Aziz Mahmut Hüdayi Hazretleri, kayıkla boğazı geçerken, "Efendim, ölümle aramızda şu tahtadan başka bir şey yok!" diyen öğrencisine şu cevabı vermiş:
"Evladım, karada o da yok."
Evet karada o da yok gerçekten. Her an ve her vesile, ölüm ile burun burunayız. Denizde ise, sadece tahta değil de zamanın teknoloji harikası kabul edilen Titanik de olsa, ölüm gelince tahta ile Titanik eşitleniyor.
İsmini Yunan mitolojisinde Tanrı anlamına gelen "Titan" kelimesinden olan Titanik gemisinin 1912 gecesi, daha ilk seferinde batmasına engel olunamamıştı. Bir buzdağına çarparak batan tek okyanus gemisiydi.
Oysa, gemi yapılırken bütün hesaplar en ince ayrıntısına kadar düşünülmüş, en yüksek kalitede çelik kullanılmıştı.İhtimal verilmese de batmasının bile üç gün süreceği hesaplanmıştı. Fakat okyanusun üç bin metre derinlerine inmesi, üç saati bile bulmadı.
İnsanlık tarihinin, insan yapısı devasa yapıların ve uygarlıkların başına gelen felaketlerle dolu olmasına ve insanoğlunun beş dakika sonra başına gelecekleri bilmekten aciz olmasına rağmen, seçkin insanlardan seçilmiş yolcular da asla batmaz ve batırılamaz bir gemide olduklarına inanmaktaydılar. Fakat geminin batışı 2200 yolcudan 1514'ün ölümüyle sonuçlanmış ve en büyük deniz felaketlerinden biri olarak tarihe geçmişti.
Daha yeni olması ve hafızalarımızda tazeliğini koruması yönüyle ülkemizi sarsan son deprem de bu acı örneklerden biri değil mi? Akşamdan, yarının hesaplarını veya hazırlıklarını yaparak yatağına uzanan insanlar ile ölüm arasında, tahta bile yoktu.
Ertesi gün, Malatya'da bir iki eşyasını almak için, binaya giren Bitlisli vakıf kardeşimiz de tam çıkarken, sarsıntıya yakalanmış oracıkta şehit olmuştu.
Bu fâkir, pandemide ağır geçen hastalıklarımız döneminde, mahallemizdeki hastaneden daha büyük bir hastaneye nakledilmekte iken, görevli doktor arkadaş, yine doktor olan oğluma, "Buradan naklettiğimiz hiçbir hasta, evine dönemedi. Babanı da böyle bir son bekliyor gibi" demişti. Gittiğimiz hastanede, ölümle bizim aramızda hiçbir perde kalmamış; bir namaz kılma suresinde bile, nefes cihazından ayrılamamıştık.
Dükkân komşumuz, kuyumcu, zarif ve salih insan Bayburtlu Ümranağa kardeşimiz, bir anda yere yığılmış ve pıhtı atmasından aramızdan ayrılmıştı. Keza sevgili doktorumuz Ürolog Aydın Aydın Bey de beyin kanamasından genç sayılabilecek yaşta, aniden kabristana yolcu ettiklerimizden.
Yine Malatya'da bir okuma programı günlerinde, arkadaşlarla serinlemek için gölete yüzmek için giren Oflu Vakıf kardeşimiz Yunus Emre, çok iyi derecede yüzme bilmesine rağmen, ölümle yüzleşmiş; genç yaşta, birden, ebedî memleketine göç etmişti.
Hani şairin:
"Hayata beraber başladığımız,
Dostlarla da yollar ayrıldı bir bir" diye dert yanıp:
"Gittikçe artıyor yalnızlığımız" şeklinde tespiti vardı ya.
Aynı şair bu dizelerin devamında, neredeyse perdesiz şekilde önüne çıkan cenazeyi:
"Nereden çıktı bu cenaze? Ölen kim?
Bu kaçıncı bahçe gördüm tarumar" ürperti ve endişe ifade eden soru cümleleri ile tavsif ediyor.
Sonunda da:
"Neylersin, ölüm herkesin başında,
Uyudun, uyanamadın olacak,
Kim bilir, nerede, nasıl, kaç yaşında?
Bir namazlık saltanatın olacak,
Taht misali o musalla taşında."
dizeleriyle ölümü, artık çaresizce kabulleniyor. Kabullenmekle de kalmıyor. Belki hayattayken semtine bile uğramadığı namazlığı ve namazı, musalla tahtında sultanlık olarak tarif ediyor.
Teveccühlerin, iltifat ve tesellilerin söndüğü kabir kapısı, uzak değil bize. Her an küçük bir vesile ya da çalışmasının bile cahili olduğumuz veya farkında bile olamadığımız bir sistemin durması ile, oraya yolculuk başlayabilir. Belki de sizler bu yazıyı okurken, biz vatan-ı aslimiz olan bir âlemin ilk bekleme durağı olan kabirde olacağız. Dünya misafirhanesine kafile kafile geldiğimiz gibi, yine aynı şekilde yolcu edilen insan nev'inin bir ferdiyiz sonuçta. Ferdiyiz de acaba aldanan bir fert miyiz yoksa misafir olduğumuzun farkında olan mıyız?
İşte bütün bu okuma ve yazmalarımız bu farkındalığımızın temini ve devamı içindir.
"Efendim, bugün de okumayı erteleyelim ne olur?" demeyelim. "Erteleyen helak oldu." beyan-ı Nebevisi, dünyevî işlerimiz için olduğu kadar, mânevi dünyamız için de hayatî önemde. Bir model gibiyiz. Her saniye, farklı bir âlem kapımızı çalıyor. Kalp, kaynama suretinde fikir ve hissiyata kaynaklık yapıyor. Yani reis durumunda. Bakımı önemli. Anlık, saatlik, günlük, yıllık bakımları ihmale gelmez.
Evet dostlar, ehl-i dalâlet ve ehl-i dünya, aniden ve sebepsiz de gelebilen ölümü unutmak için, birtakım uyuşturucu oyun ve beş para etmeyen felsefî cambazlık kokan ifadelere sarılıyorlar. Fakat biz, ehl-i iman ve ehl-i diyanet, ölümü bu hayatın belki daha mesûdâne devamı gördüğümüzden, ona korkarak değil, belki bir cihetle müştakâne bakıyoruz. Ve onu, bizi menhiyattan koparması cihetiyle, böyle yazılarla ve hususî âlemimizde çokça zikrediyoruz
Selam ve dua ile.