Cumartesi Dersinden Notlar

Habibi Nacar YILMAZ

Cumartesi dersini yapacak olan arkadaşa, hazırlığa medar olması için önceden haber verilir. Geçen cumartesi dersi için de biz hazırlık yapmıştık. Hangi bahsi okuyalım, diye plan yapmış ve ders için, 3. Lem'ayı seçmiştik.

Üçüncü Lem'anın girişinde "Bu Lem'aya bir derece his ve zevk karışmış, mantık mizanlarıyla tartılmamalı." notu var. Fakat bizde akıl, his ve zevk biraz karışık işlediğinden, bir de dersi sesli okuduğumuzdan epeyce istifade ettik. Yani bu seferki okumamız hem sesli ve biraz da karşılıklı olunca, istifade de ziyade oldu.

Üçüncü Lem'a Kasas Suresinin son 88. âyetinin içinde geçen "O'nun zâtından başka her şey helâk olucudur." mealindeki kısmın geniş ve emsalsiz tefsiri mahiyetinde. Aslında mezkûr âyet, 15. Mektubun sonunda bir suale cevap verilirken de izah edilmiş. Her iki yerdeki izah da önemli ama, 15. Mektubun sonunda geçen "Bâki olan yalnız Allah'tır, âyeti, insanın elini masivadan kesmek için bir kılınçtır ki o da Cenab-ı Hakk'ın hesabına olmayan fâni şeylere karşı alâkaları kesmek için hükmü, dünyadaki fâniyâta bakar. Demek Allah hesabına olsa ... masivaya girmez ki âyetin kılıncıyla başı kesilsin." cümleleri ile âyete getirilen yorum ve açıklama, daha bir emsalsiz. Mevcudâta Allah hesabına bakmak, onların üzerinde fânilik damgasını görüp Allah'a "hasr-ı muhabbet" etmeyi de içine alıyor.15. Mektubun bu kısmıyla, Üçüncü Lem'a birbirini açıklayan ve tamamlayan iki bahis oldukları için, beraber okumanın feyzi başka oluyor.

Üçüncü Lem'ada geçen "hasr-ı muhabbet" önemli. Muhabbetini O'na has, mahsus kılmak; sadece O'nu görmek, O'ndan başkasını alâka-i kalbe layık görmemek, mezkûr âyetin kısa mealini ifade ediyor. Kalbi yârda, eli kârda olmak, dünya ve içindekilerini kesben değil, kalben terk etmek, güzel örnekleriyle sahabeye mahsus yüksek bir keyfiyet. "Leyla çirkin biri, onun nesini sevdin." diye Mecnun'a sormuşlar. O da "Leyla'ya bir de benim gözümle bakabilseniz." demiş. Muhabbeti sadece O'na hasretmek, O'na mahsus kılmak için mahbuba, Mecnun gibi bakacak göz icap ediyor.

İşte, başta Üçüncü Lem'a ve diğer emsali bahisler bize o gözlüğü takıyor. Muhabbetini sadece O'na mahsus kılmak; başta kendimiz dünya ve içindekilerinin fâni, gidici, kararsız ve alâka-i kalbe değmeyen mahiyetlerini görmek ve anlamakla mümkün. Bir de neyi görmemiz lazım biliyor musunuz? Mevcudatta sebeb-i muhabbet olan hüsün, ihsan ve kemâlin cilve-i esma-ül hüsnanın gölgelerinin gölgeleri olduğunu bilmemiz ve görmemiz lazım.

Bir şeyi niçin sever ve ona bağlanırız mesela? Onun güzelliği, bize menfaati ve mükemmelliği için değil mi? Ya arkadaş ona bütün bu özellikleri Allah vermiş. Verdiği bu özellikler onun hakikî malı da değil. Bir müddet sonra ondan ayrılacak olan güzelliği, tazeliği ve celbediciliği ona emaneten verilmiş. O zaman kalbini, emanete değil; emanetin hakikî sahibine yöneltsene.

Mevcudat esmanın gölgesi değil sadece. Gölgenin de gölgesi. Bu ne demek? Bir meyve düşünelim. Bu meyvenin, meyve olmak için topraktan başlayan yolculuğu, onun bir ilim, irade ve kudret mucizesi olduğunu gösteriyor. O meyvenin ilim dairesindeki mahiyeti de o ilmin sahibinin Rezzak olduğunu göstermez mi? Yani meyvenin mahiyeti, yapılış serüveni bir ilme, yine meyvenin rızık oluşu da meyvenin dayandığı ilmin bir Rezzaka ait olduğuna bir delil. Meyve, küllî bir ilmin gölgesi, yansıması; o ilim de hakikî bir Rezzakın bir dairesi olunca, meyve de birkaç hakikatin yansıması olmuş oluyor.

Gölge, bir zâttan haber verir. Onun varlığını gösterir. Ama gölgenin varlık mertebesi zayıftır. Çünkü gösterdiği zâtın sıfatlarına sahip değildir. Sadece onun ve sıfatlarının varlığından haber verir. Gölgenin bu yönüyle bir hakikati, bağlanacak tarafı, mahiyeti yoktur. Netice de gölgedir yani. Elbette gölgeye yok da diyemeyiz. Gölge vardır, fakat bu gölgenin kendinden, kendiliğinden bir hakikati yoktur. Onu inkâr edemeyişimiz, onu müstakil bir vücut haline getirmiyor. Onun varlığı, ona bağlanılacak bir hakikat olduğuna da delil değil. Ondaki tüm özellikler, onun gösterdiği zâta ait, kendine ait değil.

Fakat insan "Bâkî-i Hakikî ve Cemil-i Zülcelâl'e" yönelmek, O'nunla alâka peyda etmek için kendisine verilen aşk meylini gaflet yüzünden gölgeye yöneltiyor. Gölgeyi hakikat ve alâka duyulacak, sabit ve müstakil bir varlık, güzellikler membaı bir vücut zannediyor. Bu yüzden gölgeye duyduğu alâka, bazen şiddetini arttırıyor, bazen aşk derecesine bile varabiliyor bu ilgi. Karın ağrıları da ondan sonra başlıyor. Gölge bir görünüp bir kaybolunca, ilgi duyduğunuz gölgeler adedince kalplerde cerihalar peyda oluyor. Sinemada görülen levhaları bir hakikat zannetmek gafleti, her levhanın kaybolmasıyla derin yaraları geride bırakıyor.

Bütün peygamberler, onlarla gönderilen mesajlar, ehl-i hakikat ve ehl-i kemâl zâtlar; insanlar ikaz etmek, onların gölgelere yapışmamalarını tembih için vardırlar, desek yanlış bir şey demiş olmayız herhalde. İnsanın yaratılışında bir daimilik, beka arzusu var. Başta hayatı, kıymetli hiçbir şeyinin kaybolmasını, riske düşmesini istemiyor. Fakat bunların süratle hiçliğe gitmesine de engel olamıyor. Kendi bir gölge olduğu gibi, aşk derecesinde bağlandığı mal ve eşya da bir gölge. Bu gölgelerde kendini gösteren kemâl, cemal sahibi dururken gölgelere yapışan kalp, tatmin olamıyor; huzur bulamıyor. Gölgelerin allanıp pullanması, zevallerine gafletle göz yumulması da hakikati değiştirmiyor. Kalp, sahibini aramaktan vazgeçmiyor, vazgeçirilemiyor. İşte Üçüncü Lem'a insanlık yarası diyebileceğimiz bu şaşkınlığın ilacı, kalbin yol göstericisi olarak nazarları Bâkî-i Hakikiye çevirmenin gerekçelerini ortaya koyuyor.

"Madem insan bekâya aşıktır. Elbette bütün kemâlâtı, lezzetleri bekâya tabidir." ifadesi, Üçüncü Lem'anın özeti mahiyetinde. Öyle ya her şey, sonuçta hiç ile çarpılacak, kendin ve aşık olup bağlandığın şeyler, dönmemek üzere kaybolacaksa; bu dünyadaki kemâlin, lezzetin bir anlamı yok ki. Her şeye anlam kazandıran, senin devamın, bekan ve dâimî varlığın. Sana burada kemâl katan şeyler de senin devamın adına yaptıkların. Faniye karışıp kaybolacak ömür dakikalarının kaybolmaması, bâkiye tebdili için "Ömrünüzü Bâkî-i Hakiki'nin yoluna sarf ediniz." cümlesi, yine üçüncü lemanın kalbi mesabesinde. Yoksa ömrünün de bir anlamı kalmıyor, sadece günah yükleri geriye kalıyor.

Evet dostlar, his ve zevkin coşkun aktığı Üçüncü Lem'a'da akıl da hissesini almaya çalıştı. Alabilmiş mi acaba?

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (1)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.