Nurları kelime, terkip ve cümle cümle okumaya çalışırız. İnsanı aklından yakalayan bir cümle, kolayca kalbe de inebiliyor. Mânanın akıl midesine inmesini ve hazmedilmesini çok değerli görüyorum. Nurlarda esma ve sıfat-ı İlâhiyeye çokça yer verildiği için, metinler zikir ve ibadet niyetiyle de okunabilir. Ama okumanın daha kârlısı, içinde fikrin de olduğudur. Onun için üstad, şahane ve emsalsiz bir tevhid dersi olan 22.Söz için "İçinde hem küllî zikir hem geniş fikir hem kesretli tehlil hem kuvvetli iman dersi hem gafletsiz huzur hem kutsî hikmet hem yüksek bir ibadet-i tefekküriyye gibi nurlar var." tarifini kullanıyor. Tarif bile çok değerli ve 22.Söz'den geri kalmıyor. Hususen "gafletsiz huzur" kısmı, âcizane en can alıcı noktası.
"Gafletsiz huzur hâlini" yakalamak, bin can ile arzu ettiğimiz fakat araya giren başta "hata ve günahlarımız ve mânevî dünyamızı saran diğer kirlerimizin" engel olduğu bir keyfiyet. Ama yüksek bir keyfiyet. Elbette ki bu yüksek keyfiyeti kazanmak da bir o kadar gayret istiyor. Evvelemirde işe, nefse hâkim olmaktan başlamak, mânevî dünyamızı besleyen marifetimizi yiyip bitiren, kalbi kemiren günahları imha etmeyi başarabilmek şart. Yoksa gelir gider dengesi bozuluyor. Ne eline ayağına ne de dil ve gözüne hâkim olabiliyorsun. Evet, kendini besliyorsun ama giderin fazla olunca, artık dikkat sensörlerine hâkim olamadığın gibi, şuur ve idrâkin de felce uğruyor.
Geçenlerde hizmet ve şefkat insanı Şener Dilek Âbiyi dinledim. Şuur ve idrâke kelepçe vuran, onları işlemez hale getiren "masa, kasa ve nisa" üçlüsüne dikkat çekiyordu konuşmasında. Kendine yani nefsine güvenmek de ayrı bir tehlike. "Bana bir şey olmaz." havası, insanın her türlü havasını alıyor.
Her an ve şartta, ayrıca kolayca bu üçlü hem de serbestçe sana açık. Masa, bildiğimiz bir dünyevî makam da olmayabilir. Belki de en az tehlikelisi budur. Makamını, rütbesini hizmete vesile kılan çok insan tanırız. Endişesi, stresi davası olanlar, yataklarında rahat uyuyamadıkları gibi, makamlarında da rahat duramaz. Bu fakiri dinleyenlerden, senden iyi siyasetçi olur, diyenler oluyordu. Fakire, kendi fikir aynası gözlüğüyle bakıyordu. Biz ise, muhatabımıza "Bu arkadaş imanlı mı, imanlıysa ibadetli mi, ibadetliyse takva dairesinde mi acaba?" endişesiyle bakıyorduk. Demek bu yönüyle insan, niyeti değerindedir. Himmeti milleti ya da inancı olanlar, bu türlü niyetiyle cüz'i fiillerini külîleştiriyor. Tek başlarına birer millet veya cemaat oluyorlardı.
Masanın en tehlikeli ve hepimizi az çok alakadar eden bir yönü de var. Üstadın Sünûhat'ta enenin eşkal-i habisesi (pis şekli) olarak bir kısmını saydığı 'hodgamlık (sadece kendini düşünmek), hodfikirlik (kendi fikrine önem vermek) hodbinlik (menfaatine düşkünlük) hodendişlik (sadece kendinden endişe etmek)' gurur, inat, fikr-i infirâdî (tek başıyla kalmak istediği) gibi sıfatlar, derece derece hangimizde yok ki? Bunlar neticede, 'masanın eşkal-i hâbisesi' de sayılır bir yönüyle. Makam sevgisi, güzellikleri kendine izafet, tek başınalık, kendini vazgeçilmez sanmak gibi, insanı bitiren, hasenatı nesh eden şeylerin yanını yöresini yoklayın az da olsa hepsinde masanın bir yönünü görürsünüz.
Kasa eğer kalbe girdi, kısmen de olsa derece derece dünyanızı sardıysa; seni zikir, fikir, şükür ve bunların kayyumu olan iman hizmetinden geri bıraktıysa, tehlikedesin demektir. Acilen Kur'an eczanesine müracaat edelim.
Belki de en tehlikeli ve büyüleyici yönü olan ise, nisa tehlikesi. Yani cellad-ı sehhar (büyüleyici cellat) yönü var. "Çokların nefislerini birden esir edip kalp ve ruhlarını kebâir ile yaralıyorlar. Belki o kalplerin bir kısmını öldürüyorlar."
Kebâir ile yaralanmak belki ölmek ne ağır ve tehlikeli bir sonuç. "Birden esir almak" daha da düşündürücü. Kendimiz kısmen, nice genç daha ağır şekilde bu tehlikenin hücumu karşısında bulunuyoruz. "Hem az bir âmel-i salih, bu ağır şerâit içinde çok hükmündedir." cümlesindeki salih âmelden kasıt harama direnmek, onu terk etmek,ona yüzünü çevirmemek olsa gerek. Kıştaki bir dakika nöbetin, yazdaki bir saate denk gelmesi gibi, asıl kahramanlık, bu mânevi kıştaki 'dikkat' nöbetimizdir.
Hani anlatırlar. Tahiri Mutlu Âbi odasına "Burada gıybet edilmez." levhasını asmış ya. Biz de yanımıza yöremize buna ilaveten "Burada harama nazara müsaade yoktur." levhasını asmalıyız. Bu âciz böyle bir levha asmak kahramanlığını gösteremedik daha. Evimizi perdelerle sardık ama gözümüze perdeyi, dilimize süzgeci daha aynı derecede koyamadık.
Dershanede vakıfâne kalırken, Osmanlıca Münazarat'ta geçen "Çabuk ye'se (ümitsizliğe) inkılap eden hamiyet, hamiyet değildir." levhasını asmıştık. Anlık, günlük, aylık, senelik hamiyetleri görüyor ve duyuyoruz. Önemli olan, bunu bir ömürlük yapmaktır. Yolun sonunda doğru menzile varabilmek (hüsn-ü hatime) ömürlük hamiyet istiyor.
Özellikle bu nisa meselesinde, "iltica, istiğfar, istiaze, Kur'an tezgâhında dokunan takva zırhı" vazgeçilmezimizdir. Hasbelkader ve hasbelbeşer, içine düştüğümüz günâhın başka bir güzellikle, pişmanlıkla imha ve ıslahı ise, o elin meyalan-ı şerre uzanmasını engelleyen bir zincir olacaktır. Âmellerin müşterekliğinden gelen duaların, mânevi kalemize önemli bir imdat olduğunu, bundan "ihlas, irtibat, takva, hizmet derecesinde" hissemizin olacağını unutmamak elzem.
Nereden başlamıştık? Gafletsiz huzurdan. Huzura, yani her an Allah'ın huzurunda ve murakabesinde olduğumuzu unutturan gafletli hâller var. Bu hâller gönülleri, yakînleri karartıyor; sana, senin şah damarından yakın Rabbinden seni uzaklaştırıyor. O, sana yakın; ama sen ondan uzaksın, uzaklaşıyorsun.
Nurları tanıdıktan sonra ilk okuduğumuz eser, Mesnevi-i Nuriye olduğu gibi, serlevha yaptığımız ilk cümle de Mesnevi, Onuncu Risale'de geçen "Ne vakte kadar zâilat-ı faniyeye ihtimam ve bâkiyât-ı dâimeden tegafül edeceksin?" cümlesidir. Bilip de bilmiyor gibi yaşamak, bu âcizi çok düşündürüyor. Şuhuda yakın (görür gibi) bir tasdikten sonra, huzur-u dâimî (her an Allah'ın huzurunda olma hâli) elde edememek, ne hazindir! Bir daha sana iade edilmeyecek olan ömrü, sadece fâni şeylerde harcamak, hissettiklerini yaşamayı iptal eden, anlık lezzetleri önceleyen, hevasat-ı sihirbaza yenik düşmek, ne büyük bir kayıptır!
Evet dostlar, başlangıçta niyetimiz farklıydı. Ama kalem ve zihin bizi bunları yazmaya zorladı. Galiba derdimiz bu yönde olunca, ikazlar da nefsimize yöneldi.
Selam ve dua ile.