Güzel bütün varlıklarla, özellikle insanla alakadar bir keyfiyettir, durumdur. Canlıların yaratılış hikmetlerinden biri de onların kainat denilen bu güzellikler panayırı ve sanat eserleri galerisini seyretmektir. Göz varsa seyir vardır, yorum vardır. Bakmak sadece önünü görmek için değildir. Bütün gözü olan varlıklar dikkatle gözlenirse gerçekten bir sinema seyreder gibi etrafı kolaçan ettiklerini görürsünüz. İnsanın seyrinin maksadı estetik hazdır. Her güzel şeyi bir ince gayeyle seyreder. İnsan gözünde güzelliklerin mertebelerini farkeder bir estetik merkez vardır, bu herhalde beyne bağlıdır. Ama şayet güzellik konusunda eğitim alırsa daha farklı şekilde güzellikleri seyreder ve haz duyar. Bazı insanlarda güzellikleri seyretme o kadar organizedir ki bunun için seyahatler yapar, dolaşır. Avrupadan dünyanın çeşitli ülkelerinden piramitlerin estetik niteliklerini seyretmek için gelen insanlar var. Picasso’nun soyut resimlerinin aslını görmek için seyahat eden ressamlar var. Selimiye’nin mimari derinliklerini görmek için günlerce kubbenin altında yatan bir Amerikalı okumuştum.
Mesela kargaların bir binanın yüksek yerine konup sürekli bir süre etrafa baktıklarını görüyorum. Kuşların organize canlılar olduğunu Kur’an söylüyor, hatta bütün varlıkların. Mesela bir grup kuş havada uçarken bir geometri ile uçuyorlar, yoksa dağınık değil. Ben onların semada o geometriyi nasıl koruduklarına hayret ediyorum. Hz. Süleyman göremediği Hüdhüd’ü sorar, bir süre sonra gelince o gördüklerini anlatır. Belkız’ın ülkesine gitmiştir, büyük refah içinde yaşadıkları halde inanmadıklarını görmüş onu Hz. Süleyman’a haber vermiş, olaylar sonra gelişmiş. Demek bizim bilmediğimiz bu canlılar etrafı seyrediyor ve yorum yapıp bir üst merkezle mülahaza ediyorlar. Kainatın da arşivi var, bütün bu hareketler görülüyor, kaydediliyor ve yorum yapılıyor. Biz ancak bize ait şeyleri düşünebiliyoruz, o da düşünürsek.
Risale-i Nur’da güzelden, buna bağlı olarak estetik bakıştan ve değerlendirmeden bahseden çok yerler var. Bediüzzaman zaman zaman bunlardan bahseder. Kur’an bütün güzel ile ilgili değerlendirmeleri hüsün kelimesi ile ondan doğan kelimelerden hareketle değerlendirir. Bunların içinde anlatılan “ahsene külli şeyin haleke” özellikle seçilmiştir. Çünkü bu kelimenin türevleri içinde en önemli ve kapsamlı olan bu cümledir. Bütün herşey sadece güzel değil en güzel şekilde yaratılmıştır. Bir başka yerde de “daire-i imkanda daha güzel yoktur” sözünü nakleder. Yani siz herhangi bir şeyin daha güzel olabileceğine dair bir hüküm yürütemezsiniz. Herşey güzeldir, bir yerde de hasen ahsenden daha ahsen der. Yani daha güzel yapayım derken kompozisyonu bozarsanız çirkin olur, ona ilişmeyin demektir. Bunlar çok bir de cezalandırma plotu ile Kur’an ayetleri özellikle bitiş closingler kullanır. Mesela “Allahümme la yüziye ecrel muhsinin.” Allah Muhsinlerin ücretini zayi etmez. Bu hüküm cümleleri çoktur.
Dördüncü Şua’nın Beşinci Mertebesi yani Ayet-i Hasbiye‘nin o kısmı Risale-i Nur’daki en şumüllü ve etraflı ve boyutlu estetik ve hüsün, sanat, güzellik bahsidir. Bediüzzaman edebiyatçılar gibi kaybedilen güzelliklere hüzün mersiyeleri yazmaz ama hüznü anlatır sonunda. Hüzne son veren ilahi tasarrufun akışını anlatır. Bu bahsin başında daimi tahribatçı olan zeval ve fenanın yaptıklarını anlatır, o da etkilenir.
“Daimi ve tahribatcı olan zeval ve fena ve mütemadi ve tefrik edici olan mevt ve adem, dehşetli bir surette bu güzel dünyayı ve bu güzel mahlukatı hırpaladığını ve parça parça edip güzelliklerini bozduğunu fevkalade bir şuur ve teessürle gördüm.”
Şairlerin, üdebanın güzelliklerin kaybı arkasından sızlanmaları gibi ama sonra bunu dindiren yorumlar yapar. Estetik ve edebiyat böyle yapmaz, sadece sancıyı ve elemi verir, her mersiyenin arkasında kıyamet kopar. Bediüzzaman gidenleri esmanın yenilenmesi olarak kabul eder.
“Şems-i ezel ve ebed olan Cemal-i zülcelalin cemal-i kutsisine ve nihayetsiz güzel olan Cemil-i Zülcelal’in cemal-i kutsisine ve nihayetsiz güzel olan esma-i hüsnasının sermedi güzelliklerine ayinedarlık edip cilvelerini tazelendirmek için bu güzel masnular, bu tatlı mahluklar ve bu cemalli mevcudat hiç durmayarak gelip gidiyorlar.“
Yani eskiyen, pörsüyen güzellikleri terhis ederek yerlerine yine taze ve yeni güzellikler getirir, bu hüznü değil estetik sürekliliği sağlar. Allah hep yenilikten yeni güzelliklerden ve tazelikten yanadır. O’nun sanatı yıpranmış ve pörsümüşü, eskiyi istemez. Batı estetiğinin dehaları bu güzelliklerin terhisini yeni anlamlar veremez, o mevcut güzelliği anlatır.
Bunu aynı bahiste farklı şekilde ifade eder.
“Bütün güzel mahluklar, kafile kafile arkasında durmayarak gelip gidiyorlar, fenaya girip kayboluyorlar. Fakat o ayineler üstünde kendini gösteren ve cilvelenen yüksek ve tebeddül etmez bir güzellik tecellisinde devam ettiğinden kati bir surette gösterirki o güzellikler o güzellerin malı ve ayinelerin cemali değildir. Belki güneşin cemal-i şuaatı cereyan eden suyun üzerindeki kabarcıklarda göründükleri gibi, sermedi bir cemalin ışıklarıdırlar.“
Batı estetiği ayinelere bakar ama ayineye yansıyan güzelliğin sermedi, sonsuz bir güzelliğinin yansımaları olduğuna dikkat çekmez, hep fizikte kalır metafizik düşünemez. Birazcık Eflatun düşünür.
Şu cümle daha terakki etmiş bir arka plan güzelliğini anlatır:
“Bu kainatta bulunan bütün güzelliklerin envaı ve çeşitleri alem-i gayb arkasında tecelli eden ve kusurdan mukaddes maddeden mücerred bir cemalin esma vasıtasıyla cilveleri ve işaretleri ve emaratlarıdırlar.“
Bediüzzaman sadece maddi sanat nesnelerinin güzelliği ile tasarımı ve kurgu ve simetrisi ile uğraşmaz, güzellik kategorileri estetik kategorilerden zengindir. Bu mukayese edilse sayfalar tutar. Mesela buradaki güzel çeşitlerine bak:
”Mesela göz ile hissedilen bir güzellik, kulak ile hissedilen hüsün bir olmaması akıl ile fehmedilen bir hüsn-i akli ağız ile zevkedilen bir hüsn-i taam bir olmadığı gibi, kalb ve ruh vesair zahiri ve batıni duyguların istihsan ettikleri ve güzel hissettikleri güzellikler onların ihtilafı gibi muhteliftir. Mesela imanın güzelliği ve hakikatın güzelliği ve nurun hüsnü ve çiçeğin hüsnü ve ruhun cemali ve suretin cemali ve şefkatin güzelliği ve adaletin güzelliği ve merhametin hüsnü ve hikmetin hüsnü ayrı ayrı oldukları gibi Cemil-i Zülcelalin nihayet derecede güzel olan esma-i hüsnasının güzellikleri dahi ayrı ayrı olduğundan, mecudatta bulunan hüsünler ayrı ayrı düşmüş.“
Sıra güzelliklerin gösterilmesine geldi. Öyle ya güzel tabiatı gereği görünmek ve gösterilmek ister, ayrıca seyredilmek ister. Allah güzelliklerini teşhid için bir teşhir sarayı olan bu dünyayı açmış, burası bir güzellikler ve güzel sanatlar galerisi.
“Nasıl ki yüzer hüner ve sanat ve kemal ve cemalleri bulunan bir Zat herbir hüner kendini teşhir etmek her bir güzel sanat kendini takdir ettirmek herbir kemal kendini izhar etmek ve herbir cemal kendini göstermek istemesi kaidesince o zat dahi bütün hünerlerini ve sanatlarını ve kemalatını ve gizli güzelliklerini tarif edecek, teşhir edecek gösterecek olan bu harika sarayı yapmış.”
Tıpkı bir ressamın eserleri için galeriler açması ve seyircileri, sanatseverleri davet etmesi gibi Allah da eserlerini herşeyi yerli yerine koyduktan sonra insanı saraya davet ederek onun takdirlerini görüyor ve işitiyor. Öyle değil mi? Bu metinler estetik dünyanın en harika metinleridir, ey Bediüzzaman’a bühtan eden zavallılar.
Allah şuurlu olarak yarattıklarına yüklediği güzel görüntüler ile takdir edilmek ve beğenilmek ve başkalarının beğenilerini görmek ister. İnsan nasıl eserlerini beğendirmekten hoşlanırsa Allah da kendi azameti doğrultusunda güzelliklerini eşyaya yükler, simetri ile, görüntü ile, geometri ile bir çok şey ile.
Beğeni için ne demişler. Herhangi bir açıdan estetik nesneyi belirleyebilme gücü. Herhangi bir nesneyi estetik açıdan çekici ya da itici bulma yatkınlığı. Beğeninin kaynağı duyarlılıkta, duyu verilerinin sağladığı hazdadır. Her beğeni (takdir) bir çok güzel tecrübe ile elde edilmiştir. Gücü bu deneylerin sağlıklığından ileri gelir. Diderot şöyle der: “Büyük bir beğeni büyük bir duyuşu, uzun bir deneyi onurlu ve duyarlı bir ruhu, yüksek bir düşünselliği, biraz karamsar bir kişilik yapısını, nitelikli organları gerektirir.”
Chateubriillant, “Beğeni dehanın sağduyusudur” der. İnsanın bir beğeniye sahip olması herhangi bir nesne karşısında estetik yargılar ortaya koyabilme gücüne ulaşmış olması demektir. Yetkin bir beğeni uzun deneylerle elde edildiğine göre en yetkin beğeni sanatçının beğenisi diyebilir miyiz? Flaubert şöyle der: “Sanatımda deneylerim arttıkça bu sanat benim için bir işkence oluyor, imgelem değişmeden kalıyor ve beğeni büyüyor.“
Beğeninin kaynağı duyarlılık olsa da onu besleyen ve güçlü kılan ana özelliklerini ya da kişiliğini kazandıran duygu ve düşünce etkinliğidir. Duyumsaldan duygusala duygusaldan düşünsele uzanan çizgide beğeni estetik yargıları belirleyici bir güç olarak ortaya çıkar. Bu yüzden estetik yargılara beğeni takdir yargıları adı da verilir. D’lambert, dehayı yapıcı duygu, ortaya çıkarıcı duygu, beğeniyi de yargılayıcı duygu olarak niteler. Diderot, “Beğeni güzellikler ortaya koymaktan çok yanlışları ortadan kaldırır.“ (Afşar Timuçin F. S)
“Bu masnuata hususan hayvanat ve nebatata bakıyoruz. Görüyoruz ki kast ve iradeyi gösteren ilim ve hikmeti bildiren daimi bir tezyin bir süslemek ve tesadüfe hamli (yüklenmesi) imkansız bir tanzim, bir güzelleştirmek hükmediyor. Hem kendi sanatını beğendirmek ve nazar-ı dikkati celbetmek ve masnuunu ve seyircilerini memnun etmek için herşeyde öyle bir nazik sanat ve ince hikmet ve ali ziynet ve şefkatli tertip ve tatlı vaziyet görünüyor. Bedahet derecesinde (açıkça) anlaşılır ki kendini zişuurlara bildirmek ve tanıttırmak isteyen perde-i gayb arkasında öyle bir sanatkar var ki herbir sanatıyla çok hünerlerini ve kemalatını teşhir ile kendini sevdirmek ve medh ü senasını ettirmek ister.”
Sergileme ve teşhir, takdir ve beğeni estetiğin kavramları içinde uzun izahları gereken bahislerdir.Beşeri sanatın ve ilahi sanatın ortak müşterek izah blokları.
“Ol mahiler ki derya içredirler deryayı bilmezler.” Acemi kuyucu altın külçeleri içinde ölür.