Bu ayın ortalarında, küçük mahdumumuzun görevi vesilesiyle, bir haftalığına Elazığ'ın şirin bir ilçesi olan Kovancılar'da bulunduk. Elazığ-Bingöl karayolunda bulunan ve başka komşu bir ilçe olan Palu'dan ayrılma bu güzel ilçe ismini, buraya yerleştirilen göçmenlerden alıyor. Göçmenlerin Romanya'da daha önce oturdukları yerin ismi, Kovancılar imiş. Ona hürmeten, buraya da bu isim verilmiş. Deprem bölgesinde bulunmasına rağmen, fazla bir yıkım olmamış. Düzgün planlaması ve cana yakın esnafı, sizi hemen sarıyor ve etkiliyor.
Biz, pazartesi akşamı vardık ilçeye. Ertesi gün, İlçe Milli Eğitim Müdürlüğüne uğradık hemen. Milli Eğitim Müdürümüz Murat Kaya Bey mütebessim, vakur ve müdebbir bir tavırla karşıladı bizi sağ olsunlar. Murat Kaya Hocamız, yedi yıldır Kovancılar'da İlçe Milli Eğitim Müdürlüğü görevini yürütüyor. Bir oğlunun Rize'de üniversitede okuması münasebetiyle Karadeniz'e, hususan Trabzon'a uğramış ve biraz biliyor. Bu da hemen kaynaşmamıza bir vesile oldu.
Değerli Hocama, ilçedeki okullarda "Değerler Eğitimi Seminerleri" verebileceğimizi ifade edince, büyük bir alaka ve memnuniyetle karşıladı bizi. Kaymakamlıktan olurlarımızı da çıkartarak üç günlük seminer programımızı yine Milli Eğitimde görevli, değerli öğretmen arkadaşımız Emrah Kaya Beyle bildirdi bize. Emrah Kaya Hocamız da okullara uğramamız ve programın takibinde mihmandarımız oldu bizim sağ olsunlar.
İlk durağımız, şehrin merkezindeki Tuna Anadolu Lisesi oldu. Okul Müdürümüz Zeynel Bey, heyecanla ve ilçenin protokol yükünün çoğunun omuzunda olması dolayısıyla, biraz da yoğun olmasına rağmen, büyük bir memnuniyetle karşıladı bizi. Küçük bir çay faslından sonra, "Hocam 9. sınıflar salonda sizi heyecanla bekliyor" diyerek, bizi seminer salonuna götürdü.
Yüz kadar öğrencinin sessizce, hazır olduğu sonunda, alışık olduğumuz kürsü de bizi bekliyordu. Önce, konuşmada içinde bahis konusu etmeyi düşündüğümüz, İtalyan heykeltıraş Michelangelo'nun 15. Yüzyılda, iki yılda yaptığı 235 cm. yüksekliğindeki Musa Heykelini akıllı tahtaya yansıttık. Bir ders saatinde, belki de ilk ve son olarak buluşmuş olduğumuz bu körpe zihinlere özet olarak neler anlatalım diye, zihnimiz gelgitlerle dolup boşalıyordu.
Bismillah deyip iki anlatma ve anlaşma vesilesi olan "lisan-ı hâl ve lisan-ı kalden" başladık söze. Hangisi, yani söz ile anlatmak mı yoksa, hâl ile, yaşayarak, göstererek anlatmak mı tesirlidir, diye sorduk gençlere. Sizce hangisi daha verimli, kalıcı ve tesirlidir? Hemen, bizim yaş üzerinde de bunun bir deneyini birlikte yaptık ve lisan-ı hâlin daha kalıcı hem de yormayan, kırmayan, nezih ve tesirli bir anlatma ve anlaşma aracı olduğuna karar verdik.
Öğrencilerle olan bu diyaloğumuzdan sonra, Saff Suresi'nin "Ey iman edenler, yapmayacağınız şeyleri niçin söylersiniz?" mealindeki ikinci âyetini yukarıdaki meali ile birlikte okudum. Yaşadığımız veya şahidi olduğumuz çeşitli örneklerle bu âyetin üzerinde durduk. Gerçekten gerek ikili gerek de böyle çoklu diyaloglarımızda, bu âyet, sözlerimizin çoğunu, filtreden geçirmemize sebep olur, belki de yarısını eler. Bizler, yaşamadığımız veya yaşamakta zorlandığımız bir şeyi, başkasına tavsiye ve onu, ondan beklemek hem samimi değil hem de tesirli olmuyor zaten. Bunun ağırlığı ve bazen de mahcubiyeti ile konuşuyorduk gençlerle.
Özellikle risaletinin ilk döneminde, bütün delili, mucizesi kendi Zâtı ve lisan-ı hâli olan bir Zâtın ümmetine de bu yakışırdı.
Gençlere, zengin örneklerle süsleyerek devam ettiğimiz konuşmanın bir yerinde, zengin-fakir herkese eşit verilen ve depolanması, sonra harcanmak üzere biriktirilmesi de mümkün olmayan sermayenin ne olduğunu sorduk ayrıca. Birçoğumuzun gafil olduğumuz bu sermayenin bir defalığına verilen ömür, yani zaman olduğunu anlattık. Bu kısa ve ertelenmeye gelmeyen sermayenin ebedî bir hayatı kazanmak için, bir defalığına verildiğini, belki nefsimize güçlü bir ders olur diye de yazarak, çizerek yani görselleştirerek anlatmaya çalıştık. Her saniyemizin zayi olmadan ebedîleşebileceğinin yollarını göstermeye çalıştık.
Ve sıra gençlerin en çok dikkatini çeken, onları düşündüren, bizim "Ben de içiyorum!" başlıklı kısa anlatımımıza geldi. Bir yazımızda da anlattığımı hatırlıyorum. Bir yılbaşı üzerine gerçekleşen bir "Sevgi Evleri" sohbetimizde, bir öğrenci, "Hocam, ben yılbaşında içeceğim" demişti ya. Ona, "Ben de içeceğim, hatta içmeden yaşayamıyorum" demiştim. Buradaki ince espriyi anlattık gençlere. Allah içmeyi, yemeyi, gezmeyi, bakma ve dinlemeyi, koklama ve eğlenmeyi; sevmeyi, nefret etmeyi, hırs ve inadı yasaklamadı ki. Sadece insanı, bunların helaline yönlendirdi. Bu da her iki hayatımızın rahatı içindi. Bunları anlattık. Bunların, keyifli yaşamanın meşru dairede kalarak da mümkün olduğunu, olabileceğini ve bunun yollarını göstermeye, misallerini anlatmaya çalıştık. Bir şekilde, yol göstermeye çalıştık öğrenci kardeşlerimize.
Sıra tahtadaki resmini gösterdiğimiz Musa Heykeline gelmişti. Heykelin ağzı vardı ama konuşmuyor, kulağı var ama duymuyor, eli kolu var ama çalışmıyor, ayağı var fakat yürüyemiyordu. Peki, böyle bir heykelin bir heykeltıraşı olur da insan gibi, gören, konuşan, yürüyen, hatta sevip nefret edebilen ve ayrıca akıl, ruh, göz ve dil gibi pahalı cihazların sahibi olan insanın bir heykeltıraşı olmaz mıydı? Bunu sorduk genç kardeşlerimize. Elbette, insanı bu dünyada kendine muhatap ve gelip geçici bir misafir ve bir yolcu olarak yaratan Rabbimiz, bu pahalı cihazları da israf etmememizi, onları yerli yerinde ve helal dairede kalarak kullanmamızı da istiyor. Bunu anlatmaya ve kavratmaya çalıştık gençlere bu kısa sürede. Bütün sınıflarda öğrenciler ile birlikte sohbetleri dinleyen öğretmen arkadaşlar da memnun olduklarını ilettiler. Konuşmanın kaynağının nurlar olduğunu anlayanlardan, nurlara iştiyaklarını tazeleyenler de oldu.
İkinci olarak uğradığımız yer, Kovancılar Anadolu Lisesi oldu. Okul müdürü Cebrail Beyin üstün bir misafirperverliğiyle 9. ve 10. sınıflarla birlikteliğimiz oldu. İkaz mahiyetinde, okulun çeşitli yerlerine asılan levhalardan, gıybetle ilgili olanı ve özellikle bunun ikinci satırındaki "Tut dilini, kurtar ahiretini" kısmı, dikkatimizi çekmişti. Konuşmamızın ağırlığını, bu söz teşkil etti. Diğer okullarda anlattıklarımıza ilaveten, bu okulda bunu daha çok işledik. Belki de fert ve toplum olarak, en fazla yaramız bu olduğu için bu söze ağırlık vermiştik. Daha da bizi etkileyen ise, elleri özürlü bir kızımızın yanımıza gelerek, bizim farkında bile olmadığımız durumu ile ilgili bizimle hararetli ve çok istifadeli bir sohbet yapması olmuştu.
Programın hitâmuhu miski (güzel sonu) Milli Eğitim Müdürümüz Murat Kaya Bey, Şube Müdürü Serhat Aran Hocamız ve yine bu geziler boyunca bizi yalnız bırakmayan ve bize yol gösteren Emrah Kaya hocamızla birlikte İmam Hatip Lisesi'nde oldu. Okul Müdürü Gökhan Yılmaz Beyin sıcak ve candan ilgisine teşekkür ediyoruz. Bir ders planladığımız fakat yaklaşık bir saat süren, İlçe Milli Eğitim Müdürü Murat Kaya Bey'in ve Şube Müdürü Serhat Aran Bey'in de ilgiyle dinlediği bu okuldaki konuşma, öğrencisi ve öğretmenler tarafından da sonuna kadar takip edildi. Murat Kaya Müdürümüzün takdirleri, fakat fazla alışık olmadığımız plaket takdimleri bizi ziyadesiyle memnun etti. Bu vesileyle bizi misafir eden bütün idareci ve öğretmen arkadaşlara ve bizi yüksek bir ilgiyle dinleyen öğrencilere teşekkür ediyorum. Bir dahaki programlar daha verimli olur inşallah.
Evet dostlar, bir haftalık Kovancılar ziyaretimiz sadece okullar ile sınırlı kalmadı. Hizmet Vakfı'na da uğradık. Orada ikamet eden değerli öğrencileri ve oranın idareci vakfı Kadir kardeşimizi ziyaret ederek uzun sohbetlere katıldık. Ayrıca Palu ve Karakoçan'daki derslere iştirak ettik. Bu vesileyle görüştüğümüz arkadaş ve dostlarımızı da unutmak zor.
Selam ve dua ile.