş kalplerin intibahına vesile tövbeler… Günahta ısrar etmedikçe, nasuh tövbeler oldukça her zaman işe yarayacak tövbeler… Bütün bunlar bir köşede ümitli ümitli gülümserken, şu nokta da unutulmamalı; küçük de olsa günahın hanemize girmesine izin verilmemeli, manzarası en güzel odamızın manzarasını bozmasına göz yumulmamalı!
Günahlar kendilerini bir kere ev sahibi hissetmeyegörsünler, bir daha çıkarabilmek onları beyaz hanemizden ne mümkün! Karartmaktır niyetleri. Her bir günahla biraz daha, biraz daha diye diye kalbimizi kapkara kılmaktır.
Küfür dediğimiz şey büyüktür hem de çoook büyük!; günahlar ise küçük çok küçük(!) Günahlara giden yollar çoktur, kolaydır o yolları bulmak. Günahları çoğaltıp küfür raddesine getirmek mi? Küçüktür! Basittir! O halde çıkan sonuç şudur: Günahın küçüğü büyüğü yoktur. Kalbi karartanı , küfre götüreni vardır! Küçük günahlar karşısında tövbeler vardır, büyümesine engel olmalar, set çekmeler…Ümidimiz ve duamız mı nedir?: Günah mümin kulun hayatında yoktur!
*“Her bir günah içinde küfre giden bir yol vardır.”