Rahmetli babam 1913 doğumluydu. Osmanlının son dönemlerini, bizim Oltu ve Şenkaya ilçeleri çevresinde Ermeni ve Rus zulmünü, küçüklüğünde az da olsa yaşamış ve şahit olmuştu. Fakat daha taze ve bizzat yaşadıkları ve muhatap oldukları da vardı ki Rus ve Ermeni zulmünden aşağı değildi.
Köyün camisinde Kur'an dersi talebelerinin jandarmaya yakalanmaması için, köyün girişinde bekleyip gelen tehlikeyi camiye koşarak bildirdiğini çok anlatmıştı bize. Ezanın aslının yasaklanması da ayrı bir trajedi olarak hafızasında taze olarak duruyordu.
Babam, o dönem kıtlık yıllarını da anlatırdı hep. Arpa ekmeği bile bulmakta zorlanırlarmış. Çarık giyebilmek bile bir ayrıcalıkmış. Dedim ki babama "Hiç, buğday yok muydu, arpa yerine buğday ekseydiniz, buğday ekmeği yerdiniz?" Hiç unutamıyorum, aynen şunu söyledi: "Oğlum, buğday ekerdik ama olmazdı. Menderes gelince buğdaylar olmaya başladı. Ancak ondan sonra çarıktan kurtulduk, buğdaya ve ayakkabıya kavuştuk."
Yol parasını da anlatırdı. Ya gidip yapımda çalışacaksın ya da para vereceksin. Para vermemek için mecbursun gidip çalışıp araba yolu yapmaya. Köye jandarma eşliğinde gelen tahsildarlar, hazır ayrılmış arpanın bir kısmını devlete alırken, onlar da vermemek için, günlerce uğraşıp ayırdıkları arpayı, tekrar samana katarlarmış. Böylece, az vermek için, bir sürü işkenceyi göze alırlarmış. Zaten arpa ancak aileye yetebilir kadarmış. Yine inek, sinek ve davarlarını tahsildardan kaçırıp günlerce ormandan inmezlermiş.
Peki, toplanan arpalar ne olmuş? Götürüp Oltu'da meşhur Aslanpaşa Camisi'ne depolarlarmış. Orada da çürür ve sonra da Oltu Çayı'na dökerlermiş. Hem cami kapalı kalmış oluyor hem de depo görevini görüyormuş anlaşılan. Bunları bizzat yaşayan babam anlatmıştı. Bunlar Rus zulmü değil ha, o dönemin ceberut, vahşi ve millete, değerlerine düşman bir fırkanın hafızada kalabilen uygulamaları.
Bir de pencere vergisi çıkmış bir ara. Güneşten istifade ediyorsun diye evinin pencere vergisini bile vermek zorunda kalmış biçare adam. Aynı dönem şehirlerde de ekmek kuyrukları ve karne dönemi olmuş ama köy olunca arpa ekmeği ile idare eder, haliyle karne almak zorunda kalmazlarmış en azından.
Bu tip uygulamaları anlatmama neden olan şey, Halk Fırkasının yeni yetme, âyetten, hadîsten habersiz bir sözcüsü arkadaşın bir hutbe vesilesiyle yaptığı konuşma ve Diyanet Reisne olan çirkin tepkisi vesile oldu. Daha bir iki sene önce de genel başkanları İslamî eğitime Orta Çağ zihniyeti demişti. Çeşitli zamanlarda böyle kendini belli eden bir zihniyetten bu beklenirdi zaten.
Üstad, çeşitli zamanlarda bu partiye hitap eden mektuplar yazarmış. Ama hiçbirinde partinin isminin başına cumhuriyet kelimesini kullanmamış. Çok eskiden beri, dikkatimi çekerdi. Niçin kullanmamış acaba, derdim. Şimdi daha iyi anladım ki bu fırkanın cumhuriyetle, ne o zaman ne şimdi hiç alakası olmamış ve bu gidişle olmayacak da. Bu kanaatleri haklı çıkarmak için, sanki yarış içindeler bu nadanlar.
Hani, eskiden Rusya dağılmadan önce ismi Sovyet Sosyalist Cumhuriyetler Birliği idi ya. Tek parti, seçime girer ve hep kazanırdı. Çünkü başkası yoktu ama adına baksan cumhuriyet. Ama hep isimden ve resimden ibaret. Ruh tamamen despotluk. Öbür taraftan adı krallık ama tam bir cumhuriyet karakteriyle yönetim şekli de bazı Avrupa ülkelerinde var. Demek cumhuriyet isimle ve resimle olmuyor, uygulama ile oluyordu.
Bir tarihçi hem de koyu halk fırkalı bir dostuma dedim ki sen bana iki şeyi açıkla, izahını yap, sana hak vereceğim. Birincisi, 1946'da açık rey, gizli tasnifi; ikincisi de çok partili hayat olmadan tek partili bir hayatta cumhuriyet nasıl olur? Yirmi senedir bekliyorum hâlâ cevap yok! İşte, cumhuriyeti biz kurduk gibi iddiaları var ya. Kurdukları şey, yukarıda anlattığımız, cumhur ile alakası olmayan uygulamalar. Hele şapka giymek istemeyen, Kur'an ve ezanına sahip çıkmak isteyen cumhura yaptıklarını tek tek anlatamıyorum. Bir koruma kanunu var da o yüzden.
Bazen halktan özür dileyeceğim, geçmişimle hesaplaşacağım gibi sureta sevimli laflar işitiyoruz bu cenahın simsarlarından. Fakat çok geçmeden hem icraat hem de söylem tersine dönüyor.
Şimdiki simsar da Diyanet Başkanın okuduğu hutbedeki bazı hususlara kafayı takmış. Kendi adına konuşmuyor elbette. Simsar ya, fırkayı temsilen diyor ki "Haddini bil başkan!" Ne demişti ki haddini bilecek başkan? "Müslüman kadınlar el ayak, yüz hariç örtünmelidir. Gençlerimizi de evlendirme zamanında geldiği zaman kolayca evlendiriniz."
Simsarımız hemen: "Örtünmek de neymiş, sen bunu bu ülkede dayatamazsın hadsiz adam!" diye başkana celalleniyor. Ben de âcizane diyorum ki: "Bre hadsiz simsar ve temsilcisi olduğu ıslahı gayr-ı kabil, belasını arayan güruh! Örtünmeyi başkan mı emrediyor ki haddini bilsin? Bu, Kur'an'ın üç yüz bin kadar tefsirinin yorumuyla sabit bir emir. Allah'ın emri. Başkan, hutbe makamında, Müslümanlara Allah'ın bir emrini tebliğ ediyor. Allah, hayalı olun, kendinizi teşhir etmeyin, namusunuzu koruyun, iffetinizi muhafaza edin diye, bu da örtüyle olabileceği için, Kur'an'da emrediyor. Siz siyasî hayatınız boyunca Allah'ın bu emsali emirleri ile savaştınız. Bu millet de yaklaşık seksen senedir sizi aforoz etti. Loş ve ufunetli zihniyetinizle baş başa kaldınız. Siyasî epter oldunuz. Halkla, halkın değerleriyle savaştınız. Onları hiç hazzetmediniz. Ara sıra dindarlara, cami cemaatine sahte gülücükler dağıttınız diye sizin gerçek yüzünüzün kapanacağını mı zannediyorsunuz."
Bu çıkış, Halk Fırkasının asıl yüzünü bir daha göstermiştir. Cumhuriyet öncesinden başlayan ve asıl niyetini sakladığı için, bir zamanlar tüm bir milletin dininden ve vatan sevgisinden aldığı bir kuvvet ve ruhla hatalarına bakmayarak sahiplenilen bu habis ruh, üstad Said Nursi'nin de tam bir isabetle öngördüğü gibi, bu asil millet tarafından asla iktidara getirilmeyecektir. Bakmayın milletin bir gaflet anına denk gelmiş ve bir tepkinin de tezahürü ile kısmi bir başarı görülmüştür. Ama bu millet yine feraseti ile bu ülkeyi bu hadsiz şebekeye teslim etmeyeceği inancındayız.
Bir sitemim de başta iktidar ve siyasi figürlere gitsin. Bu densizin inkâr ve hücum ettiği asıl hedef Kur'an ve onun açık bir emri ve Hazret-i Peygamberimdir (asm). Başka bir şey değildir. Diyelim ki Başkan Bey bir devlet memurudur. Polemiklere girmeyi uygun görmemiştir. Sizin hiç mi gayret ve dinî hissiyatınız ve hassasiyetiniz yok ki Allah'ın açık emri ve İslamî şeaire savaş açan bu Orta Çağ fosili zihniyetine hak ettiği bir cevap veremediniz. Bir haftadır kendi kendimi yedim, bitirdim. Adamlar, İslamî eğitime Orta Çağ zihniyeti diyor, bir diğeri karnındaki ufuneti beyninden çevirip ağzından çıkarıyor. Hep sessiz mi duracağız arkadaş? Yoksa siz bu derece alçalan çukur zihniyete şirin mi görünmeye çalışıyorsunuz? Unutmayın ki onlarla aynı sofralarda oturup kalksanız dahi, dininizden dönmediğiniz takdirde onlarca makbul olamazsınız.
Evet dostlar, bu âciz bu yazıyı bir siyasi yazı olarak görmüyorum ve görmeyiniz lütfen. Gelecek nesillerden "Yok muydu bu dinsiz olup olmadığı tam bilinmeyen bu densizlere bir cevap veren?" sitemine muhatap olmamak için yazılmıştır. Bu yazı ilgili yerlere de ulaşır da bir dava açma cesaretini gösterirlerse, Trabzon caddelerinde bunu teşhir etmek de yine bu fakire düşecektir.
Selam ve dua ile.