Bu dönem, İlim Yayma Cemiyetinin üniversite yurdunda, ders ve sohbetlere devam ediyoruz. Bunlardan, sonraki yazılarımızda bahsedeceğiz İnşallah. Bugünkü yazımızda, son haftalarda dinlediklerimiz ve okuduklarımızla ilgili, bir iki mülahazada bulunmak istiyoruz. Hepsi, evlere şenlikti maşallah.
Dinsizleri, anlamak için; Türkiye solcularını da hayret için dinlemek, işime geliyor nedense. Geçen Tele-1'i dinliyorum. Biri, kanalın sahibi, diğeri de profesör iki kişi, bir akşam programında konuşuyor. Alt başlık "Ali Erbaş, Şeriatı ilan etti." şeklinde verilmiş. Doğrusu, şaşırdım. Ali Erbaş, Şeriatı nasıl ilan ediyordu acaba? Sonra konuşmalara kulak kesildim. Bir hutbeden bahsettikleri anlaşılıyordu. Hutbeyi hatırladım. Yılbaşı kutlamalarının konu edildiği hutbede, piyango bileti almanın, şans oyunlarının ve bazı içkilerin haram olduğu hatırlatılıyordu.
Öyle ya, bunları Kur'an yasaklamıştı; Diyanet de birinci görevi olarak Müslümanlara bu yasağı hatırlatıyordu. Başka ne anlatılabilirdi ki hutbede? Namaz farz olduğu gibi; içki içmemek, piyango bileti almamak da farzdı. Farz, hutbe makamında hatırlatılıyordu. Bunun, bir ülkede Şeriat ilan etmekle ne alakası varsa; solculukta şöhretli bu iki arkadaş, bu hutbeye fena halde kafaları bozulmuş; bunu, şahsî hayata müdahale ve Şeriat ilan etmekle bir tutuyorlardı. O zaman, hutbede okunan her âyet veya hadis, şahsî hayata müdahale ve ilişmek mi sayılmalıdır bre köftehorlar? Zaten, hutbeyi dinlemeye gelmiyorsun. Bırak millet bari, helal ve haramı öğrensin. Bu içki meselesi, kanlarına işlemiş bu Halk Fırkasının ve mensuplarının ki genel başkanları bile iktidar devrelerinde rakıyı ucuzlatacaklarını ilan ediverdi. Hayret mi hayret!
Neyse, geçelim orayı. Celal Şengör denen meşhur dinsizi dinliyorum bu sefer. Gerçekten, güya bilim insanlarının bu hâllerine üzülüyorum. İnsanın bu kadar cahil ve sefil olamaması lazım geliyor. Bu sefil arkadaş, bir konferans veriyor bir yerde. Biraz da ses tonunu yükselterek, adını tam anlayamadığım bir filozofun sözünü kendi de ona katılarak aktarıyor. Ahirette, Allah bizi hesaba çekeceği zaman, O'na diyeceğim ki sen benim ne yapacağımı, ne halt işleyeceğimi biliyordun ve dünyaya gönderdin. Bu haltları da işledim. Benim ne suçum var?
Yaa! Görüyorsunuz değil mi cehaleti? Bu dinsizlerin okumuşu, okumamışı, alayı böyle. Hepsi, dinsizliğini bir cehalet ya da bir garez üzerine bina ediyor. Hem her haltı karıştıracaklar; hem de sorumlu olmayacakları bir dünya istiyorlar. Üzerlerinde, kendilerini gören ve bilen bir rakîbin olması, onlara ağır geliyor. Dinlediğim ve konuştuğum tüm dinsizler eksiksiz, bu psikolojiyi yaşıyor. Onları deştiğiniz zaman, inkârlarının altında bunun yattığını sonunda anlıyorsunuz.
Bu köftehor da işlediği haltlardan, kendisini değil de bunları ezelî ilmiyle bilen Allah'ı sorumlu tutuyor. Bre sarhoş! Senin haltlarını, Allah ezelî ilmiyle sadece biliyor; tayin etmiyor, belirlemiyor ki. Haltlarını, senin kulağından tutup sana zorla yaptırmıyor ki. Yani pislik de yesen, kendi iradenle; beni yapan, doyuran, yaşatan, oksijenimi gönderen yoktur (haşa)dediğinde de yine kendi iradenle, serbestçe diyorsun. Ama bu haltları yapacağını Allah önceden biliyor ve görüyor. O'nun bilmesi ve görmesinden dolayı bunları yapıyor değilsin. Sen bunları yapacağın için, O biliyor. Sen ve âlem, O'nun ilminin, görmesinin haricinde değilsiniz ki sizi bilip görmüş olmasın.
Dinlediğim dinsizlerden sadece Ali Nesin'i biraz sağduyulu gördüm. Adam ne de olsa matematikle meşgul. "Kâinatın arkasında yüksek derecede bir matematik formülü var. Biz onun sayesinde yaşıyoruz. Bunların bir yapanı, edeni var arkadaş. Ama biz inanmıyoruz, ama var." mealinde sözleri var. Bravo Ali Nesin! Felsefî sarhoşluğu geçince, belki iman edebilir, diye düşünmek istiyorum.
Öymengillerden, siyaset ve toplum bilimci olan Örsan Kunter Öymen var. O da vicdanını az da olsa dinleyenlerden herhalde. Bir konferansta bir izleyicisi soruyor. "Niçe, Tanrı öldü, dedi. Ama Tanrı ölmedi. Dine olan meyil artıyor, bunu neye bağlıyorsunuz?" Örsan Kunter, aynen şöyle cevap verdi. "Yok olmak, dehşetli bir şey. Ölüm sonrasını düşününce, sarsılıyor insan. Bu düşünceye çare bulmak için, insanlar mecburen dine sarılıyor." Anladık da sen ölmeyecek misin be adam? Yok olmaya karşı çare bulamadıktan sonra, en geçerli yol olarak hayatına bir şekilde son vermek kalıyor. Bunların meşhur bir felsefecisi de hayatın manası, intihar etmek demişti ya zaten.
Geçen akşam da konukları çok değerli Fikret Çetin kardeşimiz olduğu için, iki dinsizin Fikret Çetinle olan sohbetlerine kulak verdim bir müddet. Gerçekten, dinsizliğin bir fikir değil; bir çıkmaz, bir madrabazlık ve bir maskaralık olduğunu daha iyi anladım. Üç saatten fazla süren bu programda, on beş dakika iki dinsiz; tam üç saat de Fikret kardeşimiz konuştu. Daha doğrusu, dinsizler konuşacakları ve Fikret Çetin'e cevap verecekleri bir şey bulamadılar.
Bu iki dinsiz, kendi kanallarında, kendilerinden emin güya kallavi soruları ve mevzuları ile, kuruldukları köşelerden, süt yemiş kediye dönmek zorunda kalarak ayrıldılar. İtiraz ettikleri birkaç âyet ve bir iki güya çetrefilli konu ve itirazlarını bina ettikleri suallerini dinleyen Fikret kardeşim, onlara "Sizin bu itiraz ve dile getirdiğiniz mevzular, sinek vızıltısı bile değil." cevabını verince, neye uğradıklarını şaşırdılar.
Âyette geçen, kadını hafifçe dövün meselesi, vicdanına sığmamış güya. Adam bunu, dinsizliğine medar yapmış. Hani, dört evlilik meselesinde yaptıkları çarpıtmada olduğu gibi; sanki Cenab-ı Allah, herkese dört kadınla evlenin; bütün erkekler de eşlerini dövsün, diye emretmiş şeklinde yansıtmaya çalışıyorlar bunu. İşte dinsizlerin madrabazlıkları böyle oluyor işte.
Fikret kardeşim onlara, Hazret-i Peygamberin (ASM) hayatında kadına öyle muamele etmediği gibi, vefatına yakın son üç günde de hep kadına iyi davranılmasını tavsiye ettiğini anlattı. Acaba Hz. Peygamber, bu âyete itiraz mı etmiş oluyordu böylece? "Bu bile Kur'an'ın Hz. Peygamber'e ait olmadığını göstermez mi?" diye sordu. Bunun cahili olan dinsiz "Ben Hazret-i Peygamberin hayatını kabul etmiyorum, dinsiz olmadan da hadise ve siyere itibar etmezdim. Onun için, bana göre itirazlarımda Kur'an ölçüdür." demesin mi? Peki, Kur'an kimin eliyle ve ezberiyle bize ulaştı arkadaş? Hazret-i Peygamber'i sana göre yanlış ve eksik anlatan sahabenin Kur'an'ı muhafazasına nasıl güveniyorsun? Kendi kendisini çürütüyor yani.
Fikret Çetin, onlara "Hazret-i Peygamberin hiçbir yanlış ve yalanına denk gelinmemiş. Peki, siz Hz. Peygambere yalancı mı demek istiyorsunuz?" diye sordu. Ona (haşa) yalancı demek alçaklığını tarihte hiçbir kimse gösteremedi, bunlar da gösteremedi. Sadece kem kümle cevap veremediler.
Bunun ortası yok ki arkadaş. Gerçek öyle olmadığı hâlde Allah'ı kendi adına konuşturan bir insan, ya "en emniyetsiz, en ihlassız, en itaatsiz, en yalancı" olmaz mı size göre? Öyle olmadığı hâlde "Allah beni peygamber olarak gönderdi, O'nun fermanı ve size mesajı da bu âyetlerdir." diye, her gün böyle yalan (haşa) söyleyen bir insan, en büyük yalancı olmaz mı? Siz dinsizliklerinizle zımnen Hz. Peygamber'e bunu söylemiş oluyorsunuz, farkında mısınız? Yok, bunu söylemek istemiyoruz, diyecek oldular; ama lazım-ı mezhebiniz bunu gerektiriyor, dedi Fikret Hoca. Sonra da mealen 15. Söz'ün Zeylini aktardı.
"Hem Muhammed Aleyhisselatü Vesselam ya Resulullah'tır ve bütün resullerinin ekmeli ve bütün mahlukatın efdalidir; veyahut (haşa) Allah'a iftira ettiği, Allah'ı bilmediği, azabına inanmadığı için, itikatsız, esfel-i sâfiline sukut etmiş bir beşer farz etmek lazım gelir ki; bu ise, ey iblis! Ne sen ve ne de senin güvendiğin Avrupa filozofları, Asya münafıkları bunu diyemezsiniz. Çünkü bu şıkkı dinleyecek, kabul edecek dünyada yoktur. Onun içindir ki güvendiğin o feylesofların en müfsitleri ve Asya münafıklarının en vicdansızları dahi diyorlar ki: Muhammed Aleyhisselam çok akıllıydı ve çok güzel ahlaklı idi."
Bunu, dinsizler de kabul ettiler. Ahlaklı demek zorunda kaldılar. Fikret Hoca bu sefer "Peki, sizce de güzel ahlaklı olan, yalan hem de Allah adına yalan söyler mi?" Söylemez. Öyleyse peygamberdir. Doğru söylerse ki Peygamberim, diyor; o zaman peygamberdir. Bunu üstad şöyle bitiriyor.
"Madem şu mesele iki şıkka münhasırdır. Madem ikinci şık muhaldir.Yani onun yalancı olması muhaldir ve hiçbir kimse buna sahip çıkmıyor ve madem kat' i hüccetlerle ispat ettik ki ortası yoktur. Elbette ve bizzarure senin ve hizbüşşeytanın rağmına olarak bilbedâhe ve bihakkalyakin Muhammed Aleyhisselam Resulullahtır ve bütün resullerinin ekmelidir ve bütün mahlukatın efdalidir."
Evet dostlar, dinsizler fehimlerinin yetişemediği bir iki âyetle ilgili itirazlarına da Fikret Hoca, gayet güzel cevaplar vererek onları ilzam etti, susturdu. Fakat küfr-ü İnadilerinde devam ettiler. Aynen nurlarda geçen şekli ile kısa ve mahdut hayata mukabil, ebedî cehennem nasıl adalet olabilir,sualini de sordular. Cevabı uzun ama Fikret Hoca onlara siz inanmadığınız bir cehennemde yanmayı niye soruyorsunuz, dedi. Merak ediyoruz, dediler
Merak etmeyin o zaman arkadaş. Fakat suallere Nurlar olmadan cevap, gerçekten zor. İyi ki tanımışız ve okumaya devam ediyoruz. Aman değerini bilelim!
Selam ve dua ile.