Her konuda en güzel örnekleri ve uygulamaları, Kur’an-ı Kerimde ve Peygamber efendimiz aleyhissalâtü vesselâmın sünnetinde görmekteyiz.
Bilindiği gibi insan, Allah’a ve peygambere iman ettikten sonra, iman dairesine girmiş oluyor. Artık bu kişilerden beklenen, hayatını İslam Dininin emir ve yasaklarına göre şekillendirmesidir. Fakat dünya bir imtihan yeri olduğundan, insan bazen iradesine hâkim olamayıp, nefis ve şeytana yenik düşebiliyor. Bu sebeple günaha düşülmemesi için en kuvvetli uyarıcılar olan Kur’an’ı ve Peygamber Efenedimiz aleyhissalâtü vesselâmın sünnetini kendine rehber edinmesi gerekiyor. Ve daha sonra Kur'ân-ı Kerimden ve Peygamberimizden (asm) aldıkları ders, eğitim ilhamla yazılan zatların eserlerinden faydalanmak gerekir.
Günümüzün problemlerine çözüm getiren bu seçkin zatlardan biri olan Bediüzzaman Hazretleri, yazdığı Risale-i Nur tefsirinde günahın insan üzerinde bıraktığı etkileri psikolojik ve somut örneklerle engel olmanın yollarını göstermektedir:
Mesela; ‘El Hüccetü Zehra’ isimli eserinde çoklar tarafından; “Bu kadar muarızlara karşı ve muannid feylesoflara ve ehl-i dalâlete mukàbil Risale-i Nur’un mağlûp olmayışının sebebi nedir sorusuna verdiği cevapta:
”Kur'ân-ı Hakîmin sırr-ı i'câzıyla hakikî bir tefsiri olan Risale-i Nur, bu dünyada bir mânevî cehennemi dalâlette gösterdiği gibi, imanda dahi bu dünyada mânevî bir cennet bulunduğunu ispat ediyor. Ve günahların ve fenalıkların ve haram lezzetlerin içinde mânevî elîm elemleri gösterip hasenat ve güzel hasletlerde ve hakaik-i Şeriatın amelinde cennet lezaizi gibi mânevî lezzetler bulunduğunu ispat ediyor. Sefahet ehlini ve dalâlete düşenleri o cihetle, aklı başında olanlarını kurtarıyor.” diyerek imanda manevi bir cennetin, imansızlıkta ise manevi bir cehennemin olduğunu ifade ettikten sonra konuyu biraz daha açarak şöyle detaylandırır:
“Âkibeti görmeyen, bir dirhem hazır lezzeti ileride bir batman lezzetlere tercih eden hissiyat-ı insaniye akıl ve fikre galebe ettiğinden, ehl-i sefaheti sefahetten kurtarmanın çare-i yegânesi, aynı lezzetinde elemi gösterip hissini mağlûp etmektir. Ve "Onlar dünya hayatını seve seve âhirete tercih ederler."[1] âyetinin işaretiyle, bu zamanda âhiretin elmas gibi nimetlerini, lezzetlerini bildiği halde, dünyevî kırılacak şişe parçalarını onlara tercih etmek, ehl-i iman iken ehl-i dalâlete o hubb-u dünya ve o sır için tâbi olmak tehlikesinden kurtarmanın çare-i yegânesi, dünyada dahi cehennem azabı gibi elemleri göstermekle olur ki, Risale-i Nur o meslekten (yoldan) gidiyor. Yoksa bu zamandaki küfr-ü mutlakın ve fenden gelen dalâletin ve sefahetteki tiryakiliğin inadı karşısında, Cenâb-ı Hakkı tanıttırdıktan sonra ve Cehennemin vücudunu ispat ile ve onun azabıyla insanları fenalıktan, seyyiattan vazgeçirmek yoluyla ondan, belki de yirmiden birisi ders alabilir. Ders aldıktan sonra da, "Cenâb-ı Hak Gafûrü'r-Rahîmdir, hem Cehennem pek uzaktır" der, yine sefahetine devam edebilir. Kalbi, ruhu hissiyatına mağlûp olur.
İşte, Risale-i Nur ekser muvazeneleriyle küfür ve dalâletin dünyadaki elîm ve ürkütücü neticelerini göstermekle, en muannid ve nefisperest insanları dahi o menhus, gayr-ı meşru lezzetlerden ve sefahetlerden bir nefret verip, aklı başında olanları tevbeye sevkediyor”[2] diyerek günahtan ve haramdan uzaklaştırmanın yollarını gösteriyor.
Yine benzer bir yaklaşımla, Meyve Risalesinin Üçüncü Meselesinde: “Bir zaman, Eskişehir Hapishanesinin penceresinde, bir Cumhuriyet Bayramında oturmuştum. Karşısındaki lise mektebinin büyük kızları, onun avlusunda gülerek raks ediyorlardı (oynuyorlardı). Birden, mânevî bir sinema ile elli sene sonraki vaziyetleri bana göründü. Ve gördüm ki, o elli altmış kızlardan ve talebelerden kırk ellisi, kabirde toprak oluyorlar, azap çekiyorlar. Ve on tanesi, yetmiş seksen yaşında çirkinleşmiş, gençliğinde iffetini muhafaza etmediğinden sevmek beklediği nazarlardan nefret görüyorlar kat'î müşahede ettim. Onların o acınacak hallerine ağladım. Hapishanedeki bir kısım arkadaşlar ağladığımı işittiler. Geldiler, sordular. Ben dedim: "Şimdi beni kendi halime bırakınız, gidiniz." dedikten sonra;
Evet, gördüğüm hakikattir, hayal değil. Nasıl ki bu yaz ve güzün âhiri kıştır; öyle de, gençlik yazı ve ihtiyarlık güzünün arkası kabir ve berzah kışıdır. Geçmiş zamanın elli sene evvelki hâdisatı sinema ile hal-i hazırda gösterildiği gibi, gelecek zamanın elli sene sonraki istikbal hâdisatını gösteren bir sinema bulunsa, ehl-i dalâlet ve sefahetin elli altmış sene sonraki vaziyetleri onlara gösterilseydi, şimdiki güldüklerine ve gayr-ı meşru keyiflerine nefretler ve teellümlerle ağlayacaklardı.”[3] ifadeleriyle günahın içindeki elim elemi göstererek haramdan uzaklaştırmaya çalışıyor.
Yine gençleri helal olmayan eğlencelerden alı koymak için şöyle seslenir:
“Gençlik hiç şüphe yok ki gidecek. “Sefahette gitmişse (yani helal olmayan gayr-ı meşru eğlencelerle geçmişse), hem dünyada, hem âhirette binler belâ ve elemler netice verdiğini ve öyle gençler ekseriyetle suiistimal ile israfat ile gelen evhamlı (korkutucu ve ürkütücü) hastalıkla hastahanelere ve taşkınlıklarıyla hapishanelere veya sefalethanelere ve mânevî elemlerden gelen sıkıntılarla meyhanelere düşeceklerini anlamak isterseniz, hastanelerden ve hapishanelerden ve kabristanlardan sorunuz. Elbette hastahanelerin ekseriyetle lisan-ı hâlinden, gençlik saikasıyla israfat ve suiistimalden gelen hastalıktan eninler, eyvahlar işittiğiniz gibi, hapishanelerden dahi, ekseriyetle gençliğin taşkınlık saikasıyla gayr-ı meşru dairedeki harekâtın tokatlarını yiyen bedbaht (mutsuz) gençlerin teessüflerini işiteceksiniz. Ve kabristanda ve mütemadiyen oraya girenler için kapıları açılıp kapanan o âlem-i berzahta, ehl-i keşfü'l-kuburun müşahedâtıyla ve bütün ehl-i hakikatin tasdikiyle ve şehadetiyle, ekser azaplar, gençlik suiistimalâtının (gençliği kötüye kullanmanın) neticesi olduğunu bileceksiniz.” dedikten sonra gençliğini helal dairede geçirmemiş ve halen yaşamakta olan yaşlı, hasta ve musibete düşmüş olanlara sorular sordurarak konuya şöyle bir açıklık getirir:
“Hem insanların ekseriyetini teşkil eden ihtiyarlardan ve hastalardan sorunuz. Elbette, ekseriyet-i mutlaka ile esefler, hasretlerle "Eyvah, gençliğimizi bâd-ı hava, belki zararlı zayi ettik. Sakın bizim gibi yapmayınız" diyecekler. Çünkü beş on senelik gençliğin gayr-ı meşru (helal olmayan) zevki için, dünyada çok seneler gam ve keder ve berzahta (kabirde) azap ve zarar ve âhirette Cehennem ve sakar (cehennem ateşi) belâsını çeker.” diyerek günahta elim bir elemin olduğunu hatırlatır.[4]
Sonuç olarak:
Bediüzzaman hazretlerinin Kur’an eczanesinden aldığı manevi bir reçete olan şu sözleriyle bitirmek istiyorum: “İşte, ey hayat-ı dünyeviyenin zevkine müptelâ biçareler! Dünyanın lezzetini, zevkini, saadetini, rahatını isterseniz, meşru (helal) dairedeki keyfe iktifa ediniz. O keyfinize kâfidir. Haricinde ve gayr-ı meşru (helal olmayan) dairedeki bir lezzetin içinde bin elem (vardır). Dünya ve âhirette ebedî ve daimî süruru (sevinci ve mutluluğu) isteyen, iman dairesindeki terbiye-i Muhammediyeyi Aleyhissalâtü Vesselâmı kendine rehber etmesi gerektir.”[5]
Öyleyse; sürekli günahlara teşvik eden müthiş düşmanlarımız olan nefsimize, şeytana, ehl-i dalalete (doğru yoldan sapanlara) ve gaflete (Allah'ın emir ve yasaklarına duyarsız olanlara) karşı: “Kur'ân tezgâhında yapılan takva Zırhıyla, Resul-i Ekrem Aleyhissalâtü Vesselâmın Sünnet-i Seniyyesini siper etmekle ve "Eûzü billâhi mineşşeyta-nirracîm" diyerek Şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım silâhıyla ve “Estağfirullâh" diyerek tevbe etmekle, Allahtan af dilemekle ve Allah'ın himayesine sığınmakla kendimizi korumaya çalışalım”[6] ki, o zaman Firdevs Cennetlerine girmeyi hak edelim.
[1] İbrahim Sûresi, 14:3.
[2] Şuâlar/On Beşinci Şuâ/El-Hüccetü'z-Zehra/İkinci Makam, Söz Basım Yayım, (s:826)
[3] Şualar, Meyve Risalesi Üçüncü Mesele, Söz Basım Yayım s. 343
[4] Sözler/On Üçüncü Söz/İkinci Makam/ Söz Basım Yayım (s:211)
[5] Sözler/On Üçüncü Söz/İkinci Makam/ Söz Basım Yayım (s:210)
[6] Lem'alar/On Üçüncü Lem'a/Üçüncü İşaret/ Söz Basım Yayım (s:134)