Bu yazıyı yazdığım gün, mağazaya Türkçesinden yabancı olduğunu anladığımız bayan bir müşterimiz, yanında küçük bir çocuğu ile geldi. Yarım yamalak Türkçesi ile de olsa, anlaşabiliyorduk. İstediği ürünü aldıktan sonra, memleketini sordum. "Filistinliyim" dedi. "Trabzonlu biriyle mi evlisiniz, niçin burada oturuyorsunuz?" diye sorunca, hanım kızımız eşinin de Filistinli olduğunu ifade ederek biraz da beni mahcup eden bir cevap verdi: "Abi Trabzon, Filistin ne fark eder ki hepimiz bir değil miyiz zaten?"
Ne kadar derin, düşündürücü, tarih kokan; başta dinimiz, sonra kültür ve medeniyetimizin kodlarını hatırlatan, ırkçılığı yek ile yeksan eden bir cevap değil mi? Bu yazının başlığı vardı ama nasıl başlayacağıma tam karar verememiştim. Bu güzel diyaloğu, maksadıma bakması cihetiyle aktararak başlamak istedim yazıya.
"Hepimiz bir değil miyiz zaten?" cümlesini unutacak değildim. Birkaç saattir bu fakiri düşündürerek sarstı. Geçen sene, yaz aylarında, böyle Arap kardeşlerimizi konu edindiğimiz bir yazı daha yazmış; onlarla olan diyaloglarımızdan örnekler anlatmıştım. Şimdi, yine Trabzon'a gelmeye başladılar ve işlek bir caddede olan mağazamızda kıt dil bilgimizle çok güzel diyaloglarımız olmaya başladı. Hepsinin ortak noktası, reis sevgisi ve onun şahsında Türkiye'ye olan teveccühleri. Bu sayede, kendilerini yabancı bir ülkede değil; sanki kendi ülkelerindeki gibi rahat hissediyorlar. Müsait olanlara üstattan bahsedince, "İmam Nursi" diye istihsanla karşılıyorlar. Geçen sene, onların çoklukla bulundukları ya da uğradıkları Uzungöl Mahallesi'nde Nurları tanıtan stand açmıştık. Epeyce uğrayan ve teveccüh eden olmuştu. Özellikle üniversite camiasından, kitap ve adres alanlar da vardı. Bu sene, küçük bir ev konumunda bir garavan ev aldık. Yine daha geniş bir hizmet sunmayı planlıyoruz İnşallah.
Buradan sözü, süreli takip ettiğim kitaplardan Mektubat'tan 26. Mektub'un milliyet ve milliyetçilik mevzusunun işlendiği 3. Mebhasının Dördüncü Meselesine getirmek istiyorum. Üstad,4.Mesele'de geçen Maide Suresinin "Allah, sevdiği ve kendisini seven ve mü'minlere karşı alçakgönüllü, kâfirlere karşı izzet sahibi, Allah yolunda cihad eden bir topluluk getirecektir." mealindeki 54. Âyetini naklederek, "Şimdi, Avrupa'nın frenkmeşrep münafıklarının desiselerine uyup şu âyetin evvelindeki hitaba masadak olmaktan çekinmelisiniz ve korkmalısınız." buyuruyor. Burada geçen "âyetin evvelindeki hitap" kısmı ile neyi kastettiğini,âyetin evvelinin ne olduğunu merak edip araştırmıştım bir zamanlar.Bilmem siz baktınız mı?
Evet, âyetin evveli çok ibret etmemiz bir uyarı niteliğinde. Yukarıda mealini verdiğim Maide Suresinin 54. Âyetinin başlangıcı, yani evveli "Eğer siz dininizden dönerseniz." şeklinde. Yani Rabbimiz Müslümanları, o zaman; bizi de şimdiki zamanda: "Siz dininizden dönerseniz, böyle bir kavim getiririm." diye uyarıyor. Peki, bu uyarıya muhatap olmamak için, ne yapmamız lazım? Allah'ın sevdiği bir bir hâlde, mü'minlere alçakgönüllü, kâfirlere şiddetli ve her an cihat halinde olmak lazım. Bir zamanlar öyleydik ve âyetin evlerine belki muhatap değildik. Ama böyle devam edebildik mi? İşte üstad, şimdi de âyetin evveline muhatap olmamak için, Avrupa ırkçı ve münafıklarının deselerine karşı bizi ikaz ediyor. Devamında da "Ey Türk kardeş! Bilhassa sen dikkat et!" ikazıyla özellikle geçmişteki hizmetlerinden dolayı mezkûr âyete masadak olmuş bu necip millete ikazını isim ve resimle de tekrar ediyor.
Filistinli müşterinin "Trabzon, Filistin ne fark eder, aramızda ne fark var ki? hatırlatması, bana uzun süre tahsil için İngiltere'de kalmış İbrahim Kolcu arkadaşımızın bir naklini hatırlattı. İbrahim Bey hatırasını "Okulda İngiliz arkadaşlar kendi Türk arkadaşlarını anlatınca, niye bunları tanımıyorum, diye merak ettim. Sonra tahkik edince, İngilizlerin Türk diye bahsettiği insanların Türk değil, değişik ırklardan olan Müslümanlar olduğunu öğrendim. İngilizler, Müslüman olan herkese, Türk diyorlarmış meğer." şeklinde nakletti.
Bizim milliyetimiz, İslamiyetle birleşmiş, imtizaç etmiş, aynı fıtratı kazanmışız. Yabancı biri, Türk'ün şahsında İslamiyeti hatırlıyor. En azından, biz fark edelim ya da etmeyelim, yabancı nazarında bu böyle. Hasenatımız da kötülüğümüz ve lâkaydlığımız da İslam'ın hanesine geçiyor. İslam ve Türk tarihinin çoğu noktada kesişmesi de bu birlikteliğin tarih sahnesindeki görünür kısmı.
Bizi, biz ve görünür kılan, uhrevî hayatta da geçerli tüm güzel hasletlerimiz de zaten dinimizle kazandıklarımızdır. Irkımız, ismimiz gibi, bizi tanıtma kolaylığını sağlayan yönümüzdür. İnsanlar isimleri ile milletler ırklarıyla ayrılır, tanınır ve tanışır. Bu tanışma, çatışmaya değil; daha kolay kaynaşmaya ve yardımlaşmaya vesile olması içindir. Irkını üstünlük ve çatışma vesilesi görenleri "Ben senden üstünüm, çünkü benim ismim Habip." cümlesi ile anlatmaya çalışıyorum. Hatta ırkı öne çıkaran bir arkadaşa bunu yazmıştım da biraz kızdırmıştık. "Niye kızıyorsun?" dedim. Musalla taşında bile geçerli olmayan ırk ismin, seni hangi özelliği ile üstün yapar ki? Cenaze namazı niyetinde ırkı zikretmediğimiz gibi, kabirle başlayacak muhasebe safhalarında da ırkla ilgili bir sual ve ayrım yok. İsmimiz bize nasıl bir fazilet ve üstünlük kazandırmıyor ve ismimizi bir üstünlük vesilesi yapmıyor ve de yapamıyorsak; ırk da öyledir.
Bizim övündüğümüz ve iftiharla saydığımız hizmetler, bizi üstün ve mümeyyiz yapmışsa, bu üstünlük de ırktan çok, hizmet ettiğimiz değerler hesabına geçer; onlardan gelir. İslam'a değil de daha başka geçersiz ve sonuçsuz şeylere hizmet etmiş olsaydık, bununla övünebilir miydik mesela? Keza, "Yaşasın Türk milleti veya yaşasın Fatih." derken de bunun sloganla olmayacağını, bunun Türk milletini ve Fatih'i yaşatan değerleri yaşatmakla mümkün olabileceğini biliriz.
"Kur'an nuru ve İslamiyet ziyasının" geldiği kıble tarafımızı, belki asra yaklaşan bir süredir, bazı çevrelerin kasten uygulamaya çalıştıkları "ne Şam'ın şekeri ne Arabanın yüzü" felsefesi ile dışlamış; bazen de düşman görmüşüz maalesef. Ama yakın zamandaki bazen mecburî göçler, bazen de turizm veya ticaret adına vaki buluşma ve görüşmeler, devlet düzeyindeki sıcak temaslar, bu anlayışı neredeyse tamamen yıktı. Filistinli kızımızın "Trabzon, Filistin bir farkı var mı, aramızda ne fark var ki?" tespiti ve çok isabetli teşhisi de gösteriyor ki ittihad-ı İslam'a şimdilik belki devletler seviyesinde olmasa da halk arasında kısmen yaklaşmışız. Küçük bir tebessüm ve sıcaklığın, bizimle hemen kaynaştırdığı Arap kardeşlerimiz, geçmişin ırkçı söylemleriyle artık dışlanmıyor. İslam'ın ilk çıkışı ve dünyaya yayılışının hamisi olan kardeşlerimiz, yine İslam'ın dünyaya kök salmasının medarı olan milletimizle, el ele, omuz omuza verecek; âyetin evveline muhatap olmayacaklar inşallah.
Evet dostlar, âyetin evveli hem dünya hem de ahiretimizi yakacak bir sondan bize haber veriyor. Hem fert hem de millet olarak, şanlı mazimizi lekedâr etmek bize yakışmadığı gibi, mazideki hizmetlerimize hürmeten de Cenab-ı Allah muvakkat arızalarla inşallah bu İslam milletini perişan etmez; etmeyeceğinin emarelerini de görüyoruz zaten.
Selam ve dua ile.