Kanlı Danıştay baskını... Herhalde unutmadınız. Tarih, 17 Mayıs 2006.
Katil, belinde tabancasıyla gündüz vakti Danıştay’a girer. Bir daireyi basar ve tabancasını ateşleyerek bir yargıcı öldürür, dört yargıcı yaralar.
Türkiye bir anda karışır.
Cumhurbaşkanı demeç verir:
“Laik Cumhuriyet’e yapılan saldırı...”
Danıştay Başkan vekili konuşur:
“Allahüekber diyerek tabancası ateşledi.”
Gazete başlık çeker:
“Türkiye’nin 11 Eylül’ü!”
Gazete manşet atar:
“Laikliğe kurşun!”
Haberler çıkar:
“Yargıçlar, bir başörtüsü kararından dolayı vuruldu.”
Ak Partili bir bakan cenaze töreninde kovalanır.
“Katil, irtica yanlısı“ diye yayınlar yapılırken, Ankara’da derhal büyük bir miting düzenlenir, “Laiklik elden gidiyor!” sloganlarıyla...
Başbakan eşiyle birlikte, hayatını kaybeden yargıcın ailesini ziyaret eder ama yüzüne bakan olmaz.
Kanlı baskın bir anda medya ve kamuoyunda Ak Parti ve hükümetine yönelik olarak, “İrtica kapıda!” diye tanımlanabilecek protesto eylemlerinin odağı haline getirilir.
O sıcak günleri herhalde unutmadınız.
Peki ya daha sonrasını?..
Anımsamaya çalışın.
Katilin ‘irtica peşinde’ biri olmadığı ortaya çıktı.
Baskın sırasında tabancasını ateşlerken, Allahüekber diye bağırdığı yalandı.
Cinayetin ‘başörtüsü kararı’ndan dolayı işlendiği gerçek dışıydı. Cumhurbaşkanı’nın öyle dediği gibi, ‘laik cumhuriyet’e bir saldırı da değildi.
Kısacası:
“Türkiye’nin 11 Eylül’ü“ gibi bir vaziyet yoktu.
Gerçekler birer birer ortaya çıkmaya başladı. Bu bakımdan en ilginci şuydu:
Cumhuriyet gazetesine daha önce bomba atanla, Danıştay baskınını gerçekleştiren saldırgan aynı kişiydi. Ona bombayı verenlerle eline tabancayı tutuşturanlar aynı odaklardı.
Bu gerçek, Danıştay baskınıyla Ergenekon arasındaki karanlık bağın aydınlanmaya başlaması ve birinci Ergenekon davasıyla Danıştay davasının birleştirilmesiyle iyice açığa çıktı.
Bu kararla birlikte siyasal fotoğraf gitgide belirginleşti. Kanlı Danıştay baskını Türkiye’de istikrar ve demokrasiye kurulan bir büyük komplonun parçası idi.
Bu acı gerçeği bir zamanlar reddedenlerin bir bölümü bugün artık suskunluğu tercih ediyorlar.
Çünkü bu ‘komplo’nun altı geçen hafta içinde bir kez daha kalın biçimde çizildi.
Neden mi?..
Çünkü, 17 Mayıs 2006’da gerçekleştirilen baskından önceki iki gün Danıştay’ın güvenlik kameraları silinmişti. TÜBİTAK’ın bilirkişi raporuna göre, bazı görüntüler belli olmasın diye dosya isimleri de değiştirilmişti.
Şu da çarpıcıydı:
OYAK adını taşıyan güvenlik şirketi, daha önceki mahkemeye yanıtında, o iki gün içinde kameraların bozuk olduğunu bildirmişti.
Oysa gerçek farklıydı.
TÜBİTAK’ın bilirkişi raporuna göre, OYAK’ın kameraları o tarihlerde arızalı değildi. Çekim yapılmış ama daha sonra görüntüler silinmişti.
Silinen kayıtlara gelince...
Saldırgan, kanlı baskından bir gün önce Danıştay binasına gelerek keşif yapmış, muhtemelen güvenlik kameralarına takılmıştı. Ama anlaşılan kameralardaki o görüntüler bir gizli el tarafından silinmişti.
O ‘gizli el’ kimdi?..
Bazı emekli ‘özel harpçiler’ olabilir miydi?..
Bir soru daha:
Danıştay baskınını yapan katil, eğer orada bir polis tarafından yakalanmamış olsaydı, Türkiye’de neler olacaktı?..
Evet, Ergenekon’un hukuk açısından eksiği gediği, adaletsiz yanları sergilensin.
Ancak, bu davayı sulandırmaya kalkışmayın. Bunun yerine, OYAK’ın güvenlik kameralarındaki o görüntülerin niye silindiğini iyice aydınlatmaya çalışın.
Milliyet