Geçenlerde İstanbul İlim ve Kültür Vakfı Başkanı Said Yüce Bey paylaşmıştı. Vakıf bünyesinde, içinde Kanada, İngiltere ve Pakistan da olan birçok ülkeden katılan eğitimcilerle "Mânâ-yı Harfî Toplantıları" yapılmış. Çok verimli geçen toplantılarda mânâ-yı harfî bakış açısı hakkında katılımcılara sunumlar yapılmış.
Başta Türkiye, dünyada eğitimin birinci meselesi olan bu "kâinata bakış açısı farkı" hakkında, yine aylık takip ettiğimiz bir dergide kısa bir bilgi notuna denk geldik. Dinsizliği bitiren, irtibat kurduğumuz ateistleri sinirlendiren, nefessiz bırakan "Bir sanat sanatkârı icab eder."cümlesinin de çıkış noktası, bu mânâ-yı harfî (mevcudata, onun sanatkârını gösterir şekilde bakmak) bakış açısını değişik cümlelerle anlatan bu notu, paylaşmak istedim.
Bu bilgi notuna, İsveçli yazar David Kinnaman Hristiyan gençlerin dinden uzaklaşma pratiklerini sorguladığı "Beni Kaybettin" adlı kitapta yer veriyor. Yazarın bu kitabı hazırlamak için görüştüğü ve bir öğretmen olan Jeff Culver, bu bakış açısının önemine "Bazen basit bir ayrım, yanlış seçimin üstesinden gelir." diyerek işaret ediyor. Basit fakat önemli olan bu ayrımı (farkı) da şöyle anlatıyor.
"Baba bak, Tanrı gökkuşağı yapmış! Lise fen öğretmeni olarak 'Tanrı o gökkuşağını nasıl yapmış?' diye sormaktan kendimi alamıyorum. Zavallı altı yaşındaki çocuğum donup kalıyor. Ben de gülümseyip onu rahat bırakıyorum.
Yavruma Snell Kanunu veya ışığın dağılımı veya kırılması gibi şeylerin matematiği hakkında ders vermiyorum. Ama öğrencilere gelince iş değişiyor. Onların gökkuşağının oluşumunun ardındaki incelikli denklemleri ve bilimsel ilkeleri anlaması lazım.
'Tanrı yaratmış ile Tanrı böyle yaratmış' arasındaki ayrım, sınıfta pek çok öğrencinin varsaydığı bilim ile din arasındaki gerilimi azaltmak için kullandığım faydalı bir araç. Bir şeyi 'Tanrı yaratmış.' diye noktalayıp ötesini düşünmeyen bir öğrenci, merakını susturmuş ve bilim ile dinin düşman olduğu gibi yanlış bir algıyı sürdürmüş olur.
Peki ya Büyük Patlama? Jeolojik zaman? Evrim? Çoklu evren?
Hararetli olması muhtemel olan her tartışmaya, bu konu hakkındaki çağdaş bilimsel görüşleri tartışacağımızı söyleyerek başlarım. Sonra öğrencilere, inançlı olanlar için bunların 'Tanrının bir şeyi nasıl yarattığına' dair görüşler olarak görebileceğini söylerim. Bazen basit bir ayrım, yanlış bir seçimin üstesinden gelebilir."
"Tanrı yaratmış ile Tanrı böyle yaratmış." arasındaki fark diyor ya.Bu çok önemli cümlede geçen Tanrı yerine 'Allah' diyerek mevzumuzu açabiliriz. Sanatı, sanatkârını gösterir şekilde inceleyemeyen zihin, sanatın 'nasıl yaratıldığını' keşfedip izah edince, 'kim tarafından yaratıldığını' atlıyor ve bunu çözdüğünü zannediyor. Halbuki sanatın nasıl yaratıldığı kısmı, bir uçağın nasıl yapılıp uçurulduğu ya da bir yemeğin nasıl pişirildiğinin izahı gibidir. Bu izahlar, uçağın biri tarafından yapıldığını ve bir kaptan tarafından uçurulduğunu ortadan kaldırmadığı gibi, bir yemek tarifi de yemeğin aşçısının varlığını inkâr ettiremez. "Çok mükemmel bir yemeğin yapanı, aşçısı kimdir?" sorusunun cevabı, o yemeğin tarifini göstererek verilebilir mi? Yüzlerce mükemmel yemek tarifi bir araya gelse, bir yemeği yapabilir mi?
Küfür ehli, büyük bir kandırmaca ile "Bu insan, sanatkârsız olur mu?" sorusuna "Bilim bu işi halletti." diye başlayan cümleler kurarak cevap vermeye başlıyor. Devamında da insan veya başka bir sanatın hangi safhalarla yaratıldığını, yapıldığını yaratıcıyı ortadan kaldırarak yani yok sayarak izah etmeye çalışıyor.
Biraz oluyor, bilimin izahını, "yapan" zanneden, ayrıca yapan ile yapılanı (Yaratıcı ile yaratılanı) karıştıran, dip dalga bir mühendise "Yapan ile yapılan aynı cins ve karşılaştırılabilir özellikte olur mu?"diye sormuştuk. Zavallı, makinenin dişlerinin ve kollarının üzerinde, onun cinsinden olmayan insan ilminin ve iradesinin çalıştığını idrâkten âciz bir şekilde "Olur, makine, başka bir makineyi üretiyor." diye cevap vermişti. Halbuki makine üreten makine, neyi ürettiğinin farkında bile olmadan, kendi cinsinden olmayan bir insan aklının çalıştırması ve yönlendirmesi ile çalışıyordu.Yani makinenin ürettiği de bir aklın ve ilmin mahsulüydü. Demek bir şeyin nasıl yapıldığının izahı, onun kim tarafından niçin yapıldığının izahı ve cevabı değildir ve olamaz.
Öğretmen Jeff Culver'e dönersek, Büyük Patlama, jeolojik zaman, kainattaki değişim ve dönüşüm (Onların bir kısmı,buna evrim diyor.) hulâsa tüm kanunlar, formüller, terkip ve izahlar, sadece Allah'ın bu âlemin nasıl yarattığının cevabı olabilir.
Biz ehli imanın düştüğünüz hatalar ve eksiklerimizden biri de Esma okumalarımızın eksik ve yüzeysel oluşudur bu âcize göre. Bu yüzeysellik, taklitte kalan bir iman sahibine, 22.Söz'deki harika ifadeyle "Cenab-ı Allah birdir, şeriki, naziri yoktur. Bu kâinat O'nundur." dedirtebilir de. Fakat daima Allah'ın huzurunda bulunmak keyfiyetini insana kazandıran "doğrudan doğruya her şeyden O'nun nuruna açılan" pencereleri, mühürleri, parlak delilleri ve eşya üzerinde kendini gösteren Mukaddir,Munazzım,Sâni, Bâri, Rahim, Rahman gibi esma-ül hüsna'yı şuurlu şekilde okuyamazsak, biz de o cümleyi söyleyebiliriz belki fakat bu, bizi taklitten, nasıl yaratılmayı öğrenme ile her şeyi hallettiğini zannetmekten, yani bir nevi körlükten kurtarmıyor.
Esma okuma yolculuğumuz, yanımızdaki mükemmel ve müzeyyen eserden başlamalı. Oradan mükemmel fiile, ondan mükemmel Fâile ve o Fâilin mükemmel isimlerine, isimlerden mükemmel sıfatlara, oradan da münezzeh ve mukaddes Şuununa kadar uzanabiliriz. İsimlerin sıfatları göstermesi ve onlara dayanması, Alim, Fettah, Kadir, Cemil gibi isimlerin varlığının "ilim, irade, kudret" gibi sıfatları olan bir Zâta dayanması ve O'nu göstermesi olarak anlaşılabilir.
Mevcudattaki esma yolculuğumuz, eşyanın güzelliğinin, mükemmelliğinin, diğer ve çeşitli özelliklerinin kendi zâti malı olmadığını, bunlarla her mevcudun Allah'ın güzel isimlerine bir ayna olduğunu bize öğretir. 32.Söz'ün 3.Mevkıfı ezberlenecek bir yol rehberdir bu konuda.
Elimize aldığımız, fenin izahıyla nasıl yaratıldığını bildiğimiz bir mevcudun mesela bir çiçeğin, bir meyvenin, güzel ve tam elimize göre olan şekli Musavvir ve Mukadder isimlerini; gözümüze hitap eden güzelliği Cemil ismini; tadı, kokusu Lâtif ismini; sanatlı oluşu Sâni ismini; basit bir çekirdek ve tohumdan açılışı Fettah ve Bâri isimlerini; onun bir ihsan ve ikram olması, Rahman, Rezzak ve Kerim isimlerini gösterir ve o isimlere ayna olur.
Göz zevkimizden dile, kulak zevkimizden akıl zenginliğimize göre ayarlanmış bir sanat galerisi konumundaki şu alemde nereye baksak, bu Esma okumalarını ve tecelilerini rahatlıkla görebilir, kolaylıkla okuyabiliriz. Yine her şeyin, yaratılış safhalarında "çok cihetler ve diller ile Sâniini tesbih ettiğini" görür de anlayabiliriz.
Evet dostlar, "hikmet-i İlâhiyenin semavatından tabiat dalâletine sukût etmemek" için, zaman zaman başımızı kaldırıp Allah'ın nasıl yarattığının bir nevi cevabı olan Esmâ-ül Hüsna tecellilerine dikkat etmeyi ihmal edersek, fennin birtakım izah adlandırmalarında takılıp kalabiliriz. Halbuki fennin tüm izahları, Allah'ın kâinatı nasıl yarattığının izahlarıdır. Bunları dürbün yaparak kalbimizle Rabbimize bakabiliriz.
Selam ve dua ile.