“Tenasüb tesanüdün esasıdır.” Mektubat
Kainatta görülen yardımlaşmanın esaslarından biri de teavün kanunudur. Bal arasının hayat fabrikasında görülen şifa kaynağı bal üretimi teavün kanunu ile hasıl olur. Evet, arı bal yapmaz, bu icadın sahibi değildir. Bal arısı, vazifesini yerine getirebilmek için dostları olan çiçeklerle teavün kanununa ittiba eder. Bu uyumluluk ve yardımlaşma kanunu ile bal, Hâlıkı tarafından icad edilir. Üstadımız, "Hayat makinası Hayyı Kayyuma aittir" der. Elbetteki bir şeye hayat girdiği vakit sahiplenme hissi ile vazifedarlığından lezzet alır. O cihette hayatın nimetlerinden biri de hissetmektir. His, hayattarların ışığıdır.
Misal verdiğimiz bal arısının güneşi çiçektir. Hayatının vazifesi, çiçeğin çekimsel alanına girmesiyle lezzetlenir. Güya o çiçek arıya güneş gibi ışık elleriyle dokunur. Bizim göremediğimiz bir ilmi ona açar. Kudretin tecellisi, o arıya yola çıkmak için kuvvet verir. O cihetle yolunu ilim ve kudretin tecellisi ile bulabilir, istifadelenebilir.
Uyumluluk nasib arttırır. Teavün, tesanüd, teanuk, tecavüb nasibi ziyadeleştirir. Verilen herbir hayat, ışığını ruhtan alır. Ruh, hayata güneş olur. Üstadımız, “Hayat-ı Hakikiye ancak âlem-i ahiretin hayatıdır" der. Zira insan ebede namzettir. Demek ruh, ışık ellerini hayata dokundurarak zerreleri hayata mazhar ettiriyor. Eğer ki, ruh çekilse cesedin zerreleri hayata mazhariyet gösteremeyecek şekilde yetim, meyusane kalacaklar. İşte tam bu noktada Sözler'de “Cesed Ruh ile kaimdir" cümlesi ile fehmi genişletiyor.
Yirmidokuzuncu Söz'de "Rahman-ı Rahim olan şu mevcudatın Sâni-i Zülcemâlinin rahmeti, saadet-i ebediyeyi gösteriyor” ifadesi geçiyor.
Rahmet güneşten daha parlak bir hakikattır.
Rahman-ı Rahim güneşin güneşi gibidir.
Güneşin dahi bir güneşi vardır. Güneşin gündüzü nasıl güneşi isbat eder, işaret eder. Aynen bunun gibi Şems-üş Şümusun gündüzü olan saadet-i ebediye de rahmete işaret eder. Beka alemlerinin güneşidir. Bekaya mazhar olan ruh o güneşe müteveccihtir.
Ruhun esaslarından biri de vahdet ve bekaya mazhar olmasıdır. Ruh basittir. Sözler'de, “İnsan misafir-i Rahmandır. Dünya ise misafirhane-i Rahmandır” der. Cesed ve ruh münasebeti gibi, insan ve dünyanın alakadarlığı vardır. Latife-i Rabbaniye olan ruh, iradenin cilvesi ile cesedin ihtiyaçlarını görebilir, işitebilir. Cesed bu cihetle kudret ve ilmin tecellisidir. İradesi olmadığı için hakiki tesir onda olamaz. İradenin cilvesine mazhar olan Ruhtur.
Ruh cesed hanesinde olduğu gibi, insan da dünya hanesindedir. O vakit İnsana cesed, dünyasıdır. Hususi dünyalarımızın ruhu insanı cihetimizdir. İnsaniyet denilen fıtratımız hususi dünyalara işaret eder. O vakit İnsan dediğimiz mahluk nedir?
İnsanın tanımlamasını Risale-i Nurlardan tetkik ettiğimiz ölçüde tanımlamaya çalışacaz inşaallah. Risale-i Nur'da, "Ruh-u insan için ebediyeti isteyen ve ebed için halk olunan” diye bahseder. “Ruh-u beşer için Rahmet-i Rahmana ne derece muhtaç olduğunu insana hatırlatır" der Üstadımız. “Beşeri gaflet uykusundan uyandırır, ikaz eder." Sözler
Zihayat, fıtratının gereği kadar hatırlar. İnsanın fıtratı ise Rabbini bilmek olduğundan, onu hatırlamak adına hareket etmelidir. İnsaniyete vesile duadır. İnsaniyet, kainatla alakadardır.
Muhtaçlığı nisbetinde, fakirliğini anlayarak nokta-i istimdadı aramakla hakiki sevmekleri sağlayan Muhabetullah'ta inkişaf eder. Ahirete imanı ziyadeleşir. Allah ve ahirete iman inkişafında olan insanın ruhu, cesedin idaresini ele alır. İnsan, ruhun derece-i hayatına girmekle isterse bedeninin her bir cüzü ile bilebilir, hissedebilir, idare edebilir. Ruhu şaşırtmaz. Güneş dünyaya harareti ve ziyasıyla girmesiyle mevcudatı görüp işitebilir bir nuraniyet kesbettiği gibi, ruh dahi bütünü birden görebilir ve işitebilir.
Malûmdur ki insan insaniyet cihetiyle ekser mevcudatla alâkadardır. Mektubat – 288
"Ahseni takvim sırrına mazhardır. Fıtrat-ı insaniyet, lisan-ı haldir. İnsaniyet, beka istiyor. Evet insaniyet, iman ile insaniyet olduğunu; insan ile hayvanın dünyaya gelişindeki farkları gösterir. Sözler–315
İslamiyet, insaniyetin sırrıdır. Madem istemek insaniyetin iktizasıdır, Bâki-i Hakikî'nin yoluna sarfediniz. Lem'alar – 17
Beka buldukça baki meyveler verir der Üstadımız. Bu cihetle insaniyet bekaya mazhar oldukça Bâki-i Hakikiye müteveccih olur. İnsaniyet, aczin genişliği nisbetinde tezahür eder. Nokta-i istinadımız olan Allah'a iman ziyadeleştikçe, insaniyetin yükselişi olur.
İnsaniyet zihni güzelleştirir, genişlettirir. İnsaniyetin keşfi ancak ibadet ile olur. O vakit ibadet bekadandır. Vazife-i ilmiye ve diniyeyi ihlas ile yapmak insaniyetin muktezasıdır. O vakit insanın güneşi ihlasıdır. İhlas, ilim ve kudretin tecellisine mazhar eder. İlim ile istemek ve kudret ile hikmetin tezahürü inkişaf eder. Marifetullah; hakiki istemekleri bize öğreten ışık eli olur.
Hadîs-i Şerif'te vardır ki, "Bir adam seninle imana gelmesi, sana sahra dolusu kırmızı koyunlardan daha hayırlıdır." "Bazan bir saat tefekkür, bir sene ibadetten daha hayırlı olur." Emirdağ Lâhikası 1 -104
Ve keza insaniyet i'tasıyla bilkuvve "küll" hükmündesin. Ve keza iman ve İslâmiyet ihsanıyla bilkuvve "küllî" olmuşsun. Ve keza marifet ve muhabbetin in'amıyla muhit bir nur olmuşsun. Mesnevi-i Nuriye
Adalet ve hikmet dairesi; ebed için halk olunan insanın, fani bir dünyada bekaya olan isteklerine, ihtiyaçlarına cevab verir. Ebediyet ve Sermediyet, Beka'nın güneşidir. Beka alemlerine, Şems-i Sermediden tecelli eder.
“Evet iman Şemsi Ezeliden ihsan edilmiş bir nur olduğu gibi saadeti ebediyeden bir parıltıdır” der Üstadım.
Fakat muhabbet-i İlahiyenin ziyasını tazammun eden imanın nuruyla münevver olan İslâmiyetin terbiyesiyle tekemmül edip; insaniyet cihetinde, abdiyetin içinde bir sultansın. Sözler - 328
İman, insanı insan eder cümlesi insanın iman nuru ile insaniyete yükselerek beka bulmasıdır. Marifetin güneşi iman, muhabbetin güneşi ise İslamiyettir.
İslamiyet, ahirete imanın vücud bulmuş halidir. “Güneş, ziya vermeksizin mümkün değildir.” Sözler
Ziya, güneşi bize yakın eder. Lem'alarda “Nasılki Güneş ziyasıyla hadsiz eşyayı ihata ediyor” der. Bu cihetle Üstadımız “Güneşin zatını, aksi vasıtasıyla gösterir” demiştir. Zât-ı Akdes; Vahidiyetini ihata edemeyen nazarlara, Ehadiyeti ile daima rahmetini hatırlatır. Şemsi göremeyen, şuası olan Güneşten istifadelenir. Kur’an'ın dört esası vardır. Bunlar; Tevhid, Nübüvvet, Adalet ve ibadet, Haşir'dir. Celali ve Cemali silsilelerdir. Celaliyi bilmek ve tanımak Adalet ve Haşri tanmak ile hasıl olur. Rahmanirrahim bir güneş gibidir. Bu güneş şuasını, Şems olan Tevhid ve Nübüvvetten alır. Rahmanirrahimin, cilvesi rahmettir. Bismillah o rahmetin şemsidir. Evet akıllara rahmet olan, sırr-ı Ehadiyet ile imanın inkişafı vücud bulur. Kudretin tecellisi olan kuvvet tezahür eder. Kuvvet, kesreti dağıtıcı bir niteliğe sahiptir. İnsanı mücadeleden noksan bırakan şey kesrettir. Kesreti dağıtacak bir kuvvet bulamayan beşer unutmayı tercih eder. Unutmanın sureti perde çekmektir. Hakikate giden yollar zahmetlidir, mücadele gerektirir. Hakikatler, kesret içinde gizli hazinelerdir. Kesreti dağıtacak vahdettir. Üstadımız, “Eğer vahdet olmazsa, o hazine-i ezeliye gizli kalır” der. Gözüne perde çekip; iman hakikatlerinden istifade edemeyenler aklı gözlerine inenlerdir. Kesrette, boğulurlar. Ancak iman derslerini işitirek başlarını kaldırıcak bir sırrı Ehadiyet ile vahdete müteveccih olurlarsa iman mertebelerinde inkişaf edebilirler. Zira, iman gözüyle kesret içinde sırr-ı Vahdeti görürler. Gözün görmesi ışık ile olduğunu okuduğumuz fenler gösteriyor. Maddede böyle olan görmekler manevi de dahi böyledir.
Alem-i şehadette; eşya güneşin ışığı ile göze gösterilir. Alem-ahiretin şemsi olan iman dahi ziyası ile göze hakikatleri gösterir. O vakit imanın gözü İslamiyettir. Nasılki güneş rızık noktasında vücudları tarayıp ihtiyaçlarını temin ettirilmede vazifelidir, İslamiyet dahi imana bakan yüzlere emniyet ve selamet verir.
İslamiyet gözün gözbebeğidir, Şuasını imandan alır. Gözbebeği ışığı daha fazla çeker. İslamiyet tam bir adalettir. Rahmanın tecellisidir. Şecaat, iffet ve hikmetten tevellüd ederek her ferde hürriyet ihsan edilir. Hürriyet bir ihsandır. Güzeldir, ahsendir. "Hürriyet-i Şer’iye Rahman ve Rahimin ihsanıdır" der Üstadım. “Kader adalet ve hikmetle iş görür.” Şualar.
O vakit Kader, Rahmanın tecellisidir. Tam bir adalettir. Adaleti anlamak uyanıklıktır. Uyanıklık, Rahim esmasının tecellisidir. Uyandığın nisbette şuurun aktif olur, bu yerlerin bir Hâkimi var diyebilecek bir akli hâkimiyete vasıl olur. Risale-i Nurun Sekizinci Sözü bu uyanışın hakikat temsilleridir. Zahirde göze görünenlerin, batında iman nuru ile hakikate inkilab edilmesinin hürriyetliğini kalbin gözlüne göstermektedir.
Kader göz ile, Kader-i ilahi basiret ile anlaşılır. Kalb, hüviyet ve mahiyet bir ayinedir. Bu ayine ile insaniyet-i kübra olan İslamiyetin meyvelerini anlayabilir, isteyebilir. Misal; acıma duygusu içinde sırlanmış şefkat vardır. Acıdığın şeylere nazar ettiğin vakit şefkatin nerelerde ifrat-tefrit yaptığını veyahut ehli sünnet olan vasatı yakaladığını görebilirsin. Farkındalığını anladığın vakit insaniyetin içinde sırlanmış olan İslamiyeti, kuvvet-i imanın ile şahit olabilirsin.
Evet İnsan, iman ile Rabbini tanır. Rabbine kendini sevdirmesi ise ibadet ile olur. Rabbimiz insanı severse hatırlatır. Hatırlama Ruhun hassasıdır. İman hayata ruh oldukça insaniyeti yükselir. Ruhun güneşi imandır. O cihetle insaniyetin de güneşi İslamiyettir.
Ruhta iman, insaniyette İslamiyet sırlanmıştır. Güneşin zerrede sırlanması gibi… Demek sır Ehadiyetin tecellisidir. Hususide umumiyi, cüzde külliyi gösterme sırrıdır. İnsaniyet ruhun cesed ile irtibatıdır. Eğer sırrı keşfederse insaniyeti öyle yükselirki sermediyetede mazhar olur. Bu cihetle her hakikatın bir güneşi vardır. Kâinatı, baştan başa istila eden madde-i esiriye ruha ayine hükmündedir. Esir maddesi karanlıktır. Alem-i Gaybın örtüsüdür. Ruha yakın keyfiyet gösteren Esir maddesinden, vucuda getirilen seyyalat-ı latifelerde hayattarlık gösterir. Elektrik te bir seyyalat-ı latifedir. Zira Güneş dahi Cenab-ı Hakkın elektrik gibi bir mahlukudur. Güneş, Hâlıkından ders alır. Hâlıkından aldığı terbiye ve intizam dersiyle bu keyfiyete mazhar olur.
“Hayvanatın pekçok muhtelif ecnasları gibi pekçok muhtelif ruhanî mahlukları, o seyyalat-ı latife maddelerinden halkeder. Onların bir kısmı melaike, bir kısmı da ruhanî ve cin ecnaslarıdır.” Sözler
Sözlerden tetkik edersek; ziya, elektrik gibi latife-i maddelerden zişuur ve zihayatlar kesretle halkedilir. Camid maddelerin terkibiyle oluşturulan vucuda, hayatın girmesi ile; o madde ruhun konağı hükmünde olur. İman dahi hayata hayat olur. Demek Rahman misafirhanesi için zerrelerden daha küçük esirin zerrelerini misafirlerine hane yapar. Şu semavatın yıldızları o elektrik, ziya, hararet gibi latife-i maddelerden halkolunmuş ve sekeneleri dahi onlara münasib zihayat ve zişuurlardır. Bu muntazam yıldızların vücudu esir maddesinin vücudunu gösterir, işaret eder. Zira esir dahi ruhun vücuduna kati delildir. Ayine hak olanın ilanıdır. Madem esir Ruha ayinedir. O vakit esirden olan elektrik ziya hararet dahi ruha ayinedir. Sanii tarafından insan; güneşin parlak yüzü dünyamıza girmediği vakitlerde karanlıklı bir hane hükmünde olduğunu idrak edebilecek bir sistemde icad edilmiştir. Bu mantıkla donatılmasının gayesi vardır. Kıyası mantık yolu ıle muhakeme gücünü arttırması ile fevkalede bir kemali elde etmesine vesile olur. Mantık zihni muhafaza eder der Üstadım…
Evet hanemiz olan Dünya Rahmanın güneşi ile aydınlanır. Rahmanın misafiri olan insan ise Rahmanirrahimin şemsi ile parlar. Bu nimetleri inkar, güneşin ışığına gözünü kapamaktır. İnsan bu cihetle ruh alemine maddenin incelmesi ile yaklaşabilir. Ruh cesedden çıkınca yani maddeden uzaklaştıkça ruh alemine yani semaya yükseliyor daha latif maddelerin sekeneleri oluyor.
“Deniz balığa münasebeti gibi; ervaha muvafık ve o ervahla dolu bir âlem-ul gayb ve âvalim-ul ervah dahi bulunur." Âsâr-ı Bediiye
“İşte, sema denizinin yüzünde ziyadar bir kabarcık ve Kadîr-i Mutlak'ın Nur isminin cilvesine kesif bir âyinecik olan şu güneşin..." Sözler
Hadîs olarak işitiliyor: "Her akşamda güneş arşa gider, secde eder. İzin alıyor, sonra geliyor." Evet şemse müekkel olan melek; ismi şems, misali de şemstir. Muhâkemat - 60
Güneşin dünyada gurubu akşam vaktidir. Akşam dediğimiz vakit dünya Güneşten yüzünü çevirmesidir. Mana aleminde de gözünü kapamasıdır. İlmi mantıkça, hikmet nazarı ile bakmak elzemdir. Kâinatın, âlamet-i farikası Küre-i Arz'dır. Kâinatı ihata eden bir nizam, daima tazelenmeyi ve tebeddülü hatıra getirerek mevcudatın ibadetini, vazife-i fıtratımızı daima hatırlatır. İnsanın, alamet-i farikası olan sima ile Kâinatın âlamet-i farikası olan küre-i arz birbiriyle alakadardır. İnsanda zaman, kainatta felek, insanın ve küre-i arzın esası ubudiyetlerini hatırlatır. Cenab-ı Hakkın zaman ve feleği insanı ve küre-i arzı harekete geçiren çarklarıdır. Bu çarklar ile zerre ve zerrat halkedilir.
Cenab-ı Hakk'ın kudret, ilim, iradesi; şemsin ziyası gibi bütün mevcudata âmm ve şamil olup, hiçbir şeyle müvazene edilemez. Arş-ı A'zam'a taalluk ettikleri gibi, zerrelere de taalluk ederler. İşârât-ül İ'caz
Zerre insanın cesedini işaret ettiği gibi zerrat dahi Kâinata işaret eder. Bu cihetle zerre, zerratta depolanmış esirdir. Zerre ve zerrat beraberlik ve kardeşlik içinde büyük bir pencere açarak Hâlıkını tanıttırır. Yani insanın gözünü ve Kâinatın Gözü olan Güneşi yaratan ve yerleştiren Hâlıkını tanıttırır.
İnsan, göğe bir göz yapanı sırrı vahdet ile açılan bir kalb gözü ile bilebilir.
Rızık Tekasüf Etmemiş Genişce Bir Ceseddir. Âsâr-ı Bediiye
Bu hakikatı bir temsil ile izah edelim:
Sesin dalgası ve boyutu vardır. Ses dalgası ve boyut arttıkça duymak o kadar zor hale gelir. Misal göle bir taş atıldığında dalgalar oluşturur, içten dışa doğru dalga taşın atılma kuvvetine göre gittikçe büyür. Büyük dairelerin oluşumuna sebebiyet verir. Aynen öyle de taşı ses olarak alırsak ses dalgalarının büyümesi oranında ses duyulmaz hale gelir, sırlanır. Lakin ses hala gölün içindedir. Ses dalgası büyüdükçe saydamlaşır, görünmez hale gelir. Görünmemesi olmaması anlamına gelmez. Çok büyük dairelerde vücud aldığı için ya onu görecek ihatalı bir gözü olacak veyahut o daireler o göz için küçülmesi lazım gelecektir. Zira rızık dahi böyledir. Her parlayan ayine o gölün bir dairesidir. "Şebnemin gözbebeği küçücük bir güneştir" der Üstadım. Muhataplarını tenvir eden, ziyası ile istifade ettiren bulunduğu dairenin güneşidir. Bize gelen Güneşin zatı değil, ondan gelen ziyadır. Ziya müekkel melekler vasıtasıyla dünya yüzüne girerler. Bunu idrak etmek için yağmur damlalarını kıyas edebiliriz. Her bir yağmur damlasını taşıyan bir melek vardır. Yağmur taneleri dahi maddelerden teşekkül etmiştir. Melaikeler, sekeneleri olan yağmur taneleri ile vazifelerini tamamlayıp semaya yükselirler.
O cihetle vazife i ifa etmek secde hakikatidir. İtaat sırrına dayanır .Nokta i istinadı olur . Demek insan Arşa ancak acziyle, nokta i istinad olan İmanı billah ve marifetullah ta inkişaf ile yükselebilir. İmanı billah ve Marifetullah olan Allah a iman maddeyi inceleştirerek , akla muhakeme kuvveti verir. Ustadım der “ senin şu hayatının gayesi neticesi O Mâlikin esmasına ve şuunatına bir mazhariyettir.”
Burdan yola çıkarak gaye i hayalin inkişafını saglayacak; Âdatullaha uymak ile herşeyin esasında bir gayesi olduğunu muvazene edecek bir mertebeye yaklaşabilmektir. İnsanın vazifelerinden biride şehadettir.
Esma i ilahiyeye ayinedarlık ettiğini bilmek şahitliğinin , şuurunda olmaktır.
İşte o gaye yı kazandıracak bir latife müdrike olan hayal verilmiştir.
Hayal, kuvve-i hafızadadır. Hafıza, hayalin meskenidir. İzahlara binaen diyebiliriz ki; Hayat , Hafıza, Hayal bilbedahe Ruhu gösterir. O vakıt ruh varsa , hayal hafıza ve hayat da vardır.
Kudret Ruha hayat giydirir, başına şuur takar ,o cevhere hayali sadef eder.
Hayat, vücud mertebesinde hücrelere işaret eder. Şuur , Hafıza yı müşahede ettirir Hayal ise Zihni gösterir. Şuur ve Zihin çok mukaddes sırlardır. Biri zahiri kalb, diğeri de batını kalptir. Vahidiyetin ve Ehadiyetin tecellisidirler.Şemsin ziyası ve hararetidir. Ruh bir güneş oldugunu varsaysak zıyası zihin harareti şuur olurdu. Güneş her vakit her mekana zıyasıyla harareti ile çok yakındır .
Bir o kadar da uzaktır. Zihnin darlığı ve şuurun kısalığı neticesinde, Kalbin Güneşi olan İman dan hakkıyla istifade edemediğinden kalbi karanlıkta kalır. Her hakikat bir Güneştir .
Akıl bir güneş ise , onun da şemsi Allaha imandır. Akıl, güneşinin ziyası ve harareti hayal ve hafıza dır. O vakit hayal ve hafıza kudret ve ilmin tecellisidirler. Akıl bu cihetle Nur ismine ayine hükmüne geçer. Üstadımız İhtiyarlar Lem’asının Dokuzuncu Ricasında “Aczime, yalnızlığıma baktım, ümidim kesildi “ der. O halette iken Kur’an-ı Hakîmden gelen imdadın tahayyülünde gösterdiği temsil ler ile aczi genişlenir.
O cihetle acizlik yani yalnızlık genişledikçe hayal ve kuvve-i hafıza hakikat hesabına çalışarak aczi, dergah-ı ilahide şefaat ve vesile yapar. Demek bir zerrecik acz, yüzünü güneşe çevirse koca güneşi içine alacak bir kuvvete dayanır . Bir zerreciğe giren güneş misali…
Aklın güneşi, Kur’an-ı Hakimden ders almalı sadakat göstermeli , rahmeti celbetmeli… İmanı billah ile kuvvet-i iman kazanarak lakaydlıktan kurtulur, ibadete müştak bir vaziyet alır.
“Bu rahmeti bulmak, iman ile o Rahman'a intisab etmek ve feraizi kılmakla ona itaat etmektir.“ Lem'alar
“Herkesin kuvvet-i imaniyesi nisbetinde inkişaf eden öyle bir nokta-i istinad ruha ve kalbe verdi ki; o vaziyetin dehşetinden yüz derece ziyade korkunç, zararlı musibetlere karşı gelebilir bir kuvveti, iman-ı billahtan verdi." Lem'alar
"Ben kendi güneşimin âyinesiyim, veyahut nev'ime tecelli eden güneşin âyinesiyim" der. Çünki Güneş'i öyle tanıyor." Sözler
Gaye-i hayali ile nazarının ulaştığı cihette tanır. Kalbte ise bütün aleme bakar bir güneşi müşahede eden bir şuur ile batında iştigal eder, adeta gözbebeğinde yerleşen güneş ile nereye baksa nurlandırır ,hararetlendirir.
Evet aklın güneşi ; haşri anlaması , idrak etmesi dir. Bu cihetle iman nimetini idrak etmek, Kur’an ın verdiği ders-i iman ile olur. Risale-i Nur bu asrın insanlarına verdiği imani dersleriyle, Güneşe uzaklığımız nisbetinde ziyası ile bize uzağı yakın edıyor. Ders almak istinad noktamızdır. Kım den ders aldığımızı tetkik etmek muhakeme li bir aklın işaretidir.
Üstadım muhakemeyı ziyadeleştirecek tetkik leri yapar. Ulum-u felsefiye ve Kur’anı Hakimden bahsetmesi ve dersin talebelerini tarif etmesi hayal ve hafıza kuvvetimizin Hâlık hesabına çalışmasını ister. Ayine varsa güneşte vardır. Temsil, “İ’câz Kur’anın en parlak bir ayinesi olduğundan, biz dahi bir temsil ile şu sırra bakacağız.” Onaltıncı Söz