İki Güzel İnsan

Habibi Nacar YILMAZ

Her yazı, uzun bir pişirme dönemi geçirir, sonra ortaya çıkar. Bizde de öyle oluyor. Önümüzde epeyce mevzu ve başlık var. O hafta, hangi mevzuda okumuş, dinlemiş ve dolmuşsak; onlara uygun birini seçiyor ve yazıyoruz.

Bu hafta da dört sene önce aramızdan ayrılan, vatan-ı aslisine yolcu ettiğimiz Vahdet Yılmaz abi ile ilgili yazılmış, bir yıldır aradığım ve daha yeni elime geçen kitabı okudum. Hâliyle biraz maziye daldık ve bu da bizi bu yazıyı yazmaya sürükledi.

Vahdet abinin vefat haftası, biz de aynı dertten hastanedeydik. Belki de entübe olmayı bekliyorduk. Demek ömür bitmemiş, nefes tükenmemiş ki biz hâlâ nefes almaya devam ediyoruz. Peki, önemli mi nefes almamız? Pek sayılmaz. Yani, devam eden ömrümüzü, bu ömrü sana verenin yolunda, verimli şekilde kullanabiliyor muyuz? Bu suale, rahatça evet, diyemem. Hastanede, Vahdet abinin vefat haberini almış ve epeyce üzülmüştük. Şimdi hakkında yazılanları okuyup uzun ve bereketli ömrünü nasıl kullandığını daha geniş öğrenince, üzüntümüz hasrete ve ibrete döndü.

Kitapta Ahmet Akgündüz, Vahdet Yılmaz abi ile ilgili hatıralar anlatırken, bilvesile Trabzonlu Niyazi Kumandaş ismini de veriyor. "Biz Arabî dersler almamıza rağmen, bazı önemli hususlarla ilgili sorulan sorulara biz değil de mesela edebiyat okuyan Niyazi Kumandaş cevap verirdi. Bu da Risale-i Nurların taliminin zaruretini gösteriyordu." diyor Ahmet Akgündüz Hoca.

Bu vesileyle, bu fakire devrolan Niyazi Kumandaş abinin kitap ve notlarını bir daha karıştırdım. Zaten, her zaman hasret ve dua ile andığımız abimizin notları arasında "Sevgi Üzerine" başlığı altında altı sayfalık notuna tekrar göz gezdirdik.

Notun girişinde: "Bugün sevgi çekini ödediniz mi?" diye soruyor, rahmetli abim. Sevgi çekini bilemiyorum ama dakikalarımızı tam ve verimli kullandık mı acaba, gönül rahatlığıyla cevap veremiyorum bu suale.

Notların ikinci sayfasında "PTT formülü ile yaşamayın." tavsiyesi var. "PTT formülü"nden bir şey anladınız mı? PTT, pijama, terlik, televizyon demekmiş. Bu formülün yer aldığı bu notu, kim bilir ne zaman yazmış? Şimdi yazsaydı, bu formüle, telefonu da ilave ederdi herhalde. Bu yazıyı telefonum sayesinde yazıyorum ve size iletebiliyorum. Çok şeylerde telefona müracaat ediyor, ticarî hayatın önemli işlerini de onunla görüyor ve zaman kazanıyoruz belki. Bunlara rağmen, totalde zararlıyız diyebilirim telefon kullanmaktan. Eski, tuşlu telefonuma bazen hasret duymuyor değilim.

Devamında "Kalbi kırık birinin yarasını sardınız mı hiç?" diye soruyor. Kalp kırmaktan vakit bulduk da mı saracağız abiciğim? Ne kolay kalp kırıyoruz değil mi? Buna eşimiz, çocuklarımız, yanımız yöremiz de dahil. "Başta, çocuklarımızı sevelim, sevgiye yatırım en kârlı yatırımdır, size hemen döner." cümleleri dikkatimi çekti.

"Sevginizi affetmekte, bağışlamakta, barışmakta kullanalım." cümlesi de derin bir cümle. Mevlana'nın kapısında kavga edenlerden biri diğerine: "Bana bir şey söylersen, sana bin şey söylerim." demiş. Mevlana da çıkıp ona: "Sen bana bin söylersen, ben sana bir bile söylemem." deyivermiş. Büyüklüğe bakar mısınız? Büyüklerin hâlleri, hâllerin büyükleri oluyor, demek.

Notların içinde bunu okuyunca, 22. Mektup Uhuvvet Risalesinde geçen: "Eğer hasmını mağlub etmek istersen, fenalığına karşı iyilikle mukabele et." cümlesi aklıma geldi. Bu fakir, bunu denedim birkaç defa. Hayatımda en rahat ettiğim ve huzur bulduğum anlar, o anlar oldu, biliyor musunuz?

Bir de "afv ve safh" meselesi var. Hani aynı Risalede, bu cümlenin devamında deniliyor ya: "En selametli, hasmını çabuk mağlub edecek afv ve safh ile mukabele etsen, zulümden ve zarardan kurtulursun." Bu affı anladık da safh ne demek peki? Bir araştırayım, dedim. Safh da afv demekmiş. Ama bir küçük fark var. Başa kakmamak üzere olan afv, safh oluyormuş. Ne büyük alicenaplık! Evet, başkasını affetmek ama kendini asla! Nefsine müsamaha yok.

Niyazi abi, notlarını, aynen Vahdet abi ve kendisinde olduğu gibi: "Bâkî kalan bu kubbede bir hoş sada imiş" cümlesiyle bitiriyor. Ama bu cümlenin üstünde geçen:

"Bak şu çeşmenin hâline, su içecek tası yok,
Kırma kimsenin kalbini, yapacak ustası yok." mısralarını unutmak mümkün değil.

Biz yine başa, Vahdet Yılmaz abiye dönelim. "Nurlara Vakfedilmiş Bir Hayat Vahdet Yılmaz Ağabey" adıyla çıkan kitap, fotoğraflarla birlikte 198 sayfa. 2002'de değerli abimiz, Hasan Kondu Bey'in sahibi olduğu Mega Basım basmış. Editörlüğünü de içerisinde çok değerli kardeşim, Profesör İhsan Safi'nin de olduğu dört isim yapmış. Ama İhsan Safi kardeşin uzun, dolu ve düzgün yazısı, kitaba ayrı bir derinlik katmış.

Hatıralarla süslenmiş her bir yazının ayrı bir güzelliği ve derinliği var. Kabına ve kabuğuna sığmayan bu hizmet ve gönül insanını tarif ederken bile, tarifler güzelleşiyor. Enfal Seriklioğlu'nun önsözü "Âh mine'l hasret" terkibi ile başlıyor. Enfal kardeşimiz, Vahdet abinin hasretiyle ah çekiyor. Hani, üstad da: "Vatanımı, ahbabımı, akaribimi unutabiliyordum fakat vâ hasretâ birisini unutamıyordum." diyor ya. Kitabı yazılarıyla şereflendiren ve süsleyen arkadaşların da her birisi, aynen üstad gibi Vahdet abiyi hasret ve dua ile anıyor. Hepsi onun yerinin doldurulamaz olduğunu ifade etmeye çalışıyor.

Bir kitabın önsözü ve arka kapak yazısı, kitabın özetidir, derler. Ön sözde geçen şu paragraf Vahdet Yılmaz abiyi özetliyor aslında.

"Fakülte, Haseki, Nursaray, Soyak, Marmara, Cihangir, Avcılar, Esenler, Başakşehir medreseleri derken, yavaş yavaş bütün İstanbul'da medreseler açar ve Hızır gibi, hizmetlerde koşturur. Hiç boş durmaz, her akşam Dersaadet'in bir tarafında, başka bir derste ya ders okur ya da okutturur. Onun rahle-i tedrisinden geçen yüzlerce talebe, bugün doktor, akademisyen, avukat, öğretmen, esnaf vb. olarak memleketine ve milletine hizmet etmektedir."

Arka kapakta 20. Mektup'tan alınan: "Ticaret ve memuriyet için, mühim vazifelerle bu dâr-ı imtihan olan dünyaya gönderilen insanlar, ticaretlerini yapıp vazifelerini bitirip ve hizmetlerini itmam ettikten sonra, yine onları gönderen Hâlık-ı Zülcelâl'ine dönecekler ve Mevla-yı Kerimlerine kavuşacaklar." cümleleri de vazifesini bitamamiha yapıp Mevlasına kavuşan Vahdet Yılmaz abi için söylenmiş sanki.

Bu fakirin Vahdet abi ile, kitapta yazı yazan kardeşler gibi çok hatıramız yok. Ama olanlardan iki tanesini unutamıyorum. 70'li yılların sonuna doğru, Trabzon'a bir grup abi ile gelmişlerdi. O zaman öğrenciydik. Bir ikindi namazında müezzinlik yapıyordum. Tesbihattan sonra, "La ilâhe illallahu vahdehu'yu..." okurken "şerike lehül mülkü" diye okumuştum. Hemen müdahale etti. "Habib, "şerikeleh lehül mülkü" diye oku." diye ikaz etti. Yani "lehü'nün" birini ortada kaldırma, mana bozuluyor, demişti. Unutmak mümkün mü daha. Tespihatı her okuyuşumuzda o ihtar, aklımdadır.

Yine aynı yıllardı. Bir yaz tatilinde, memleketim Oltu'ya gitmek üzere Erzurum'a gitmiş ve birkaç gün kalmıştım. Sabah erkenden, Oltu garajına gitmem gerekiyor, geç kalmıştım. Nasıl gideceğimi düşünürken baktım salonda Vahdet abi halının üzerinde uzanmış, uyuyor. Yanına gidip "Abi beni Oltu garajına atmanız mümkün, mü geç kaldım?" dedim. Kalkmasıyla arabasına binmesi bir olmuştu.

Yine kısa sürelerle Erzurum'da kaldığım dönemlerde, dershanelere uğrayıp tanzim ettiğine defalarca şahit olmuştuk. Rabbim bu vesileyle, her iki güzel insana rahmetiyle muamele eylesin.

Evet dostlar, kitap parayla satılmıyor, ancak Mega Basımdan belki temin edilebilir, tam bilemiyorum. Ama tam bir vefa örneği olarak, örnek bir hayatı gelecek nesillere aktarması yönüyle, iyi bir çalışma olduğunu söyleyebilirim.

Selam ve dua ile.

İlk yorum yazan siz olun
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.