Yakınlarda bir internet haber sitesine (HürBakış) gündemdeki bazı konulara dair verdiğim röportajın bir kısmını ilginize sunuyorum.
CHP VE CUMHURİYET
29 Ekim Cumhuriyet bayramında CHP ve AKP arasındaki ''kutlama gerginliğini'' nasıl değerlendiriyorsunuz? CHP'nin alternatif kutlama arayışı cumhuriyeti sahiplenme midir?
CHP Cumhuriyeti sahiplenebilir, haklarıdır. Cumhuriyet zaten hep onlarındı, başkasının olmadı. Aradaki fark şudur: ilk kez devleti kaybettiler. Onun için Cumhuriyet ilk kez bir sivil toplum kuruluşu oldu. Daha da olacak. Eğer kızgınlık ve hınçları şiddetlenirse nihayetinde bir terör örgütüne de dayelik edebilir Kemalist sınıf. Burada ilk kez Cumhuriyet veya Kemalizm nesneleşti. Yani Laikliği zemin yapıp dini sürekli sorgulayanların zemini ilk kez demokratik zemin üzerinde sorgulanan nesne konumuna düştü. Kemalizm analizin ve sorgunun nesnesi oldu. Esra Özyürek'in bu konuda bir kitabı var: Kemalizm bir süredir sivilleşiyor, özel sektörleşiyor. Bu hayırlı bir gelişmedir. Oligarşik iktidar tahtından inip demokratik rekabetin küçük bir oyuncusu mertebesine geçiş yapmak elbette ki kolay olmayacaktır. Onun için Kemalist öfke ya yatışarak sıradanlaşacak ya da (kışkırtılırsa) örgütlü bir hal bile alabilir. Ama tüm bunlar demokratiktir. Cumhuriyet size mi kaldı diye itiraz edenler yanlış yapıyorlar. Herkesin Cumhuriyeti kendine. Önemli olan senin kendi cumhuriyetini benim üstüme kurmaman. Şimdi efendi-köle diyalektiği kırılacağına rollerin değişmesiyle yetinirsek, zulmü sona erdiremeyiz.
CHP'nin alternatif kutlama yapmaya hakkı var. Yoksa bugüne kadar 'Cumhuriyet sadece onların idi, Haso'ların Memo'ların değildi' derken yalan mı söylüyorduk? İlle adamlara bağıracaksan, "ananı al da git" değil, "cumhuriyetini al da git" demek gerek. Bırak götürsün cumhuriyetini sivil alana. Cumhuriyet tarikatı, Kemalizm dini kurmak istiyorlarsa ayin yapıp kendilerinden geçmek istiyorlarsa buna hakları var. Bunlara din ve şimdi de cumhuriyet dersi vermeye kalkmak onların eskiden yaptıklarını tekrar etmektir. CHP kaderin akışına itiraz ettiği, tarihin akıntısına karşı kürek çektiği için neticede vefat edecek, doğal sebeplerle ölecektir.
AÇLIK GREVLERİ VE MEŞRUİYET
Birçok cezaevinde; Anadilde savunma-eğitim olanağının tanınması ve Abdullah Öcalan'ın yaşam koşullarının düzeltilmesi talebiyle açlık grevleri yapılıyor. Grev 60. gününe girerken açlık grevi ve mahpusların talepleri hakkındaki görüşlerinizi alabilir miyiz?
Açlık grevi olabilecek en radikal tepki biçimidir. Aynı zamanda da en ihlaslı olanı. İslami açıdan intihar onay veya teşvik edilemez ancak insanların kendi algılarına göre değerlendirdiğimizde ister PKK istediği için olsun, ister spontane gelişmiş olsun, bir dava için canını feda etmeye hazır olmak saygı duyulacak birşeydir. Etrafa patlamak değil bir nevi kendi içine çökmek olan bu sarsıcı protesto hamlesi karşısında direnmek çok zor olacaktır. PKK askeri bir savaş ve bazan da masum sivilleri öldürerek zulme gireceğine, açlık grevleri ve sivil protestolara yönelseydi, çok geçmeden Türkiye'de ikinci bir devrim olur, Kürtlerin gaspedilen hakları geri alınırdı. Davası için ölmeyi göze alabilen bir insan, bu hangi dava olursa olsun, insanların saygısını kazanır. Ama zulme girmemek şartıyla. Ölüm orucuna girenler ibadullah'ın hukukuna girmedikleri, sadece Allah'a karşı intihar günahı işledikleri için çok daha etkili olabilirler. Eğer mazlum zalimi taklid edip mukabele-i bilmisil zalimane kaidesiyle hareket etmezse, mazlumun ahi arşa kadar yükselir. Savaş suç değildir. Birbirlerine savaş açanların çarpışması hukukidir. Savaşan askerlerin birbirlerini öldürmesi suç değildir. Suç sivil insanları öldürmektir. Masum sivil, çocuk veya yaşlıları öldürmek cinayettir. Kim yaparsa yapsın terörizmdir. Zillet içinde yaşamaktansa izzet içinde ölmeyi göze alabilir insanlar. Fakat masumlara zarar veren kirlenir, kaybeder, Allah da hesabini sorar.
Türkiye'de sivil mücadelenin kapıları büyük ölçüde açılmış durumdadır. PKK'nın demokratikleşmesi şarttır. PKK da dahil, tüm Kürtlerin mücadelelerini demokratik zeminde yürütmeleri hem ahlaki hem de teknik bir zaruret haline geliyor. Kürtler haklı oldukları bir davayı tamamen haklı vasıtalarla yürütmelidirler. Haklı olan fıtridir. Fıtri olanın karşısında kimse duramaz. Allah'ın kanunudur: Küfür devam eder ama zulüm devam etmez! Zalim kendi iradesiyle zulmeder, mazlum ise kaderin uhdesine girmiştir. Kaderin tankları, zalimin kibirli ve küçük iradesinin üstünden mutlaka bir gün geçecektir.
Hükümet PKK’ya diğer Kürtleri, diğer Kürtlere de PKK’yı bahane ederek ikisinin de temel haklarını iade etmemekte ısrar ederse başına ölüm oruçları gibi daha çok belalar gelebilir. Çünkü hakka, fıtrata, ilahi takdire itiraz eden basını örse vurur, kırar.
ULUDERE CİNAYETİ
Mavi Marmara hadisesinde İsrail 9 insanımızı katletti. Hükümet bu katliam karşısında İsrail'den özür, tazminat ve Gazze ablukasının kaldırılmasını talep etti. İsrail tazminata yanaşırken diğer seçenekleri kabul etmediğini resmi ağızlardan defalarca dile getirdi. Gelelim Roboski olayına. 34 Köylü TSK'nın F-16'larıyla bombalandı. Olay sıcakken, bombalamanın bir yanlışlık sonucu olduğu açıklandı. Ama anlaşıldı ki karakolun, rutin olarak kaçağa giden köylülerden haberi vardı. Bazı yetkililer Heronların verdiği yanlış istihbarat sonucu bu bombalamanın olduğunu söylese de soruşturma hala devam ediyor. Afyon'daki mühimmat kazasında hızlı bir şekilde sonuca ulaşılırken Roboski 10 aydır çözülemiyor. Mavi Marmara ve Roboski olayını değerlendirir misiniz?
Hukukta insan bir suçtan ya suçludur ya da o suçtan masumdur. Hukuken suç isnad edilemeyen herkes masumdur. Kaçakçıların kendilerine bir suç isnat edilmediği sürece-ki devlet çok muhtaç olduğu halde böyle bir suç isnadına gidememiş—sözkonusu olan şudur: bu insanlar suçsuzu oldukları bir cezaya çarptırılmışlardır. Velev ki hükümeti zor duruma düşürmek için birileri köylüleri bir komploya kurban etmek istemiş olsun, böyle birilerinin varlığı bu insanların hukukunu görmezden gelmeye bahane olamaz. Onların nahak yere katledildikleri gerçeği gün gibi ortadadır. Hem Mavi Marmara’da hem de Uludere’deki katliamda ciddi benzerlikler vardır. İkisinde de komplo aranabilir, bulunabilir. Bu cinayetleri meşrulaştırmaz. Bunu teslim etmeyen ve zulme rıza gösteren kişi ve kurumlar, başta kaza olan ancak istiğfar edilmediği için bir cinayete dönüşmüş olan bu bombalamadan ahlaken mesuldur. Zulum zulumdur. Bunu yapan ister yabancı bir düşmanınız ister babanız veya kendini babanız yerine koyan devletiniz olsun farketmez.
KARDEŞ AMA EŞİT DEĞİL
Roboski'deki zulüm niye görülmüyor?
Türkiye'de Kürtler Türklerle Türk olarak eşittirler, Kürt olarak değil. Hatta denebilir ki Türkiye Cumhuriyeti resmi politikası vatandaşı olmayan bir Müslüman gayri-Türk'ü kendi vatandaşı olan Müslüman bir Kürt'ten kendisine daha yakın hissediyor. Çünkü birincisine birgün liderlik yapacağım ümidiyle abi gibi yaklaşıyor. ikincisini ise bir potansiyel tehdit olarak görüyor. Kardeş oldukları ve ülkenin sahipliğinde ortak oldukları iddia edilen Türkler ve Kürtler'in eşit olmadığının bir diğer delili şudur: dindarlıkta belki Bulgaristan'dan kaçan mazlum Türklerden daha dindar olan Saddam'dan kaçan mazlum Kürtler, Türkiye'de "yabancı sığınmacı," mazlum Bulgaristan Türkleri ise "evine dönen mağdur" olarak muamele görduler. Kürt olmak Türkiye'de hala devlet için bir tehdit olarak görülmektedir. Türkiye'nin kendi dışındaki Kürt'lerin selameti sözkonusu olduğunda şefkatli bir kardeş değil de kıskanç bir rakip olarak hareket etmesi bundandır.
MÜSLÜMAN OL, KüRT OLMA!
Türkiye'de Kürt'lerin Müslüman olma hakkı var (hatta buna zorlanırlar) ama Kürt olma hakları halen yoktur. Kürtler Kürt olduklarında şüpheli, çıkıntılı ve vahşi görünürler. Gerçekte öyle oldukları için değil. Onlara bakan gözler milliyetçilik ile yamulduğu için. Din kardeşliğinin edebiyatı değil de gereği yapılsaydı pekçok zülmün önü alınabilirdi. Dini milli devlete alet etmek için din kardeşliği edebiyatında ısrar edenler bu gidişle Kürtleri dinden, Türkleri de kardeşlikten edecekler.
KADERİN HÜKMÜNE KARŞI DEVLETİN BEKASI
Osmanlı padişahlarından Abdülhamid, Bediüzzaman'ın Medresetüz-Zehra projesini ciddiye almayıp onu tımarhaneye atmıştı. Sultan Reşad ise Bediüzzaman'ın Medresetüz-Zehra projesine onay vermesine rağman patlak veren I. Dünya savaşı bu büyük projeye mani olmuştu. Şimdiki Hükümet Anadilde eğitim konusunda hangi padişahın izinde gidiyor sizce?
Sultan Abdülhamid'in yaptığı mantıklı idi. Çünkü adamın derdi, baska birsey idi. Her devletlü gibi onun da en büyük meselesi devletin bekası idi. Diğer herşey bu amaç için kullanılabilecek bir teferruat idi. Orada Kürtlerin eğitim ihtiyacı veya bunu dile getirmek için kapıya dayanan Bediüzzaman bir gürültüden ibaretti. Savuşturulması gerekiyordu. Önce nezaketle, bu olmayınca da zorla "kapatılarak" savuşturulmuştur.
Peki Bediüzzaman bu şefkatli sultana niçin baş eğmemiş, izzeti ile timarhaneye gitmiştir? Çünkü davasının hak olduğunu biliyor ve inanıyordu. Osmanlı devleti bunu Sultan Reşad faslında anlamaya başladığında ise çok geçti. Şimdi devletin bekası için insanların temel hak ve hürriyetlerini ellerinde oyuncak gibi çevirip pazarlık yapanların derdi de devletin bekası ve ali menfaatleridir. Fakat o oyuncak muamelesi yaptıkları haklar kaderin garantisi altındadır ve er veya geç ellerinden çıkacaktır. Maalesef her seferinde gecikiyor devletimiz. İzzet ile teslim edeceği bir hakk, onun elinden zilletini onun boynuna takarak çıkıyor. Alın size dindarlara yapılan zulmün Kemalist devlete yaşattığı sefillik halen taze önümüzde duruyor. Bunun aynısı Kürtlerin hukukunu teslim etmemek için İslamiyet dahil eline geçen her malzemeyi araç olarak kullanan milliyetçi dindar devletçiliğe de olacak. İzzet ile verebilip de teslim etmedikleri haklar ellerinden zillet ile çıkacak.
DİLİN İNKARI, İNSANİYETİN İNKARIDIR
Geçenlerde yayınlanan bir yazınızda, ''Dili olmayanın dini de medeniyeti de yoktur. Gayrımedeni olan insan vahşi hayvandır. Dili olmayan insan bir hayvandır. Bu itibarla Kürtler hala hayvandır.” Çok tartışılan bu tespitinizi acar mısınız, tam olarak ne demek istiyorsunuz?
İnsan alemde fıtratın üstüne çıkabilen vicdan sahibi bir varlıktır. İnsana eğer dil öğretilmemiş olsaydı (yani talim-i esmaya muhatap olmasaydı) yeryüzünün halifesi olamazdı. İnsan yeryüzünün sorumlusu olacak bir kapasitede yaratılmış. İnsanın eline çok özel bir egemenlik hakkı verilmiş. İnsandan bunu aldığınız zaman insanın hayvandan bir farkı kalmaz. Yani hilafet fonksiyonunu yerine getiremeyen bir insan bir nevi hayvandır. Buna isterseniz çocuk deyin. Çocuk ve hayvan arasında siyaset noktasında bir fark yotur. Kendisinden sorumlu olmayan insandan başkası sorumlu olur. Mesela deliler ve çocuklar öyledir. Onun için onların "veli"si, hayvanın da "vasi"si vardır. Oy kullanamazlar. Başkaları onlardan sorumlu olur, onları yönlendirir, onlar adina karar alir. Sadece bu egemenlik yani hilafet kapasitesine sahip olan varlıklar Allah'a iman etmek veya etmemek meselesiyle karşı karşıyadırlar. Yani sadece dil sahibi olan insan iman eder, medeniyet sahibi olabilir. Ve sadece onlar siyaset, iman, ahlak, sembolik iletişim gibi araçlara sahiptirler. Insandan bunlari yani mesuliyeti alirsaniz, insan ya bir alet ya da canli oldugu icin bir hayvan mertebesine duser.
DİNDARLARIN ÜSTÜNDEKİ KEMALİST VESAYET BİTTİ, KÜRTLERİN ÜSTÜNDEKİ DİNDAR TÜRK VELAYETİ DE BİTMELİ!
Kürtlerin tabir caiz ise ipleri kendi ellerinde değil, Türk kardeşlerinin elindedir. Kendi ipi kendi elinde olmayan bir insan siyaseten bir hayvandır. Hayvanlar tebaadir, ipleri çobanin-sultanın elindedir. Hayvaniyetten çıkmak demek teba olmaktan çıkıp çobanlığın ortağı olmak demektir. Türkiye'de bu halen temin edilmiş değildir. Kürtler Türk olarak eşit ve reşittirler ama Kürt olarak ne eşit ne de reşit olarak görülüyorlar. Türkiye'de Kürtlük çocukluk, Türklük ise onun velisidir. Dindarlar üzerindeki Kemalist vesayet nasıl bitirilmeli idiyse, Kürtler üzerindeki dindar Türk velayeti de aynı şekilde bitirilmek zorundadır.
KÜRT SORUNUN ÇÖZÜMÜ İÇİN KISA BİR REÇETE
Kürt sorunun çözümünü nasıl görüyorsunuz?
Bu sorunun özünde “insan haysiyeti” sorunu var. Onun icin ilk is olarak devlet Kürtlerden acikca ve resmen özür dileyecek. Kurtce egitim, yayin, savunma vs hepsi serbest olmakla kalmayip, devletin güvencesi altina alinacak. Kürtçe zaten fiili olarak Türkiye’nin ikinci dilidir. Devlet gözünü kapatmaktan vazgeçecek ve resmi olarak Kürtçe’yi bu ülkenin sahibi bir dil (ikinci dil) olarak tanıyacak. Bir siyasi terör örgütü olan PKK için genel af çıkartılacak. Herkes evine donecek. Hakikatleri açığa çıkartacak zeminler ihdas edilip, iki taraftan şiddete alışmışlar için rehabilitasyon tesis edilecek. PKK isterse bir siyasi partiye dönüşebilecek. Sosyal ve kamusal hayatta Kürtlerin muhatap kalabilecekleri bölücü ve incitici tepkiler ayrımcılık ve nefret suçu kapsamına alınacak. Kürtlerin Turkiye’den ayrilmasi gerektigine inanan küçük bir azınlığın bu yanlış ama meşru fikirlerini ifade etme ozgürlükleri garanti altına alınacak. Türkiye’nin ismini değiştirme ihtimali bile tartışılacak ta ki Türkiye’de yaşayan insanların etnik bir milliyetçiligin vesayeti altinda yasamaya mahkum olmadiklari duygusunu hissetirmek icin. Turkiye eyalet sistemine geçecek ve yerel yönetimler oluşturulacak. Valiler secimle gelecek ve yerel meclisler kurulacak. Polis yerel olacak. Türkçülük terkedilerek, demokratik esitlik temelinde yeni bir anayasa ile yeni bir baslangic yapilacak. Yalan ve yanlis cumhuriyet birakilip hakiki bir mesrutiyet ve hurriyet tesis edilecek. Hepsi bu.
Röportaj: Behmen Doğu (www.hürbakış.net)