Gökyüzüne Hangi Canlı Bakamaz?

Habibi Nacar YILMAZ

Trabzon'da, Karadeniz Teknik Üniversitesi Elektrik Bölümünde okuyan çok değerli İsmail kardeşimiz vardı. Kaldığı yere uğradığımızda, bazen teleskop ve benzeri aletler görünce, merak edip onlarla ne yaptığını sormuştum. "Hocam, bunlarla gökyüzünü gözlemliyoruz ve bazılarını da füze yapımında kullanıyoruz" diyordu. Biraz heyecanlanmış ve bir o kadar da sevinmiştim. Sonra umumî derslerde yanımıza çağırır, çalışmalarını bütün arkadaşlara anlatmasını isterdik. Ona, her zaman yanında olduğumuzu söyler ve onu daima teşvik ederdik. Sonra Teknofest'e katıldı, güzel projeler üretti. Mesleğinde de ilerledi.

Bunu niçin anlattım? Öncelikle bulunduğumuz yerlerde bu tip proje veya çalışmalara destek vermenizi ve bunları teşvik etmeniz için anlattım. En azından hatırlatmak istedik. Bununla ayrıca, gökyüzü ile ilgili çalışmaların başlangıcının öncelikle gökyüzüne bakmakta saklı olduğunu iyice anlamıştık. Ayrıca bunu, gökyüzü hazinesini keşfetmede bize yardımı olur, diye de anlattım.

Geçenlerde "Kim Milyoner Olmak İster?" adlı yarışmada, "Vücut yapısından dolayı, hiçbir zaman kafasını gökyüzüne kaldırıp gökyüzüne bakamayan hayvan hangisidir?" sorusunun cevabının 'domuz' olduğunu öğrenince, biraz irkildim doğrusu. Gökyüzüne bakamamanın bu hayvanla eş değerde olabileceğini düşündüm. Ayrıca gökyüzüne ne kadar baktığımı veya nasıl baktığımı sorgulayınca, yeterli not ile sınıfı geçtiğimi söyleyemeyeceğimi anladım.

Vücut yapımız gökyüzüne bakmaya engel değil; ama gözümüze taktığımız bazı sun'i kasklar buna bazen engel oluyor. Ekran kaskı, gaflet ve sanal dünya esareti kimimizi gökyüzüne bakma engellisi yapıyor. Resmen engelliyiz yani. Bu, yürüme, konuşma engellisi olmaktan beter bir hâle getiriyor insanı.

Bir insanın sadece Allah'ı bilmesi, tanıması, tecelliyatına şahit ve meşhud olması için bile dünyaya gelmesi gerekirdi gerçekten. Yeryüzü ve gökyüzünün sahibini tanımak, bu acayip manevraların Sultanınını anlamaya çalışmak istemez mi İnsan?

Gündüzü getirip yeryüzünü, geceyi ağartıp gökyüzü sayfalarında, başta Güneş ve Ay manzaralarıyla bizi seyahat ettirip kainatı seyrettiren Cenab-ı Allah, bu kâinat kitabını bize tefsir eden âyât-ı Kur'an'la da bu sayfalara dikkatimizi çekiyor. Hatta gökyüzüne göre bir kum tanesi bile olamayan yeryüzünü, gökyüzüne denk de tutuyor. Âyetlerde ikisine aynı satırda yer veriyor.

Sadece gökyüzüne mi yer veriliyor? Hayır. Gökyüzünün süsü olan kuşlara da Mülk Sûresinde "Üstlerinde kanatlarını aça kapaya uçan kuşları hiç görmediler mi? Onları havada Rahman'dan başkası tutmuyor?" mealindeki âyetiyle dikkatimizi çekiyor. Bu âyet, çok zamandan beri dikkatimi ve merakımı çeker. Kuşlar olmasa, gökyüzü ne kadar sevimsiz olur değil mi? Kuşlar da çeşitleri, süslü keyfiyetleri, uçuşları, sesleriyle ayrı bir dünya zaten. Mevsim, geçim ve üreme şartlarına göre dizayn edilmiş, mühendislik harikası bu canlıların biblolarını yapan, süsleyen biri olur da canlısının mühendisi olmaz mı?

Gökyüzünden başlamıştık ya. Yedinci Şua, Ayetü'l Kübra Risalesinin başında da "Kâinattan Halıkını Soran Seyyah" da bu sorgusuna gökyüzünden, gökyüzünün 'nur yaldızıyla yaldızlanmış güzel yüzünden' başlıyor.

Nur yaldızı ile yazılan bu güzel yüzün güzelliğinin bozulduğunu hiç gören , duyan var mı acaba? Tarih yazıyor mu? Milyarlarca kürenin bir anarşizmine hiç denk gelinmiş mi? Oradaki hiyerarşi hiç bozulmuyor. Halbuki oradaki düzenin bozulmasına çok sebepler de var. Dünyada milyonlarca büyük küreler direksiz duruyor, gazsız yanıyor, uyum içinde beraber geziyor, durmadan koşuyor. Demek, bütün bunlar "Nafiz(güçlü) bir emrin, büyük bir Âmirin mûtî ve büyük ordusuna 'Arş' emriyle oluyor." Başka mümkün mü?

Başka mümkün görenler de var maalesef. Yine Karadeniz Teknik Üniversitesinde eskiden çalışan bir akademisyen vardı. Jeodezi bölümünde, ilgili derste kürelerin birbiriyle çarpışarak, çarpışmamayı öğrendiğini söylemişti öğrencilere. Kalpten iman çıkınca, aklın de muhakeme istikametini tamamen kaybettiğini görüyoruz böylece.

Duaların kıblesi olan gökyüzünün tefekkür, yani 'iman ibadeti' için geniş ve çok münasip sayfa olduğunu gökyüzü için kullanılan âyetü'l kübra nitelemesinden de anlayabilirsiniz. Üstad Ayetü'l Kübra Risalesinin başına İsra Suresinin "Yedi gökle yer ve onların içindekiler, O'nu tespih eder.." mealindeki 44. Âyetini alıyor. Gökle yer ve onlar içindekilerin Allah'ı nasıl tespih ettiğini bir sinema levhası seyreder gibi; harika benzetmeler, kişileştirme ve aliterasyon edebî sanatlarını da kullanarak gözler önüne seriyor. Adeta kâinatı hallaç pamuğu gibi atıyor, biiznillah aklı ikna ve iz'ana, kalbi tatmine ulaştırıyor.

Al-i İmran Suresinin, "Göklerin ve yerin yaratılışında, gece ile gündüzün farklı oluşunda akl-ı selim sahipleri (düzgün ve doğru düşünenler) için, elbette ibretler vardır." mealindeki 190. Âyetinin ışığında, doğru düşünme yollarını, ibret levhalarıyla ortaya koyuyor. Yine aynı surenin, "Onlar ayakta dururken, otururken, yatarken hep Allah'ı anarlar; göklerin ve yerin yaratılışını düşünürler. Rabbimiz, sen bunu boş yere yaratmadın. Seni tenzih ve takdis ederiz. Bizi cehennem azabından koru!" mealindeki 191.Âyetinin rehberliğinde onlarca tefekkür levhasını anlatıyor.

Araf Suresinin: "Onların kalpleri vardır ama onlarla kavrayamazlar. Gözleri vardır ama göremezler. Kulakları vardır ama işitemezler. Onlar hayvanlar gibidir, hatta daha sapkındırlar." mealindeki 179. Âyetinin itap ve ikazına muhatap olmamak için, onlarca âyetin işaret ettiği tefekkür ve tezekkürün halis ve kestirme yolları da gösteriliyor Ayetü'l Kübra Risalesi'nde.

Dünyada insanın dışında da misafirler var. Bunlar, dolaylı ya da doğrudan insana hizmet ediyor, ettiriliyor. Fakat tefekkür ve tezekkür fazileti ve kabiliyeti sadece insana verilmiş. Ben niye varım, sorusunu sadece insan sorabiliyor. "Her şey bana hizmet ediyor, ben kime hizmet etmeliyim; bu şuursuz, cansız mahlukat, hangi şefkat ve merhametin emrinde çalışıyor?" suallerinin cevaplarını kim arayıp bulmaya çalışacak? Kediler mi geyikler mi acaba?

İşte gökyüzüne bakamayan insan, bu tefekkürü tam yapamadığı gibi insanı farklı kılan bu sualleri de soramaz hâliyle. İnsanlığımızın yarım kalmaması, tefekküre; tefekkürün büyümesi de semaya nazara bakıyor.

En derin ve iç açıcılığıyla semavat ise, bize, "Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen fa'al ve kudretli bir Zâtın harika işlerine bak!" diyor. Gökte ve yerde yaratılan âyetler delilleriyle nazarımıza sunuluyor.

Evet dostlar, Hz. Peygamber Aleyhissalatu Vesselam, semadan gelen yağmur damlaları ile ıslanmak isteyişini, rahmetin elinden daha taze çıkmış yağmur taneleriyle buluşmak sevinciyle açıklarmış. Hangimiz yağmura böyle bakıyoruz?

Yine, gecenin en sessiz anlarında çıkıp semavat denizini seyredermiş. Kaç defa bu sünneti ihya ettik acaba?

Üstad aylarca, yüz tabakalık irtifada, katran ağacının başındaki yuvada, semanın yıldızlarla yaldızlanmış güzel yüzünde hunnes ve künnes yıldızlarını arar; ufukta Zühre yıldızını ve küçük arkadaşını gözler, tefekküre dalarmış. Bunu birkaç defa yapabilme mecalimiz var mı acaba?

İşte bunları kendi adıma söylüyorum hakkıyla ve yeterince yapamayınca, şu semavatın Sultanına iman ile intisap ve bu dünyada O'na misafir olmanın saadet de şerefine de yaklaşamıyor çoğu zaman farkında bile olamıyoruz.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.