Geçenlerde çok değerli bir hocamızı dinliyorum. Konuşmasında "Kur'an'ı bir kelimeyle özetlersek, o kelime ne olurdu?" diye sordu muhataplarına. Çoğu, bir kelime söyledi ama hocamız "Kur'an'ı bir kelime ile özetlersek, edeb kelimesini tercih ederiz." diye kendi sualini kendisi cevapladı.
Gerçekten öyle değil mi? Edebi, biraz haddini hududunu, hukukunu bilmek; biraz da âdâb-ı muaşerette ölçü olarak ele alırsak, edebin içinde çok şey olduğunu görürüz.
Yine, dine karşı edep, Allah'a karşı edep, meleklere karşı edep, anaya babaya, dosta, arkadaşa, akrabaya, hatta vatana, millete, daha da ilerletelim, insanlığa karşı edep de edeb dairesi içerisinde.
Hepsi önemli ama bunların içinde dine karşı edep ayrı bir dikkati, eğitimi, daha da önemlisi seviyeyi istiyor gerçekten. Konuştuğu dört cümleden üçü yanlış ve yanlı, kalan biri de sadece teknik terimleri doğru olan bir hadsiz, ezberlediği, bazıları da müsteşrik kaynaklı yarım yamalak bilgilerle, bütün hayatı edep ve haya örnekleriyle dolu olan İslam Peygamberine(ASM) çirkin yakıştırmalar ima eden konuşmalar yapıyor bu aralar. Felsefenin zihnini felç ettiği bu yaratık, hadsizlik ve edepsizliğini burada da bırakmıyor. İslam hidayet ve tevhid anlayışından habersiz bazı Batılıların, putperestliğe inkılap etmiş Hristiyanlığı doğru din zannedip buna getirdikleri eleştiri ve bazı fikir yürütmelerini, İslam'a, Allah'a yöneltiyor. Hakikat-i hâli bilmeyen, tahkikten habersiz bazıları da bunun bu örümcek ağı niteliğindeki içi boş mantık hokkabazlıklarına takılıyor anlaşılan. Bunlardan hidayetini kaybedenlerin bile olduğunu yakın bir dostum söylemişti bana.
Allah'a karşı edep aklıma geldikçe, bazen titriyor ve bazı gafletli hâllerimden hicap da duyuyorum gerçekten. Allah'a karşı edebi nasıl elde edebiliriz? Her an O'nun huzurunda olma, bulunma keyfiyeti edebin olmazsa olmazı. Bu hâl yok ya da eksikse, derecesine göre bazen öfkemize yenik düşer zalim oluruz; bazen de "Ey Allah'ım, biliyorum sen bizi görüyor ve biliyorsun ama sen biraz beni görme şu haltı işleyeyim, bir müddet de oyalanıp oyalayayım." demek anlamına gelen fiillerimiz olur. O hâlde, üstadın "huzurî dâimîyi ve hâlis, âli tevhid-i hakikîyi elde etmek" "huzurî tevhid melekesi mâliki olmak" cümleleri ile ifade ettiği bu yüksek keyfiyeti elde etmek, aksal gayamız olmalı değil mi?
İnsanın değeri, et ve kemiği, servet ve makamı derecesinde değil, himmeti nispetindedir. Sen neyin peşinde ve içindeysen, o kadarsın. Kararlarının toplamısın. Değerin, o nispette; o kadar pahan var yani. Zaten gayesi olmayan, günlük, anlık yaşayanlar, kendilerini aşamayanlar, basit ve fasit daireden çıkmayanlar, yüce bir idealin peşinde değil de âni ve fânide kaybolanların edebin bu zirve hâlini yakalamaları zor.
Bunları yazıyor, okuyor, ediyoruz da biz bu yüksek gayenin, Allah'a karşı edebin neresindeyiz acaba? Neresindeyiz sahi? Dershanede, derste, okurken, yazarken, camide, mescitte, kısmen evde mücahidâne hâllerimiz oluyor; aklî ve ruhî zevkleri tadıyor, yaşıyoruz. Fakat yalnız kaldığımızda, caddede, sokakta, iş yerinde, sahilde, dağda bağda, daha önemlisi telefon yanımızdayken nasılız ve ne yapıyoruz? Hangi hâlleri yaşıyoruz? Edebin hangi merhalesinde ya da kaç numarasındayız? Edep Ya Hu diyen kemal ehli, herhalde edebi isterken bunları kastetmiş olmalı.
Topluma, çevreye karşı ve sokakta, caddede edep dedik ya. Daha yeni, bayramda hanımın memleketi Giresun'un Keşap ilçesinde bir duraktayım. Bir saat kadar beklemek durumunda kaldığım durağa, eşi de çok mütesettir, sakallı bir arkadaş geldi. Etraftan hocam hitaplarına muhatap olunca, bir camide İmam olduğu da anlaşılan, kısa sakallı bu arkadaş, hemen sigara yakıverdi. Neyse bunu geçtik. Arkadaş sigarasını bitirmeye yakın yere atıp üzerine de hafifçe tükürmesin mi? Bu cumada da Diyanet, hutbesinde cemaati, çocukların din, diyanet, adap ve edep öğrenmesi için camiye davet ediyordu. Düşündüm biraz, bu hocamızın yaşayamadığı ve birkaç noktadan ihlal ettiği edebi, âdâbı çocuğa nasıl öğretecekti acaba? Biraz hazin, ama can alıcı noktalar bunlar.
Allah'a karşı edep çevreye, aileye, insana karşı edebi netice verir. İşin başında demek, üstadın işaret edip ulaşmamızı istediği ve lem'a ve nüktelerini gösterdiği "huzurî tevhid melekesi" yatıyor. Kimin huzurunda, hangi kameranın gölgesinde olduğunun farkında mısın? Farkında mısın arkadaş, ey nefsim!
Onun için hâl ehli ne güzel ifade etmiş:
"Gezdim, Halep ile Şam'ı,
Eyledim ilim talep,
Meğer ilim bir hiç imiş,
İllâ edep illâ edep.
Girdim ilim meclisine,
Eyleyip kıldım talep,
Dediler ilim geride,
İllâ edep illâ edep."
İlim, edeple nezih hâle geliyor. Bağıranlar değil, edeple konuşanlar dinleniyor, hürmet görüyor. İttiba edilmesi hâlinde, ibadete dönen âdâb, edebin de kendisidir. Bu, Onu (ASM)edep timsali yapmış; bütün harekâtına Allah'a hürmet damgasını vurmuştur. Takip edilmesi gereken en sağlam rehber o olduğu gibi, en güzel ve sevimli düsturlar da onun şahsında bize öğretilmiştir.
Edep, ilimden önce geliyor ama ilimle beslenmeyen edep de ömür saniyelerini süsleyen zerafete dönmüyor maalesef.
Evet dostlar, günlük hayatımızı kuşatan konuşmadan yemeye, komşuluktan ticarete, aileden cemiyete bütün edep misalleri, hepsinin altında birçok edebi saklayan Hz. Peygamberin siyer-i seniyesinde saklıdır. Çünkü O, Allah'ın terbiyesindedir. Onu takip iki dünya saadetini getirir bize.
Selam ve dua ile.