Akademik camiada insan yetiştirmek oldukça zor ve uzun bir süreçtir. İnsanın iflahını söker. Zihinsel ve ruhsal açıdan insanı oldukça yıpratır. Karşılığında ise çok şey vermez. Yani emeğinizin karşılığını asla alamazsınız. Ancak akademik kariyer bir aşktır, bir idealdir, bir vizyondur. Asla para için yapılmaz. Asıl amaç, faydalı olmaktır. Kâinatın Efendisi (SAV) “İnsanların en hayırlısı insanlara faydalı olandır,” buyuruyor. Faydalı olmanın en güzeli de önce örnek olmak ve sonra da bu doğrultuda “güzel insan” yetiştirmektir.
“Güzel insan yetiştirmek” ideali değerli hocam Prof Dr Sabahaddin Zaim beyefendinin projesidir. O şöyle derdi, “Bilgi bir şekilde telâfi edilir. Önemli olan bilginin nerede olduğunu bilmektir. İnsan okuduğunun yaklaşık % 20’sini aklında tutar. Ama okuduğu yerin konusunu aklında tutarsa, ihtiyaç hasıl olduğunda tekrar o yere müracaat edebilir.” Bu kısım teknik kısmı oluşturur, ancak asıl önemli olan kısım insani olan kısımdır. İşte hocamız bu kısma çok daha fazla önem verirdi. Bu bağlamda “güzel insan” yetiştirmek düşüncesini ön planda tutardı.
Onun idealinde güzel insan demek dürüst insan demekti. Dürüstlük en önemli önceliğiydi. Sonra güvenilir olmak, başkalarına faydalı olmak, güzel eserler vermek ve sürekli çalışmak gibi faktörlere önem verirdi.
Bizim doçent olmamızda büyük emekleri olan hocalarımız vardı. Değerli hocam Prof Dr Sabahaddin Zaim beyefendiden sonra Prof Dr Cihangir Akın, Prof Dr Adem Uğur, Prof Dr Sedat Murat vs. Bir gün Sedat Murat hocama, “Hocam sizin hakkınızı nasıl öderiz?” diye bir soru sordum. Sedat hocam, “Sabahaddin hocama ben de aynısını sormuştum. Hocam da ‘Benim sizi yetiştirdiğim gibi, siz de başka güzel insanları yetiştirmek suretiyle hakkımı ödemiş olursunuz. Ben de sizlere hakkımı helâl ederim’, demişti.” Yani olimpiyat halkaları gibi iç içe, el ele, gönül gönüle bağlanıp sürüp giden bir silsile oluşturmak ve bu silsileyi gelecek nesillere ulaştırmak düşüncesi hâkimdi değerli hocamda.
İşin en önemli kısmı da böylesine güven veren insanları hocamız sürekli takip ederdi. Akıllara hayret verici bir şekilde arşivci olan Sabahaddin hocam, sevdiği ve desteklediği tüm öğrencilerinden haberdardı. Kim nerede ne yapıyor, kimler yüksek lisansı veya doktorayı bitirdi, kim doçent oldu, kim profesör oldu, bütün bunlar onun için merak konusuydu. Onun elinden tuttuğu akademisyenler hep başarılı olmuştur. Asıl başarıları ise onların parmakla gösterilen, sevilen ve sayılan insanlar olmasıdır.
Evet, dostlarım bizim için hazinelerden bile değerli olan şey dürüst olmaktır. Çevremize güven aşılamaktır. Yoksa allâme-i cihan olsanız ne önemi var ki? Eğer profesör olsanız ama , “ya adam profesör olmuş ama insanlıktan nasibini almamış, baston yutmuş gibi dimdik yürüyor, bir selâm bile vermiyor,” diye çevrenizden tepkiler alıyorsanız, böyle bir profesörlüğün ne önemi olabilir ki?
İnsan ölünce “Ooo profesörüm hoş geldiniz, size bir kürsü açtık, ruhlar alemine ders vereceksiniz!!!,” demeyecekler. Önce, “Rabbin kim, nebin kim” gibi temel sorulardan sonra dürüstlük testinden geçeceğiz. Bediüzzaman’ın da dediği gibi, “Bize her şeyden önce ne lâzım?” El cevap: “Dürüstlük”… Eğer bu yoksa, yani sahtekârın biriysen, onun bunun hakkını gasp ediyorsan, namaz kılmışsın, oruç tutmuşsun, bunlar bir kıymet ifade eder mi?
Son söz, “Dürüstlük hazinelerden daha değerlidir, güzel insanlar ise dürüstlük mayasıyla yetişirler.”