Çok oluyor, isminin Rezzan olduğunu hatırladığım bir falcı, o dönem yüzüne, gözüne ve aklına fıskı bulaştırmış; fakat sonraları bir vesile hidayetin tadını alan bir müzisyenle sohbet programı yapıyorlardı. Konuşmalarının bir yerinde falcı, müzisyene: "Reenkarnasyona(ruhun tekrar dünyaya gelmesine) inanıyor musunuz? diye sordu. Müzisyen ise, "Evet, inanıyorum. Ben çok önceleri, Rusya'da bir savaşçıydım; iyi savaşırdım. Sonra vefat ettim. Şimdi ise buradayım." deyivermişti. Hidayetinden sonraki dönemlerinde, bazı kitaplarını da okuduğum bu müzisyen arkadaşa (Engin Noyan)ulaşıp şimdilerde terk ettiği anlaşılan bu savaşçılığını sormak isterim doğrusu.
Az çok Müslüman bir toplumda yaşayan, zâhiren de öyle görünen insanların bu tip düşüncelerini deşelediğiniz zaman, bunların arkasında başka maksatların olduğunu, satır aralarından hemencecik görüyoruz. Bunların başında başta küfür, yani imanı terk etmenin kolaylığı, lâkaytlık, kendini yani varlık gayesini sorgulayamamak, kendiyle yüzleşmekten, neticede aslında zahirde hafif bir ağırlığı olan fakat mânasında, akla ve ruha verdiği rahatlıkla hazine kıymetindeki iman ve ibadetten kaçış yatıyor. Yani dön, dön dur; öl, öl diril. Fakat kendinle, varlık gayenle yüzleşme. Hatta bunun için, dünyaya tekrar gelip kedi olmaya bile razı oluyorlar.
Bu ikilinin konuşmalarında, evlere şenlik bir diyalog da geçti ki tam da medenilik, çağdaşlık adına içine düşülen maskaralıkların insanı çektiği çukuru gösteriyordu. Bu sefer, müzisyen arkadaş falcıya: "Gazetelerde her gün burç falları yazıyorsun, bunları nasıl ve nereden bulup hayal edip her güne bir fal uyduruyorsun?" sorusunu sordu. Cevap dikkat çekiciydi. Birini anlatayım, dedi ve falın birini nasıl yazdığını "Geçenlerde bir genç aradı beni. Abla dedi, ben bir kıza talip oluyorum. Fakat talipli olduğum kişi, burç falımda çıkmıyorsun, diyerek, beni reddediyor. Ne olur, yarınki burç falında onun kabulünü kolaylaştıran bilgiler yazar mısın? Ben de yazdım, ama sonucu bilmiyorum." cümleleri ile anlattı.
Şimdilerde açıkça pek cesaret edemiyorlar. Ama bir zamanlar bolca yaptıkları ve fırsatını bulsalar yine yapacakları "Gericilik, Şeriatçılık, Orta Çağ zihniyeti hortladı." şeklinde İslam'a, Kur'an'a, mukaddesata hücumu meslek edinen bu tip fal ve uydurma yorumlarla halkı oylayan gazetelerin, çevrelerin, Kur'an-ı Azimüşşan'ın bundan 14 asır önce: "Ey iman edenler! İçki, kumar, dikili taşlar, fal okları şeytanın işi, iğrenç şeylerdir." beyanı ile, şeytan işi, iğrenç şeyler görüp yasakladığı burç, yıldız, kahve falları, her türlü heykel gibi modernitenin aklı uyuşturmada bulduğu bu teselli kaynakları, asıl gericiliğin adresini de göstermeye yetiyor aslında.
Maide Suresinin 90.Âyetinindi yukarıda verdiğim meal. Aynı Surenin 91.Âyeti ise, yine aynı çevreye bir tokat gibi iniyor: "Şeytan içki, kumar yoluyla aranıza düşmanlık sokmak, sizi Allah'ı anmaktan ve namazdan alıkoymak ister. Artık vazgeçtiniz değil mi?" buyurarak, yine modernitenin misk-ü amber olarak tuttuğu elindeki ve üstündeki bu tip çamurların, toplumu ne hale getirdiğini Kur'an, nuranî lisanıyla bir uyarı olarak bize bildiriyor.
Burada Kur'an'ın aranıza kin düşmanlık sokar, namazdan da alıkoyar, diyerek men ettiği içki, elbette içilenlerin tümü değil; sarhoş edip aklı insanın elinden alanıdır. Helâl dairesi hem geniş hem de keyfe kâfi geldiği için, belki yüz çeşit içkiden helal olup hem de zararsız, keyif verenleri değil de aklı elinden alanları tercih, bir cünûn hâli olsa gerek.
Hani anlatırlar ya. Çok zâhid ve âbid olan birisi, bir şekilde şeytanın tuzağına düşer. Şeytanın zina, kumar, katl ve haram içki tekliflerinden birini kabul etmek zorundadır artık. O da nasıl olsa içerim, bir müddet sonra da aklım başıma gelir ve bu belayı kolayca atlatırım diyerek, haram içki içmeyi kabul eder. Fakat içtikten sonra, aklı başından gittiği için, hem birini katleder hem de zina suçunu işler. Artık idam sehpasındadır. Şeytan yine gelir. Bu sefer, yardım ederim ama imanını verirsen, der. Yani basit görünen bir fiil, sonunda imanına mal olur. Bugün cemiyetimizde, güya medenilik, hoşgörü adına bazen de teşvik edilen içki nedeniyle, nice aileler, bunun yıkıcılığı ve sıkıntısı altındadır acaba? Özellikle trafik kazalarının neredeyse yarısına yakını, yine böyle haram içki nedeniyle oluyor. Bunun azı da çoğa kapı açtığı ve insanı oraya götürdüğü için, "Vacibin mukaddemesi (başlangıcı) vacip, haramın mukaddimesi de haramdır." hükmünce kerih, çirkin görülmüştür.
İslam'da her türlü içilen şey yasakmış gibi bir anlayışı yıkmak için bu "haram içki" tâbirini özellikle kullanıyorum. İçki ağızdan içeriye alınıyor. Ağızdan helali de haramı da almak mümkün. Aynı durum, diğer a'zalarımız için de geçerli. Bakmak haram değil, harama bakmak haram. Konuşmak yanlış değil, yanlışı konuşmak yanlış. Dinlemek de öyle. Fakat öyle bir takdim ve algı oluşturulmaya çalışılıyor ki sanki Rabbimiz, her şeyi yasak etmiş. Halbuki İslam yemeyin, içmeyin, bakmayın, gezmeyin, eğlenmeyin demiyor. Bunları maddî ve mânevî hayatınızı tehlikeye sokacak şekilde değil, helal dairesinde yapın diyor. O da zaten keyfe kâfidir çünkü. Mesela arkadaşlarla bir yaylaya gitmiştik. Biz helâl olan içecek ve yiyeceklerden alıp meşru dairede seyranımızı yapıp eğlenirken, biraz ötemizdekiler ise, çeşitli haramlardan yiyip içip seyirci konumundaki biz komşularını da rahatsız edip ruhen ve bedenen kendilerine de zarar verdiler. Hangisi daha kârlı?
Bir algının ulaştığı boyutları göstermesi bakımından, her zaman dikkatimi çeker. İslam'ın aleyhinde bir malzeme arayanlar, Kur'an'ın çok evliliğe verdiği şartlı ruhsat iznini, sanki bu İslam'ın bir kat'i emri gibi yansıtmaya çalışırlar. Hâlbuki İslâm bir evliliği dörde çıkarmamış; bilâkis, dokuz ve ondan bire indirmiş. Dörde kadar da ağır şartlar koyarak sadece müsade etmiş, emretmemiş yani. Geçenlerde hem de tesettürü sıkıntılı bir bayan, bir siyasi partiyi savununca, karşısında hem de orta yaşlı biri, o kızımıza "Sen, birinin dördüncü hanımı olmak ister misin? İşte senin savunduğun parti iktidar olursa, seni dördüncü hanım yapacak." deyiverdi.
İki garip durum ortaya çıktı. Garip olanın birincisi, sanki İslam, sadece ağır şartlarla ruhsat verdiği bu evliliği, İslam'ın herkese dört eş alma emri varmış gibi yansıtılması. Halbuki ayette Rabbimiz, bir eşle evlenmek, sizin için daha hayırlı olduğu tavsiyesinden sonra, eğer adaletli davranılırsa, birden fazlasını da alabileceği ruhsatını veriyor sadece. Emretmiyor yani. Bugün medenîlik adına bir sürü ahlaksızlığa ses çıkarmayanlar, bu meseleyi kasıtlı olarak serrişte etmekteler. Garip olanın ikincisi ise, iktidara geldiğinde Şeriatı uygulayacağından korktukları için karşı oldukları partinin 20 yıldır iktidarda olduğunu ve tüzüğünde ve programında da böyle bir şeyin olmadığıdır. Yani bunu iddia edenin bunu bilmeyişi de ayrı bir garabet. Komünizm dahil ve benzeri her türlü fikir adına parti, dernek kurmak mümkündür ülkemizde. Ama "Sebeb-i saadet, adalet-i mahz (tam bir adalet) ve fazilet olan Şeriat-ı İslamiyet" adına böyle bir şey yasaktır maalesef.
Aynı aldatmaca, kölelik, esirlik gibi konularda hem de alabildiğine yapılmaktadır. Yine bir müddet önce, aklı küle dönmüş; vicdanını kaybetmiş, hâliyle insaniyet mertebesinden, kendi tâbiriyle bakteriye sukût etmiş biri, bana "İslamiyet, kölelik dinidir. diye yazmıştı. Ben de ona "İslamiyet âleme teşrif ettiğinde, sanki kölelik yoktu. Kur'an, Müslümanlara hepiniz birer köle bulun, hatta bütün hürler, sizin kölenizdir, gibi bir emir mi vermiş?" diye yazmıştım. İslam'ın köle edininiz, diye bir emri olmadığı gibi; kölelere iyi davranın, yediğinizden yedirin, içtiğinizden içirin, hatta en iyisi eskiden kalan bir köleniz veya bir başkasının kölesi de varsa, hürriyetine kavuşturunuz, emri var.
"Yani İslamiyet, vahşi şekliyle var olan köleliği, esareti o vahşi suretten, böyle tamamen hürriyete yol açacak ve geçebilecek bir surete indirmiş, tadil etmiştir." Bu konu "Eski Eserler"de aşağıdaki metinde ne güzel anlatılıyor?
"İslamiyet'in ahkâmı iki kısımdır:
Birisi, Şeriat ona müessistir.(Şeriatın emriyle yeniden konulmuştur.) Bu ise, hüsn-ü hakikî ve hayr-ı mahzdır. (Tam bir hayır ve hakikî güzelliktir.)
Birisi dahi, Şeriat muaddildir. Yani gayet vahşi ve gaddar bir suretten çıkarıp ehven-ü şer ve muaddel ve tabiat-ı beşere tatbiki mümkün ve tamamen hüsn-ü hakikîye geçebilmek için zaman ve zeminden alınmış bir surete ifrağ etmiştir. Çünkü birden tabiat-ı beşerde umumen hükümferma olan bir emri, birden ref'etmek (kaldırmak) tabiat-ı beşeri birden kalbetmek iktiza eder. Binaenaleyh, Şeriat vâzı-ı esaret değildir. (Esirliği emretmemiştir.)"
Evet dostlar, peşin hükmü kırmak, atomu parçalanmaktan daha zordur gerçekten. Cehalete dayanan birtakım ön yargıları aşmak ise, bundan daha zor oluyor. Bütün bu garip hükümler maalesef ki İslam diyarında binlerce câmi ve minarenin dibinde oluyor. Bunlara bakınca, "Her şeyi yeniden öğrenerek Müslüman olmak mı zor yoksa Müslüman kalmak mı zor? diye sormadan edemiyoruz. Demek, tahkike dayanan iman, her şeyin başı olmaktadır.
Selam ve dua ile.