Geçenlerde, bir arkadaşımızın bazı sözlerini paylaştığı ve beğenerek okuduğum profesör bir bilim adamını merak ettim ve bir uzun konuşmasını dinlemek istedim. Çok kibar, bilgili ve beyefendi hocamız, konuşmasının bazı yerlerinde merakım-ı mûcip olan bazı bilgiler de paylaştı. Paylaştığı nakiller Kur'an'dan olunca, daha da dikkatimi çekti. Âyet isim ve numarası da vererek, Nuh Peygamberden önce peygamber olmadığını, hâliyle ilk peygamber ve hatta ilk insanın da Âdem olmadığını da kendinden emin şekilde anlatınca, bu değerli hocamızın İhtisas alanını da merak etmeye başladık. Bir araştırdım ki hocamız, ziraat fakültesinde, tarla bitkilerinden endüstri bitkilerini araştırarak hoca olmuş. Olsun, önemli değil. Adam ilahiyatçı hatta bir sürü eseri de var. Bakıyorsun onun da böyle uçuk kaçık fikirleri oluyor. Hatta geçen bunlardan, sözlerinden dinden çıktığı anlaşılan birini "Seksen Sene Yetmeyen Alçak Zihniyete Yüz Seksen Sene Yeter mi?"başlığı ile incelemiş, düştüğü çukuru göstermeye çalışmıştık. Özellikle ilahiyatçılardan bu tiplerin kökenine inince, bunların tamamına yakınının felsefenin mutantan izahlarının tesirine girdiklerini; güya bilim adına tarafsızlık rolü de takınınca, binler mıhlarla arşa bağlı Kur'an pırlantasını bir kere yere atarak küfür zulmetine düştüklerini, bundan kurtulmalarının da pek güç olduğunu hazin şekilde görüyoruz.
Fakat dinlediğim endüstri bitkici hocamız ilahiyatçı değil ama maşallah Kur'an'a pek nüfuz etmiş. Etmiş de okuduğu âyetlerin sadece mealleriyle yetinince, bir çuval inciri de böylece berbat etmiş. Meal elbette okunur hatta gereklidir de. Fakat bunu 'mealcilik' yapmak ve Kur'an'ı mealden ibaret görmek gibi bir noktaya taşırsanız, işte koca bilim insanlarını bazen böyle bir çıkmazın ve yanlışın içine çekmiş olursunuz.
"Kur'an sadece alimlere, ehline mi nazil oldu; biz okuyup istifade etmeyecek miyiz?" diye soruyor başka bir birader de. Mesleğimiz ve yıllarca bu okuduğunu anlama dersi verdiğimiz için biliyoruz. Türkçe bir metni bile, daha iyi anlamak ve onun hakkında doğru bir hükme varmak için,metni defalarca okuduğumuzu; daha önemlisi, basit bir şiir metnini yorumlarken, şairin bunu nerede, ne zaman, niçin yazdığını bilmemiz gerektiğini de biliriz. Bu durum, halis Arapça olan Kur'an ve hadîs için daha geçerli olmaz mı? Dinin kaynağı olmaları bakımından daha da bir ehemmiyet arz etmez mi? Kur'an'a nazar edip onun hakkında konuşurken, daha bir dikkatli olmak, ehline danışmak, âyetlerin kısa mealleriyle değil de indiği şartları, hangi suale cevap oldukları, asırlara hususen bu asrımıza dersinin ne olabileceği hususunu da açmak gerekmez mi? Bir edebiyat, tıp, biyoloji kitabını bile tek başımıza okuyup ihtisas sahibi olamıyoruz bazen. Mutlaka bir bilene, daha ileri olana danışıyoruz, müracaat ediyoruz. Belli bir usulü ve onun izini takip ediyoruz. Daha derinlemesine inceleme yapıyoruz.
Elbette ki Kur'an ve hadîsi anlamanın da hakkında konuşmanın ve yorumlamanın da bir usülü ve daha bir doğru yolu vardır. Bu usul konusunda bile çok değerli eserler telif edilmiştir.
Önemli eksiklerimizden biri de Kur'an ya da hadîs hakkında konuşurken, bütüncül olamamak, Kur'an'ın bütününe birden bakamamaktan kaynaklanan eksik yorumlarımız. Hâlbuki bazen âyetler birbirini izah edebiliyor. Bir âyet diğer âyetin müfessiri olabiliyor. Bütününü bilmeyen, bunu görmüyor ve şahsî anlayışını esas alınca, hususî dünyasını karartabiliyor bazen. Geçen, "Resul'ün Kur'an'ın inmesine vesile olmasının dışında bir ehemmiyeti yoktur. Biz de Kur'an'a onun gibi muhatap olabilir ve anlayabiliriz." mealinde bir paylaşıma denk geldim ki bu da bana sünnet- hadîs tartışmasının varacağı tehlikeli noktayı bir kere daha göstermeye yetti. Buradan da önceden bu tip düşünceler hakkında, ne anlatmak istiyor, diye kulak kabartabilir, diye düşünürdüm. Ama geldikleri nokta, gidecekleri noktayı gösteriyor. Bu tiplere kulak kabartmanın yanlış olduğu kanaatine vardım.
Biz endüstri bitkci hocamızın incilerine dönelim isterseniz.Naklettiği Nisa Suresinin 163. Âyetiydi. Âyetin yanımızda bulunan başta Elmalılı ve Diyanet tefsirlerine baktığımızda, âyetin işaret ettiği mananın hocamızın kısa bir mealden anladığı gibi olmadığını gördük. Âyetin peygamberleri saymaya Nuh Aleyhisselam'dan başlaması, ehl-i kitabın bir sualine cevap olması dolayısıyla olduğunu; yoksa bu âyetin peygamberlerin ilkinin Nuh olduğu gibi bir manaya gelmediğini tefsirlerden öğrendik böylece.Kısa bir mealden yola çıkan hocamız, orada kalsa iyi. Hayalini de felce uğratmış ki zerrelerin tekâmülünü yani topraktan başlayan maden, nebat, hayvanda devam edip insanda biten safileşme yolculuğunu, 'insanın yaratılış tekâmülü' gibi isimle yad edip ilk hücre ile Âdem arasını da birtakım hayalî canlılarla dolduruyor. Gerçi hocamız, teoriden öteye gitmeyen, hiçbir laboratuvar ortamında ispatı yapılamayan, bir türden başka türe geçişi ve bu geçişi de tesadüfe bağlayan evrim teorisini reddediyor. Bu, akla da bilime de uygun değil, diyor.Her bir tür, ayrı ayrı yaratılmıştır da diyor. Fakat bu yaratılmanın her bir tür için bir hücreden başlayıp insan da dahil son hâline kadar tekamül ve teselsül ettiğini anlatıyor. Yani Âdem Aleyhisselam'a baba isnat ediyor ve ilk insan ve ilk peygamber olduğunu kabul etmiyor. Böylece "İsa'nın yaratılması, Âdem'in yaratılması gibidir." âyetindeki Âdem'in babasız yaratılması hakikatini unutuyor ya da görmezden geliyor.Kur'an'a bütün bakamıyor.
Bilimin ilk patlamaya, ilk yaratılışa kadar gittiğini anlatıp sonra, aynı bilimin türlerin tekâmülle yaratıldığını niçin netleştiremediği hususunu bir çırpıda geçiveriyor hocamız. Hocamızı şaşırtan, yanıltan, bir âyetin kısa bir mealinden yola çıkması olduğunu düşünürsek, meal okuyarak dini öğrenmek isteyen bazılarının düştükleri hazin durumları daha iyi anlarız. Zira bunları yakînen tanıyor ve çoğunun dinden çıkmalarının nedenlerinin Kur'an'ı sadece mealden ibaret görmeleri olduğunu biliyoruz.Böylelerinin ısrarla meal okuyun, demeleri de bundan zaten.
Üstad ise, bu hocamızın vehm-i bâtılını (yanlış ve hakikatsız vehmini) "Her bir nev'in bir âdemi ve bir büyük pederi olduğundan, silsilelerdeki tenasülden ne'şet eden vehm-i bâtıl, o âdemlerde, o evvel pederlerde tevehhüm olunmaz." cümleleriyle hakikatsiz olduğunu ortaya koyuyor. Ne diyor üstad? Her bir nev'in (türün) bir âdemi, ilk ferdi var. Fakat o ferdin bir babası, kendinden türediği bir üst âdemi yok. Yani her nev' nihayetinde tek bir âdeme dayanıyor. Niçin dayanıyor? Bunun delili nedir? Çünkü bu nev'ilerin, türlerin teselsülü (çoğalması, nesilleşmesi) sonsuz uzayıp gitmek şeklinde (O ondan, o da ondan) olması, bâtıldır, olması aklen de fennen de mümkün değildir.
"Hulâsa beşeriyet ve sâir hayvanatın teşkil ettikleri silsilelerin mebdei (başlangıcı) bir babada kesildiği gibi, en nihayeti de son bir oğulda kesilip bitirecektir."
Evet dostlar, herkesin ilmine, bilgisine, görgüsüne saygımız bâkidir. Ama kısa bir mealden yola çıkarak, bir ilmî neticeymiş gibi birtakım hayalî dolgularla kafa bulandırmanın da milleti meşgul etmenin de bir faydası olacağına inanmıyoruz.
Selam ve dua ile.