İnsan günahıyla muhatap olmak istemez. Özellikle bu günah utandırıcı ise fellik fellik kaçar…
Hele toplum huzurunda o utandırıcı günahıyla karşılaşmaktansa ölmeyi tercih eder.
“O an yer yarılsaydı içine girseydim” atasözü bu meseleyi çok çarpıcı bir şekilde ifade ediyor.
Amme suresinin son ayetinde mahşer günü günahıyla muhatap olanlardan bir kısmı için “keşke toprak olsaydık” diyeceklerini Rabbimiz haber veriyor.
Toprak olmak isteyecek kadar utandırıcı günah ne olabilir? Geçici dünya hayatını feda etmek bir cihette kolay gibi görünse de demek ki, öyle günahlar var ki, ebedi hayatını da feda ettirecek kadar utandırıcıdır.
Önemli olan böyle bir günahı işlememektir. O günaha muhatap olunduğunda bir adım geri atıp “ben Allah’tan korkarım, ben haya ederim” diyebilmektir.
Rivayetlerde vardır ki, bir bedevi adam Peygamber Efendimize gelerek “ben falan günahı işlemek istiyorum” diyor. Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed (asv) hiçbir yorum yapmadan sadece şöyle cevap veriyor, “utanmadıktan sonra ne yaparsan yap.”
İnsan utandıracak bir günahı işlememelidir. Şayet duygularına mağlup olmuş işlemişse onun gereğini yapmalı ilk fırsatta tövbe istiğfar ederek silinmesine çalışmalıdır.
Hiçbir şey olmamış gibi yoluna devam ederse işte bir gün hiç istemediği bir anda karşına çıkar ve ona “keşke toprak olsaydım” demesine neden olur.
Cenab-ı Allah Adil-i mutlaktır. Hiç kimseyi yapmadığı bir günahından dolayı cezalandırmaz. İster dünyada olsun ister ahrette, insan sadece kendi günahlarının cezasını çekmektedir. Başımıza gelen musibetler kendi hata ve kusurlarımızdandır.
Allah’ın verdiği musibetler sayesinde, bazen yıllar önce yaptığımız günahın cezasını çekeriz. Bazen de daha büyük günahlara girmemek için Rabbimizin şefkatine mazhar oluruz, basit bir hadise ile hem o günahtan uzaklaştırılmış oluruz hem de o günahın vebalinden kurtulmuş oluruz.
Peygamber Efendimiz (asv) bir hadis-i şeriflerinde şöyle buyuruyor; “Her dinin kendine has güzel bir ahlakı vardır, İslam dininin güzel ahlakı hayadır.”
Yine bir başka hadislerinde “haya imandandır” buyuruyorlar. Ar etmek, haya etmek, günahlardan hicap duymak ancak kamil imana sahip olanlar için geçerli bir akçedir.
Sn. Baykal, ifade edildiği gibi bir günahı işlemiş veya işlememiş bu bizim işimiz değil, insanların günahını sayıp dökmek de bize yakışmaz, hem dinimiz de zaten bu kabil zanna dayalı şeyleri konuşmayı menetmiştir. Hele böyle bir günah için diğerlerine göre iki kat dikkatli olmamızı söylemiştir.
Her suç ve günah için iki şahidi yeterli bulan dinimiz, zina günahı için dört şahit getirmeyi mecburi kılmıştır. Bunun en önemli nedeni bu konunun gayet hassas olduğunu vurgulamaktır.
O nedenle bu konuda söz söylemek bize hatta hiçbir Müslümana yakışmaz.
Bütün bu iyi niyet ifadeleri yanında saklanması imkânsız bir durum söz konusudur. O da, “bazı olayların şüyuu vukuundan beterdir” kaidesince bu olayda da böyle bir durum vardır. Yayılan dedikodular ve söylenen sözler olayın yaşanmasından daha fazla yara açmıştır.
Baykal bunu hak etmiş miydi? Onu ben şahsen bilemiyorum. Sadece bildiğim bir şey var o da; “İnsan ne ekerse onu biçer kaidesince” açık seçikliği savunmak, örtülülerin hakkını savunmada soğuk davranmak ve onları kendi kaderleri ile baş başa bırakmak bir Ana Muhalefet Parti liderinin işi olmamalıdır. “Mazlumun ahı arşa kadar gider” diye de bir deyim vardır.
O insanların ahı çıkmıştır demiyorum. Demek istediğim şudur; Sn. Baykal gibilerin, özellikle yetkili mevkide olan insanların bazı şeyleri savunurken gayet dikkatli olmalarıdır. Onların günahı bazen kul hakkını da içeriyor. Dinin bir meselesini ben savunmaz isem bana bir günah yazılır. Ama yetkili birinin savunmaması ona o işten zarar görenlerin sayısınca günahın yazılmasına neden olabilir. O nedenle dikkatli olunmalıdır.
Allah’ın işini biz bilemeyiz. Kader hükmünü icra etmişse mutlaka bir nedeni vardır.