Lise birinci sınıfın ikinci yarısına kadar, elife mertek diyecek derecede her şeyden bîhaberdik. Cuma, bayram dahil hiçbir namazla bile ilgimiz yoktu. Erzurum gibi dindar bir çevreden çıkmamıza rağmen, din namına her şeye yabancı ve lâkayttık. Hülâsa, hiçbir şeyden haberimiz yoktu.
İkinci dönemin başında, tamamen inayet-i İlahi ve sevk-i Rabbanî ile dindarâne yolculuğumuz başlayınca, dikkat çekmeye, bazı çevrelerin ilgi ve alakasına değer olmuştuk. Müspet, menfi çeşitli sorularla karşılaşıyor; sağdan, soldan gelen hücumları göğüslemeye çalışıyorduk. Çok şükür ki bu dönemde birlikte, gece ve gündüzümüzü düzleyecek derecede bir kitap okuma serüvenimiz de başlamıştı. Ama okuduğumuz kitaplar arasında henüz Risale-i Nurlar yoktu. Onun için bazı sualleri cevaplayamıyor, erteliyorduk sanki.
Bu çok suallerin biri de o zamanın geçerli tâbiriyle üst sınıflardan Galip isminde bir devrimciye aitti. Galip, bizi takip ve yönlendiğimiz manevi dünyamızdan soğutmak için görevliydi sanki. Fırsat buldukça bizi yakalardı, yoklardı hep. Bu devrimci, bir gün yine "Allah niye meleklerden bir peygamber göndermedi de bir insanı peygamber olarak seçti." diye aklınca bizi şaşırtmaya çalışmıştı. O zaman bir cevap verememiştim. Diğer sualleri gibi onu da ertelemiştik. Ne zamana kadar? Tam bir sene sonra Nurları tanıyıp da "Cenab-ı Hak, Onu beşer suresinde göndermiş; tâ insanların hayat-ı içtimâiyelerinde rehber olsun, imam olsun... Âdiyât içinde harikulade olan sanat-ı Rabbaniyeyi ve tasarruf-ı kudreti İlâhiyeyi göstersin." cümlesini okuyup da cevabımı alana kadar. Böylece, Peygamberimizi (ASM) tanıma serüvenimiz de başlamış oluyordu.
Yakın zamanda, bir fen lisesi müdürü dostumuz, bize okulundaki din dersi öğretmeninden dert yanmıştı. Arkadaşı tanıyordum ve o liseden önce çalıştığı yerde de aynı problemleri yaşamıştı. Bu din dersi hocası arkadaş, sınıflarda öğrencileri adeta peygamber düşmanı haline getiriyor ve bunu da "Kur'an varken, peygambere bakmaya gerek yok." bahanesine bağlıyordu. Onun derse girdiği sınıfları gezip bu yanlışı tashih etmemiz istenmişti. Ortalıkta "Peygamber bir postacıdır, önemli olan Kur'an'dır." cümleleri dolaşıyordu. Yani mızraklara Kur'an sayfalara geçirilmiş, menfî fikirler arkaya saklanmıştı. Arkadaşlar dedim "Evet, Peygamber Efendimiz postacıdır ama O basit bir mektubun değil, Kur'an'ın postacısıdır. Yani bir davanın, kutsî bir ilanın hem lafzen hem de fiilen yaşayan postacısıdır. Din, sadece Kur'an'dan değil; Kur'an'ı fiilen yaşayarak, bîhakkın bize gösteren Resul-u Ekrem ve Kur'an'dan ibarettir. Bu ikisini birbirinden ayıramayız. İkisi de aynı değerdedir. Kur'an, bir rehber, Resul-ü Ekrem de Onu sosyal hayatta uygulayan bir laboranttır."
Devamında ise, nurlardan "...Şu kâinatın neticesi ve en mükemmel meyvesi ve Halık-ı kâinatın tercümanı ve sevgilisi olan o Zât-ı mübarekin tamam-ı mahiyeti ve hakikat-ı kemalatı siyer ve tarihe geçen beşerî ahval ve siyere sığışmaz. İşte, yanlış gitmemek için, her vakit mahiyet-i beşeriyeti itibariyle işitilen evsaf-ı âdiyat içinde (bizim gibi yemesi, içmesi, hareket etmesi) başını kaldırıp hakiki mahiyetine ve mertebe-yi risalette durmuş nuranî şahsiyet-i maneviyesine bakmak lazımdır. Yoksa ya hürmetsizlik ederiz, (Şimdi yaptığınız gibi) veya şüpheye düşeriz." cümlelerini okudum.
Bir hurma ağacının güzelliklerini çekirdeğin içinde arayabilir misiniz? Arasanız da bulabilir misiniz?Ya da göklerde uçan tavus kuşunun hangi güzelliğini onun çıktığı basit kabuğunda bulabilirsiniz? Bütün ümmetinin amelleri hanesine yazılan, Miraç merdiveniyle yaratılmış âlemleri aşan, Cebrail Aleyhisselam'ın hürmet ve muhabbet ettiği, Cenab-ı Allah'ın has muhatabı gibi yüzlerce sıfatla anılan, şahs-ı manevisi asırları içine almış bir Zât-ı Nuraniyi "Bekçidir, postacıdır, vazifesi bulunduğu asra mahsustur." gibi cümlelerle anlatabilir miyiz?
Demek Hz. Peygamber'e (ASM) hürmetsizliğin asıl sebebi, Onun bize bakan, Kur'an'da da 'usve-i hasene' (örnek insan) olarak nitelenen beşerî yönünü görüp o beşerî kabuk içerisinden çıkan iki âleminin güneşi ve tûba gibi şecere-i Muhammedi (ASM) olan manevi şahsiyetini ve bu şahsiyetin etraf-ı aleme neşrettiği nurları görememekten kaynaklanıyor.
Başlıkta bir iki husus dediklerimizden bir diğeri de Hz. Peygamberin (ASM) evlilikleri ile ilgili nakledilen, daha çok Batılı, insafsız bazı müsteşriklerin cehalet, kin ve taassublarına dayanan hadsiz yaklaşımlarıyla ilgili.
Başta şunu hem bir iddia hem de apaçık bir hakikat olarak rahatlıkla ifade edelim ki Hazret-i Peygamberin (ASM) evlilikleri, sahih kaynaklara inilerek, hikmet ve insafla incelendiğinde, karşımıza insanlık tarihinin en nezih, en edepli, en iffetli, en basiretli insanı çıkar. Bunun en büyük delillerinden biri de müşrik ve münafıkların gözleri önündeki bu evliliklere, bir ciddi bir itirazda bulunamamaları ve cevapları Kur'an'la verilen birkaç şüphe ve serrişteler dışında kayıtlara rastlanılamamasıdır. Kendi ana, baba ve çocuklarından daha iyi tanıyıp "el Emin" lakabını taktıkları bir Zât'ın, hararet ve evlilik ihtiyacının en açık olduğu gençliğinden, tâ ellili yaşlarına kadar tam bir iffet ve ismetle (tam namusuyla ve hatasız bir hayat) yani sıfır hatayla, hem kendinden yaşça büyük, hem de birkaç evlilik yapmış Hz. Hatice ile iktifa etmesi, yetinmesi karşısında, eğer birilerinin iddiası gibi, şehevâni bir durum olsaydı, bunu Onun aleyhinde kullanıp çokça da yayacaklardı. Çünkü kendilerine göre, buna şiddetle ihtiyaçları vardı. Hz. Peygamber (ASM) 25 yaşına kadar hiç evlenmemişti. Eğer istese ve şehevâni bir maksat takip etseydi, elbette daha genç kadınlarla ve güzel kızlarla evlenir veya cariyeler de alabilirdi. Onun Hz. Hatice ile evliliği, onun zenginliğiyle ilgilidir de denemez. Bu Hazret-i Peygamberi tanımamaktan kaynaklanan bir zandır. Öyle olsaydı, Müslümanlara yapılan üç senelik boykotta Hazret-i Hatice'nin bütün servetini bitirip kendisi muhtaç hale gelir miydi ki zaten Hz Hatice'den daha zengin kadınlar ile de evlenmesi mümkün idi. Ama onun huy , mizaç ve bir peygambere eş olacak üstün hususları böyle bir tercihe sebep olmuştu.
Hazret-i Peygamberin ulviyet-i zâtiyesine vakıf olamayan bazı Batılı yazarlar, sadece Onun evliliklerinin çokluğuna bakarak, o Zât-ı Muallaya şehvet düşkünlüğü gibi, alakasız ve âdi bir yaklaşım sergilemişler; birtakım yerli muhalifler de doğru dürüst bir araştırma yapmadan, birtakım uydurmayla karışık rivayetlerin önünü arkasını keserek, bu yaklaşımı desteklemeye ve İslam aleminde yaymaya çalışmışlardır. Özellikle günümüzde, bu konu edepsizce de serrişte edilebilmektedir.
Peygamberimizin çok evliliklerinin başladığı kemal yaşına kadar, çok evliliği mümkün olmasına rağmen, tek ve hem de yaşlı bir dul kadınla yaşaması, Onun nefsinin nezih ve pak olmasına tam ve yeterli delildir. Bunu başta da ifade etmiştik. Fakat birkaç hususu daha ifade etmek gerekiyor.
Hazret-i Peygamberin evlendiği hanımlar arasında TEK KIZ olarak üçüncü evliliğini yaptığı Hz. AYŞE validemiz vardır. Ayşe validemiz, daha önce başka biriyle nişanlanıp müşrik olduğundan dolayı, ondan ayrılması, zaten evlilik yaşında olduğunu gösteriyor. Yaş konusunda anlaşılmaz ve tartışılacak bir durum yoktur. Eğer, Hazret-i Peygamber (ASM) hayatında bir kız evladıyla evlenmeseydi, kız olanla evlenmemek sünnettir diye, KIZLARLA evlenmeyen ümmet bile olabilecekti. Bu, göz ardı edilemeyecek bir husustur. Hz. Peygamberin bu evliliği, böyle bir felaketi önlemiştir ve önünü almıştır.
Hz. Peygamberin, çoğu sahabeye kapalı aile hayatının ve hususî ahvalinin muhafazası, nakli; ayrıca Hz. Peygamberin söz, ahval ve hareketinden ibaret İslam'ın hanım sahabelere kolayca aktarılması, ancak fıtrat, huy ve sosyal statüsü farklı birçok hanımla mümkün olabilmiştir. İşte bu hanımlar arasında fıtratı, ilmi, ifade kabiliyeti, fazilet ve fetaneti, kavrayış ve anlayışıyla ancak bir peygambere hanım olabilecek seviyedeki Hz. Ayşe validemizin ayrı bir yeri vardır. Hz Ayşe'nin bu özelliklerini, yakın ve sadık arkadaşının bir kızı olarak, hakikat nazarıyla vukuundan evvel müşahede etmiş olan Peygamber Efendimiz, bu nâdire-i fıtratı, eş bahtiyarlığına mazhar etmiştir.
Bir diğer önemli ve Cenab-ı Allah'ın Ahzap Suresinin 37. Âyetinde "Bizzat biz onu sana nikâhladık." diye bildirdiği, Hz. Peygamberin halasının kızı ve azatlı kölesi Zeyd'in boşadığı Zeynep Binti Cahş validemizdir. Eğer Hazret-i Peygamber (Aleyhisselatü vesselam) böyle bir evlilik yapmasaydı, bir müminin boşadığı ile evlenmeyen bir ümmet oluşabilecekti. Bu, önemli bir husustur.
Hz. Zeyd, Hazret-i Peygamberin 'oğlum' hitabına mazhar olmuş; hürriyetine kavuştuğu halde anne ve babasını değil, Hz. Peygamberin yanında kalmayı tercih etmiş bir bahtiyardır. Halasının "Ya Resulallah, halanın kızını kölenize mi layık görüyorsunuz?" itirazına rağmen, "Allah Resulü bir şeye hükmedince, itiraz olmaz." ayetine ittibaen, sesini çıkaramamıştır. Bu evlilikten bir müddet sonra, Hazret-i Zeyd, izzetli eşini, manen kendine denk bulamadı, onunla manevi olarak uyuşamadı. Yani Hz. Zeynep'in yüksek bir ahlakta ve ancak bir peygambere eş olabileceğini ferasetiyle gördü ve onu kendi isteğiyle boşamıştır.
Ayrıca bu evliliğin bir hikmeti de Araplarda 'oğlum' hitabına mazhar birinin ona 'oğlum' diyen birisiyle akrabalık bağıyla onun gerçek mirasçısı, evladı olmadığını, haliyle onun boşadığı eşiyle evlenebileceğini bizzat Hz. Peygamberin uygulaması ile gösterilmesidir. Bu, önemlidir. Çünkü cahiliye döneminde Araplar, kendi pederlerinin vefatından sonra, üvey validelerini nikâh altına almaktan çekinmedikleri halde, oğulluk yaptıkları kimselerin boşadıklarıyla nikâhlarını caiz görmezlerdi. Hatta Peygamberimizin bu evliliği ile ilgili, bazı münafıklar, ileri geri de konuşmuşlardı. İşte, Hazret-i Peygamber bu evlilikle, 'oğlum' denilen kimselerin onların gerçek oğulları olmadığını, onların boşadıklarının da diğer müminlere helal olduğunu fiilen gösteriyordu.
Peygamber Efendimizin, Hazret-i Zeynep hakkında kalben bir temayül hissetmiş olduğuna dair rivayetler, sahih bir esasa müstenit değildir. Ahlakî güzelliği, düşmanlarca dahi tasdik edilen bir Zât, (Aleyhisselam) bu gibi şüphelerden beridir.
Evet dostlar, Fahr-i Âlem olan Efendimiz, bütün güzel ahlak ve kemalata malik, tam bir adalet timsali bir şahsiyet sahibidir. Haliyle normal bir insan gibi, (haşa) şehevâni arzulara meyilli, hanımları arasında adaleti teminden de âciz değildi. Çok evliliğini bu cihetten değerlendirmek gerektiği gibi, yukarıda ifade ettiğimiz birkaç hususu da göz önünde bulundurmak icab eder.
Selam ve dua ile.