Gurbetçilerle birlikte 'Hür Adam'ı izleyip ağlamaya gidiyorum...
Yüce Yaradan başımıza büyük bir dert vermezse, Hollanda merkezli bazı Türk sivil toplum örgütlerinin davetine icabet ederek, gelecek hafta sonunda bu ülkede olacağım. 6 Şubat Pazar günü başlamasını planladığım gezim muhtemelen bir hafta kadar sürecek ve söz konusu zaman zarfında da aralarında Eindhoven, Amsterdam, Rotterdam gibi önemli durakların bulunduğu bir dizi kentte düzenlenecek olan kapalı salon toplantılarında gurbetçi okurlarımıza sesleneceğim.
Gezinin programı henüz tam olarak belirginleşmemekle birlikte, günübirlik gidiş-gelişler üzerinden Belçika-Brüksel ve Fransa-Paris'te de birer konuşma yapma ihtimalim var. Ayrıca, beni davet eden gönüldaşlarımız, AB ülkelerindeki Türk toplumuna yönelik yayın yapan Kanal Avrupa televizyon istasyonunda, "Fikir Fırtınası" adlı programa konukluğumu şimdiden ayarlamışlar bile...
Ülke içinde rutin bir pozisyonda yaşayıp gitmek; politik, ekonomik ve toplumsal alandaki bazı önemli gelişmeleri/kırılmaları lâyıkıyla değerlendirmeye engel olabiliyor. O yüzden, zaman zaman "fanus"un dışına çıkıp olaylara uzaklardan bakmakta yarar var. Gurbet deneyimini yaşayanların gözleri ve gönülleri ülke içindeki gelişmelere karşı şaşırtıcı düzeyde keskinleşip duygusallaşıyor çünkü...
Sinema ve televizyon dünyasına yönelik tartışmalarda da aynı durum söz konusu... Örneğin, "Hür Adam"a ilişkin haberlerin yayılmaya başladığı ilk günlerden itibaren, bana ulaşan mesajlar arasında en heyecanlıları yurt dışında yaşayan okurlarıma ait olanlardı. Anılan filme verdiğim ilkesel destek nedeniyle yurt içinden -bol miktarda sevgi mesajına ek olarak- bir sürü eleştiri de alırken, yurt dışındaki okurlarımdan ise hemen hemen yalnızca şükran ve dayanışma ifadeleri düştü e-posta kutuma...
Hayatımın bir döneminde ben de gurbette çalışmak zorunda kaldığım için, o yıpratıcı ruh hâlini gayet iyi bilmekteyim. Maişet kaygılarıyla kendilerini her açıdan baskıladıkları yabancı diyarlarda, vatan, millet, aile, ahlâk, imân, ümmet gibi konularda çok daha duyarlı ve dayanışmacı oluyor insanlar. Çünkü, kültürel asimilasyon karşısında ayakta kalabilmenin başka bir yolu yok.
İşte, o yüzdendir ki yurt içinde "sinema sanatının kutsal kitabı"nı yazmış edâlardaki ultra-entel İslâmcılarla ultra-entel sosyalistler insanı kendisine hayran bırakan elit bir dayanışmayla "Hür Adam"a (hemen öncesinde de "New York'ta Beş Minare"ye ve topluma olumlu mesajlar vermek için çırpınan diğer pek çok mütevazı yapıma) ölçüsüzce nefret kusarken, aynı filmler gösterime girdikleri Avrupa ülkelerinde ise kapalı gişe oynuyorlar. Sözgelimi, beni davet eden dostlar "Hür Adam"ı aylar boyunca meraktan çatlayarak beklediklerini ve filmin özellikle Hollanda ile Almanya'da kitlesel bir coşkuyla karşılandığını ifade ettiler. Ben de şimdiye kadar üç kez izlediğim ve her seferinde biraz daha fazla sevdiğim bu devrimci biyografik dramayı inadına bir kez de onlarla birlikte izleyip ağlayacağım. Sinemadan allame takımı kadar anlamayan bir kara cahil olduğumuz için mazur görsün bazıları, biz böyleyiz işte, Bediüzzaman'ı canlandıran sevgili Mürşit Ağa Bağ kardeşimizin "Bu baş bu gövdeden ayrılmadıkça, bu sarık gitmez!" cümlesini her duyduğumuzda göz pınarlarımız hareketleniyor. Çağdaş dünyada herhangi bir rasyonel karşılığı olmayan, eski moda bir İslâmcı duygusallığı işte...
İranlı mahkûm sinemacılar Cafer Penahi ve Muhammed Resulov'un özgürlük mücadelesine sayfamızda ikinci kez destek vermek amacıyla kısa keseceğim bu yazıda, son olarak önemli bir hususu duyurmak istiyorum.
Okurlarımız arasında özelikle Hollanda'nın yukarıda andığım üç kentinde ikamet edenler var ise, orada geçireceğim zamanı en verimli şekilde kullanmak adına (planlananların dışında) başka bazı kapalı salon toplantılarına, söyleşilere ve radyo-TV programlarına da katılabilirim. Hiç bir yurt dışı gezime "after-shave ve blue jean satın alma turu" olarak bakmadığım için, Avrupa'dayken bir tek gönüldaşımızla daha tanışsak, bir söyleşi daha düzenlesek, verdiğimiz kültürel mücadele adına önemli bir kârdır bu...
Eğer ki böyle bir niyetiniz ya da talebiniz olursa, beni lütfen gelecek pazara kadar e-posta yoluyla durumdan haberdar edin; ben de gezimin nihai rotasını taleplerinize uygun olarak çizmeye çalışayım.
* * *
Ve bir de not: Hafta boyunca, "Hür Adam"a ilişkin olarak "İslâmî câmiâ"dan gelen hoyratça taarruzlara ne cevap vereceğimi sorup duran öfkeli mesajlar aldım, halen de almaktayım. Bu gibi sorulara cevabım çok basit; cevap falan vermeyeceğim. Benim açımdan sona derece doğal ve beklendik bir durumla karşı karşıyayız. Herkes kendi İslâm tanımı ve ümmet algısı uyarınca hareket ediyor. Bu, hem içte, hem de dışta devam eden son derece çetin ceviz bir savaş... Kendi adıma sosyalist, ulusalcı ve liberallerin jakobence ukalâlıklarına fazlasıyla alışkın bir adam olduğum gibi, bizim bahçeden gelen "buz soğukluğundaki" bilgiçlik gösterileri karşısında da yeterince şerbetliyim. Bütün ömrümüz emeğe karşı hürmet fukarası tavırları izlemekle gelip geçti, "Hür Adam"a da sağdan soldan üç-beş tane bindirme yapılmış çok mu!
Zaten, "kul hakkı"nı hayatta her şeyden daha fazla önemseyen bir sinema yazarı olarak, Türkiye'de henüz gösterime girmemiş ve dünyanın hiç bir yerinde yasal DVD'si çıkmamış bol ödüllü filmleri işportada satılan korsan CD'lerden izleyip bunlar üzerine herkesten önce "yüksek sanat nedir/ne değildir" ahkâmları kesen, üstelik de o filmlerin içerdiği pornografik imajlara değinmeyi -sanki bu yönleri İslâmî edep ve hayâ açısından tamamen önemsiz birer teferruatmış gibi- dehşetli bir pişkinlikle es geçen allame takımının eleştirilerini de ciddiye almıyorum. Estetik üzerine Batı'nın sanat ve felsefe kitaplarından devşirilmiş kocaman kocaman laflar etmek kolay da, sahici bir Müslüman olarak söze her şeyden önce böylesine yalın ahlâkî duyarlılıklar sergileyerek başlamak gerekiyor. Ayrıca, en iddialı örneklerinin yapım bütçesi bile "Kutsal Damacana"ya ulaşamayan "beyaz sinema" filmleri söz konusu olduğunda hakkaniyetli bir tavır ortaya koyabilmek için bu kadar yüksek irtifada uçmaya da hiç gerek yok. Biçimsel açıdan henüz emekleme dönemindeki "ürkek" bir sinema akımı karşısında, "Ümmet olup safları sıklaştırın" emrinin gereğine uygun şekilde bir dirhem sevgi, saygı, merhamet ve dayanışmadan söz ediyoruz. Hepsi hepsi o kadar...
Yoksa, "Hür Adam"a giydirilirken adları havalarda uçuşan bütün o batılı pozitivist felsefecilerin, sanat tarihçilerinin, kallavî sinemacıların eserlerini bundan çeyrek yüzyıl önce, henüz lise yıllarındayken ben de tek tek hatmetmiştim. O kitaplarda dünya hayatı için gerekli ve anlamlı olan her türlü bilgi vardı; fakat bir tek "merhamet" eksikti. Zaten, batı edebiyatında sözcük olarak bile pek az rastlanır "merhamet" erdemine...
İşte, bu yüzdendir ki okuduğunuz kimi eleştirilerde "merhamet"in zerresi bulunmuyor. Şaşırmamalısınız buna; insan bilmediği bir şeyi anlatamaz, yaşayamaz.
Ali Murat Güven-Yeni Şafak