Trabzon'da yerel bir gazetede köşe yazısı yazan bir arkadaş, Said Nursi ile ilgili bir yazı da yazmıştı bir zamanlar. Yazıyı da değerli bir dostumuz okuyup keserek, bana getirmişti. Güya Said Nursi, 31 Mart olayında milleti kışkırtmış, Milli Mücadeleye de karşı çıkmıştı. Canım sıkıldı. Gazeteye gittim ve yazarın adresini, telefonunu sordum. Sağ olsunlar, telefonunu vermediler ama adresini tarif ettiler. İşçi Partisi'nde bulunuyor dediler. Partinin dördüncü kattaki bürosuna gittim ve adamın telefonunu aldım. Adamı aradım ve yazıdaki bilgilerin yanlış olduğunu, bu yanlış bilgileri hangi kaynaktan aldığını sordum. "Turan Dursun'un 'Nurculuk' adlı kitabından aldım" demesin mi? Bu fakir de biraz Turan Dursun uzmanı sayılır. Adnan Menderes döneminde, adam yokluğunda biraz Arapça bildiği için tayin edilmiş ve hayatında hiçbir zaman halis bir imanla tanışmamış birisi Turan Dursun. Âyet ve hadisleri çarpıttığı gibi, işbirlikçi olduğu bazı kesimlerle, üstadın hayatını da çarpıtarak hayali ve yanlış bilgileri ile bir şeyler karalamış. Adama bunların doğru olmadığını, doğru bilgilere ulaşmak istiyorsa yardımcı olabileceğimi ifade ettim. Benim ısrarım karşısında biraz sarsıldı hem de pişman oldu. Aradığıma memnun da oldu.
Fakat bazıları var ki ilimde belki bir karış mesafe almış ama bu bir karış ilim, onu enaniyet ve gururdan, bilmediği ve boyunu aşan mevzuları konuşmaktan men edemiyor, edememiş. Yine birileri mevzu ve bilinemezlik sıkıntısı çektiğinde ya da gündeme gelmek istediğinde, meşhur ve muteber birine sataşarak, değerli dostum, edip Hüseyin Yılmaz'ın yerinde bir ifadesi ile "Halis bir eşeklik de yaparak" içindeki kazuratı çıkarıveriyor."
Said Nursi ve onun eserlerine, Süleymaniye Vakfı'ndaki seviyesiz sataşmaları biraz gülerek biraz da üzülerek izliyordum ara sıra. Gençler, cehaletin verdiği şehvetle, karşısına bazen nurlardan yarım yamalak haberdar birini de alarak komik yorumlarla, karşısındaki zavallıyı da madara etmeyi başarıyorlardı. Başı sonu alınmamış, ortadan bir cümle alarak ya da kendilerine göre sahih sayılmayan bir rivayete bina ettikleri bir mevzuyu da serrişte ederek, hayatı ve eserleri şirkle mücadele ile geçmiş Said Nursi gibi bir tevhid havarisini, utanmadan sıkılmadan şirkle suçluyorlardı. Başkasından alınma yarım cümleleri kullanan İslamoğlu'nu ise, Şahin Doğan kardeşim, onu yerin dibine batıran cevaplar verdiği için es geçiyorum.
Bu tip saldırıların bir kısmı iman, İslam ve Kur'an düşmanlarından geldiği için, tâ zamanında üstad, bunların bir kısmına cevaplar vermiş; bir kısmını da Aziz-i Cebbar olan Cenab-ı Allah'a havale etmişti. Bizler ise, gelecek nesillerin "Yok muydu bu haysiyet cellatlarına bir cevap verecek?" serzenişinden ve yüzümüze savrulacak tükürüklerden kurtulmak için, bir iki nakıs cümle ile cevap vermeye çalışıyoruz. Yoksa Said Nursi ve emsali bâlâkametlerin özellikle elli kadar dile çevrilmiş, dünyada Kur'an ve hadîslerden sonra en çok okunma sırasına girmiş Risale-i Nur eserlerinin bizim savunmamıza ihtiyacı yok. Halis de olsa, it ürür kervan yürür, deyip geçeriz, geçiyoruz
Dostlarla uğraşanlar, düşmanla savaşamazlar, diyor Selahattin Eyyûbi. Dost ve ehl-i iman bildiğimiz bir medya grubunda boy gösteren, bîHalis ve ismini pek duymadığım sureta beşer görünümlü lekeli ve lekesizlerin, hiçbir sebep yokken bu son saldırı cinsi, şekli, tarzı şimdiye kadar pek rastlamadığımız âdilikte. Çocukluktan çıkamayan bir halet-i ruhiyenin, pis ve lekeli aynasına yansımasıyla, Risale-i Nur Külliyatını kendi aynasındaki boncuk oyununa benzetmiş bu beyin!
Külliyatı okumadığı ve sönük kafa feneriyle karanlıkta boncuk aradığı cümlelerine yansımış böylece. Etrafını ve yanında yöresinde Nur Külliyatı için yazılanları yüzeysel de olsa bakıp okuyabilecek bir mecal, izan, insaf, idrâk, anlayış ve insanlık da yok bunlarda anlaşılan. Eğer bunlarda bir insanlık, izan, okuma, araştırma kabiliyeti olsaydı biraz; kötülük problemine orijinal ve Kur'anî bir tarzda çözümler getiren sadece İkinci Lem'a Risalesi için "İslam tarihinde böyle bir metin yazılmamıştır." cümlesini kullanan değerli yazar Yusuf Kaplan'a bakar, dinler; içinde debelendikleri boncuk oyunu humarından çıkarlardı belki.
Yusuf Kaplan Bey, başka bir tahlilinde bakın ne diyor?
"Bediüzzaman çağdaş İslam düşüncesinin miladıdır. Bundan kastım, kendisinden önceki bütün bir İslam düşüncesi fikriyatını ve fiiliyatını sil baştan tasvir, tarif ve tahlil etmiş olması ve sonra da kendisinden sonraki kuşaklara İslam düşüncesinin nasıl görünme, muhteva ve forma sahip olabileceğini göstermiş olmasıdır. Bediüzzaman'a bu açıdan fazla yaklaşılmış değil. Neden anahtarın Bediüzzaman'da olduğunu gösteren en önemli şey bu.
Her insan çağının çocuğudur. Bize bir şeyler söyleyecek olan düşünür, çağının ağlarını, bağlarını, kavramlarını aşabilen ve açabilen düşünürdür. Çağının ötesine taşıyabilecek düşünürdür. Bediüzzaman hem insanlığın sorunlarına ilişkin hem de Müslümanlığın insanlığa ne verebileceği meselesine ilişkin bir külliyat, bir fikriyat ortaya koyan biridir."
Yusuf Kaplan'ın bu ifadeleri kullandığı külliyat için, bu densizin kullandığı ifadelere bakar mısınız?
"Modern zaman ve Müslümanların bugününe zerre faydası olmamış."
İnsanın idrâki kurur, tüm zamanlarda kaybolur, gelgitler yaşar da bu kadarı da ne duyulmuş ne de görülmüştür. Bu ülke, pespayelikte son noktayı böylece gördü ve ba'dehu görmeyecektir. Çünkü bundan daha bir körlük olmaz, daha doğrusu olamaz.
Nasıl olsun ki üstad Necip Fazıl'ın şahane mısralarıyla ifade ettiği:
"Bir kitap sarayının bin dolusu iskambil,
Barajlar yıkan şarap, sebil üstüne sebil"
...
"Siyaset kavas, ilim köle, sanat ihtilaç
Serbest verem ve sıtma, mahpus gümrükte ilaç"
olduğu bir dönemde, parmakların sayısı kadar birkaç ehl-i hakikatle, müspet iman hizmeti parolasıyla, "Durun kalabalıklar, bu sokak çıkmaz sokak!" diye haykırarak, bir kutup yıldızı gibi, o karanlık dönemde yüz yirmi kadar risale yazıp bu fakir de dahil binlerin imanının kurtulmasına vesile olan bir Zât ve Külliyatını faidesizlikle suçluyor. Böyle bir hizmet ve eser külliyatı için bu cümleyi kullanmak için, bir aklın küle dönmesi lazım herhalde.
"Risalelerin inşa ettiği tek bir öncü, ihya edici de yokmuş." diyor bu şahıs.
İnşa etmek için, münşi (inşa eden) olmak gerekir evvelâ. En büyük münşi de Allah'tır. Allah'ı kalplerde ihya ve inşa etmekten daha büyük bir ihya ve inşa olur mu hiç? Güneş nasıl gürültüsüz, hareketsiz gibi görünse de binlerce tohumun, nebatın ihyasına ve inşasına hizmet ediyor. Ama sen bunun farkında bile değilsin. Rüzgâr gürültülüdür ama bir ihya ve inşası yoktur. Rüzgârın gürültüsünü ihya ve inşa zanneden bu mefluç zihniyet, Said Nursi'nin güneş misal kırmadan, dökmeden başardığı ihya ve inşasını göremez ve göremiyor hâliyle.
Bugünkü siyaset, Reis de dahil çok istemesine rağmen, birkaç makyaj dışında istenilen ihya ve inşayı yapamıyor, yapamazlar da. Bu mezkûr körleşmiş akıl da Nurun ikna ve ihya edici metod ve mahza Kur'anî olan izah ve ispatlarını da anlayamaz. Her daim duamızda olan Reisi bundan istisna tutuyorum. Çünkü onun bağrı yanık. Ve bu konudaki özellikle eğitimdeki eksikleri görüyor ve her vesile ile ifade ediyor. Ancak bu açmazın Risale-i Nur'la, onun müspet ikna tarzıyla aşılacağını inatla görmeyen, göremeyen çevresine, eğitim camiasına laf anlatamıyor zannediyorum.
Hay Allah biraz uzadı, başlığa daha yeni geldik. Haddini aşıp belki de bu köyü değneksiz zannederek, üstüne vazife olmayan işlere girişen, sağından solundan habersiz, İ.Halis nâm zât, yine edip dostum Hüseyin Yılmaz'ın tabiriyle "ırkçılık humarıyla bir eşekliği tutunca" başta haza İslam, tevhid, nübüvvet, iman, insan, ibadet, cihat, eğitim, yüksek İslâm siyaseti, varoluş meseleleri, yaratılış gayesi gibi binlerce diğer önemli ve hayatî konularda Kur'anî bakış açısı ve izahlar getiren ve asrın en can alıcı suallerini cevaplayan Risale-i Nur eserleri için, "mugalata labirenti" tabirini kullanmış.
"Ey ahmakul humakadan tahammuk etmiş sarhoş ahmak!" Hangi kitaptaki hangi cümle mugalata imiş göstersene! Mugalata, safsata demektir. Safsata dediğin cümlelerden bir iki örnekle sana bir ders verelim de ayık olduğun zaman belki okursun da nasıl bir halt işlediğini ve bu haltı temizlemek için, kaç çeşmenin, kaç sene akması gerektiğini anlarsın belki.
Asrın yüzüne savrulan ve tedavi çaresini gösteren "Ma'riz bir asrın, hasta bir unsurun, a'lil bir uzvun reçetesi ittiba-ı Kur'andır" cümlesi mi safsata?
"Sivrisineğin gözünü halk eden (yaratan) Güneşi dahi o halk etmiştir." gibi kısa cümleyle kâinat unsurlarını tevhid mührü ile birleştiren cümle mi safsata?
Densizlerin ve dinsizlerin nefesini kesen, onları sersemleştiren "Bir köy muhtarsız olmaz. Bir iğne ustasız olmaz, sahipsiz olamaz. Bir harf kâtipsiz olamaz, biliyorsun. Nasıl oluyor ki nihayet derecede muntazam şu memleket hâkimsiz olur. Hem sanat, sanatkârı icab eder." cümleleri mi safsata?
Yaşadığın hayal dünyasından uyandıracak ve utandıracak olan "Bir tane sıdk, bir harman hayali yakar. Bir tane hakikat, bir harman hayale tercih edilir." cümlesi mi safsata?
Bu ve emsali cümleler, senin gafil kafana bir tokmak gibi insin de her biri yüksek iman ve Kur'an davasını kendine dert etmiş, tanımadığın, bilmediğin, konuşmadığın milyonlar Nur talebesine "yılış" (laubali, iddiasız) demenin sende- bir parça kalmışsa eğer- vicdan azabını belki hafifletir.
Evet dostlar, özellikle Orta Doğulu kardeşlerimizle sürekli diyalog içindeyim. Tanıyıp okuyanlar, hocasından talebesine hepsi, "İslam'ın hakikatini Nurlardan öğrendik" diyorlar. Sadece Said Nursi ismini ve eserlerinin mahiyetini bilenler, bu sayede ülkemize teveccüh ediyorlar. Yani Nurlar bir ittihada ve teveccühe vesile oluyor. İttihat ve teveccühe vesile olması noktasında Reisin hakkını da yemeyelim. Durum böyleyken, yeni yetme bazı densizlerin bu adi beyanlarına da cevap bize kadar düşüyor demek.
Selam ve dua ile.