Geçen haftalarda Hazret-i Peygambere (ASM) çirkin imalarda bulunan ve bu mülevves hâliyle epeyce de meşhur olan arkadaşın; başka bir değerli arkadaşımızla olan tartışması ile ilgili "Dio ve Ordu'nun Dereleri" adıyla bir yazı yazmıştık. Meğer Dio adlı arkadaşın fedaileri çokmuş. "Dio yalnız değildir." sloganı ve sahte isimle açtıkları hesaplarından bana tehdit mesajları atıyorlar. Dio'nun tamamen mantık cambazlıkları ve karışık felsefî izahlarla dolu, basit ve fasit fikirlerini açık ettiğimiz yazımızda Dio için "Eğer bir proje değilse, eninde sonunda iman eder." temennisinde bulunmuştuk. Bu zavallı ve aptallıkta zirve sahte hesaplar, anlattığımız delilli izahlara bir cümle diyemeyince, bizim proje kelimesine takılmışlar. Beni, adalete başvurmakla tehdit ediyorlar. Hem bu ülkede adalet yok deyip hem de yok dedikleri adalete başvuracaklarmış. Buradan yazıyorum ve bu başvuruyu bekliyorum. Benim üstadım ömür boyu bu zındıka müsveddeleri ile mücadele etti. Biz mi bunlara pabuç bırakacağız? Bizim kaçacak başka bir vatanımız da yok hem.
Yahu arkadaş, küfür zaten bir projedir. Küfür cephesinden hücum edenlerin çoğu, tarih boyunca hep böyle sütre gerisinde olmuşlar ve küfür projelerini çeşitli oyunlarla, adlarla ortalığa sürmüşler. Bu da bunun yeni bir versiyonu anlaşılan.
Aklı başında birinin basit bir gözlük için, yapanı var deyip de göz için, yapanı yok demesi mümkün mü? Daha da önemlisi, gözü yüzümüze takan Zât'ın bunu niçin taktığını bildirmemesi düşünülebilir mi?
Dio da bir arkadaşla olan tartışmasında, bunu soruyor zaten. "Allah'ın varlığı iki kere iki dört eder derecesinde açık ve bedihi ise, Allah bizi niçin ona inanmak veya inanmamak şeklinde imtihan ediyor ki?" diye soruyor. Yahu arkadaş biz de onu anlamaya çalışıyoruz gerçekten. Normal standartlarda bir aklın bunu anlaması lazım değil mi? Dediğin gibi, anlamıyor işte arkadaş. Kimi sebeplere, kimisi tembel nefsine, kimisi felsefe bataklığına takılıp boğuluyor demek.
Demek imtihan sorusunun cevabı, iki kere iki dört eder derecesinde net. Tarih boyunca aynı davayı savunmuş peygamberler tarafından aynı şekilde bu cevap veriliyor. Bu konulara kıyısından köşesinden giren hiçbir filozof da bir konuda bile anlaşamıyor. Fakat biz insanlar iki kere iki dört derecede kat'i olan bu imtihan sorusunu, 513 üzeri 13 derecesinde zor bulunur şekle sokuyoruz ki neticeye ulaşmakta da yolda kalıyoruz bazen. Aslında fıtratı mükerrem olan insan, fıtratını bozsa da neticede hakkı aramadan vazgeçemiyor. Çok önemli bir tespitle, bu arkadaşlar "Kasten ve bizzat küfrü kabul etmiş" de değil. Nefislerine ve akıllarına yapışan bir küfür mikrobu, tedavi edilmeyince bütün bünyeyi sarmış oluyor. Güya böylece iman ve ibadetin iki kıyyelik ağırlığından kurtulduğunu zanneden böyle kişiler, akıl ve ruhunu binler batman ağırlıklarla muhatap edip yılanların ısırmasını kabul ediyorlar.
Mezkûr arkadaş, agnosmuş meğer. Yani kendisinin ve kâinatın bir sahibi, yaratanı var mı yok mu bilinemez, kesin bir şey söylenemezmiş. Bu beş paralık fikri yapıyı, birkaç sene önce öğrenince, küçük dilimi yuttum doğrusu. Yüzüm kızardı ve hemcinsim birinin bu kadar basit düşünebilmesi, bana soğuk terler döktürdü. Yani bir harfin kâtibi var mı yok mu, bilinemez; onun hakkında fikir yürütülemezmiş. Normal bir insanın bunu demesi, bu kadar basitleşebilmesini psikiyatr uzmanlarına havale ediyor ve devam ediyorum.
Sonra biraz daha bu fikriyatı irdeleyince, kâinatın bir yaratıcısı olabilirmiş de fakat bununla ilgili bir şey diyemezmişiz; yani yaratıcının kim olduğu, nasıllığı hakkında bir kelam edemezmişiz noktasına geldiklerini gördüm. Nasıllığı yani Zât'ı hakkında edemeyiz elbette. Çünkü Halık, mahluk cinsinden değil ki birader. Seni kuşatan, hayaline veya aklına takılabilecek her şey mahluk. Yani yaratılan cinsinden. Öyleyse Yaratan, zâtı ile mevcud-u meçhul; ama sıfatları ve sanatı ile her an gözümüzün önünde. Kendini sanatı ile tanıttığı gibi, kitap ve peygamberleri vasıtasıyla da kelamı ile de tanıtıyor. Oku İhlâs Süresini veya Ayet-ül Kürsiyi Onu sıfatları ile de tanırsın. Daha istiyorsan, Haşir Suresinin son üç âyetine veya çoğu ayetin sonuna müracaat et. O Zât'ın, kendini sanatı ile her an gözümüzün önünde gösterdiği gibi, kelâmı ile de tanıttığını görürsün.
O Zât sanatıyla her an gözümüzün önünde dedik ya. Bunu ifade edince, Hızır hikayesi aklıma geldi. Adamın biri, Hızır'ı görmeyi çok ister, bunun için devamlı da dua edermiş. Bir gün Hızır Aleyhisselam, bunun yanına gelerek "Sen, Hızır'ı çok görmek istiyormuş, bunun için de çok dua ediyormuşsun." demiş. Adam da evet, çok istiyorum ve dua ediyorum deyince, bu sefer Hızır yerden eline bir taş alarak "Evet Hızır, insana bazen görünür; eline de böyle bir taş alır, o taşı da un gibi öğütür." deyivermiş. Adamın karşısında Hızır var, hatta Hızır'ı seyrediyor, taşı un gibi erittiğini de görüyor. Fakat karşısındakinin hakiki Hızır olduğunu bir türlü anlayıp fark edemiyor. Niye anlayamıyor sizce? Çünkü sathi, üstünkörü, tebei nazarla bakıyor. Bu nazar, çok şeyi örter, göstermez, insanı karanlıklar içinde bırakır. Bu bakış zulümatlıdır yani. Bu nazar insana elindeki kalemi arattığı gibi, gözündeki gözlüğü bile fark ettirmez. Bu bakış, aklı uyuşturur, kalbi buruşturur, intikali keser. Artık bakarkör olursun.
İşte, Dio ve onun gibilerin "Her şey açık ve Allah'ı gösteriyorsa, imtihan niye var?" suallerinin cevabı da burada saklı. Kendi küfürlerinin ve savundukları fikirlerin içine dikkatle bakamıyorlar. Basit bir sanat, bunu yapanın ilmini, iradesini, kudretini gösterir; onu sıfatlarıyla bildirir. Eğer bu sanatı sanatkârına nispet edemez de sanatkârla irtibatını kesersen, o zaman zerreler adedince ilahı kabul etmek zorundasın. Başka şekilde izah edemez ve işin içinden çıkamazsın. Bunu görmek dikkat ve tefekkür istiyor. Bu hakikat her an önünde, Hızır misali her adi sebep, neticelerine takılan harikalarla adeta taşı öğütüyor. Ama bunu, dikkatli bakınca görüyorsun. Normal bir insanın eliyle taş öğütemediğini, bunun harika biri olduğunu ve adi bir işleyiş olmadığını ancak dikkatli bakınca anlayabiliyorsun. İmtihan da işte bu dikkatin arkasında arkadaş. Her hadise, her fiil adeta Hızır gibi taşı öğüterek gafil insanın başına tokmak gibi vuruyor ve "Başını kaldır, kendini tanıttırmak isteyen faal ve kudretli bir Zâtın harika işlerine bak." diyor bize.
Evet dostlar, aynen 7.Şua'da anlatıldığı gibi "Azamet ve kibriya ve nihayetsizlik noktasında, ya gaflete veya mâsiyete veya maddiyata dalmak sebebiyle darlaşan akıllar, azametli meseleleri ihata edemediklerinden bir gurur-u ilmi ile inkâra saparlar ve nefyederler. Evet, o mânen sıkışmış ve kurumuş akıllarına ve bozulmuş ve maneviyatta ölmüş olan kalplerine, çok geniş ve derin ve ihatalı olan imanî meseleleri sığıştıramadıklarından kendilerini küfre ve dalalete atarlar, boğulurlar." İman ise, boğulmamak için gösterilen çabalara deniliyor işte. Ebedî saadetin garantisi var ama boğulmamak garantimiz yok, aman dikkat!
Selam ve dua ile.