Mahlûkat Nerede Eşittir?

Habibi Nacar YILMAZ

Üstad, Rusya'daki Bolşevik İhtilali karışıklıklarından istifade ile, bir yolunu bulup bulunduğu esir kampından firar ediyor. Rusça bilmemesine rağmen, bir inayet-i İlâhi ile Avrupa üzerinden İstanbul'a ulaşıyor. İstanbul'da da mütâreke yıllarıdır. Şartlar çetin, mücadele keskindir. İngilizlerin sinsiliğini ve meş'umiyetlerini "Hutuvat-ı Sitte" adlı eseriyle açık ettiği ve onları etkisizleştirdiği gibi; önemli devlet adamları ve edipler ile de görüştüğü yıllardır.

Yine aynı dönemde Beykoz'da iki katlı bir evde ve daha başka mekânlarda, zaman zaman kalmakta özellikle Mesnevi'de neşredilen risaleleri kaleme almaktadır. İşte, aslı Arapça olan ve sonradan kendisinin Türkçeye çevirdiği bu risalelerden biri de Mesnevi'de Zühre, Lem'alar'da 17. Lem'a olarak yer verilen 15 Nota'dan ibaret olan risaledir. Hele, bu risalenin her bir meselesi önemli bir hakikatin manifestosu niteliğindeki beş meseleli 13. Nota'sı var ki her daim müracaat ettiğim kısımdır. Serlevhalık cümlelerin geçtiği bazı kısımlarını ise, başka bir yazının mevzusu yapmaya çalışacağız inşallah.

İşte, bu Notalar Risalesinin kısa, bir paragraflık, üzerinde durulup tefekkür edilmesi gereken "İkinci Notası" var ki şirkin de küfrün de kökünü kesip atıyor. Bu notayı hatırlamamıza ise, Mesnevi'nin sonlarındaki Nokta Risalesini okurken orada kör, şuursuz, basit ve camid sebepler ve mahlûkların zaten kendileri de mahlûk oldukları için, herhangi bir icat kabiliyetlerinin olmadığını anlatan, yine basit ve kendileri de mahlûk olanlar için kullanılan "imkânatından evleviyetleri olmayan esbap" cümlesi vesile oldu.

Kendileri de mümkün, yani var veya yoklukta kalmaları eşit. Var olması için, bir müreccihe, tercih edene muhtaç, yani evleviyetleri yok, ezelî değil bu varlıklar. Bir kitap veya mektup düşünün. Orada geçen kelimeleri, bir önceki kelimeler yazmış olsun. Bu mümkün mü? Mümkün değil. Öyle de sebeplerin de biri, birinden önce olmuş, varlık sahasına çıkmış ama neticede o da var olmaya muhtaç. Bir tercih neticesi olarak var olmuş. Var olmaya muhtaç olan, başka birini var edebilir mi? İşte, bu hakikati en güzel ifade eden İkinci Notada geçen "Mahlukat ma'budiyetten uzaklık noktasından müsavi oldukları gibi, mahlûkiyet nispetinde de birdirler." cümlesi oluyor.

İki kanatlı ve şifadâr bu cümle, ma'bud olmaktan uzaklık ve mahlûkiyet nispetinde, en faziletliği ve en faziletsizi, en büyüğü ve en küçüğü, en hareketliyi ve en miskini eşitliyor. Yani bunların hiçbirine ibadet edilemez ve bunlar halık olamazlar. Bu noktada eşittirler. Peki biri, birinin halıkı olabilir mi? O da olamaz. Mahlûk olmada eşittirler, yani hepsi mahlûk. Mahlûk olma ve ma'but olamama noktasında, bir taşla, mesela Peygamber Efendimiz eşit. Taş da yaratılmaya muhtaç, Hazret-i Peygamber de. Taşa da ibadet edilemez, Hz. Peygamber'e de. Bu noktada mahlûkat eşit.

İşte, küfür ve şirkin kökünü kesen bu hakikat için üstad "Kur'an'ın düsturlarındandır ki" diyor. Zaten Kur'an, baştan başa tevhid dersi verdiği gibi, şirki de en büyük zulüm ve o hâlde bulunulduğu sürece de affı mümkün olmayan bir cürüm olarak görüyor. Cenab-ı Hakk'ın Ulûhiyet ve Rububiyetinde zerre kadar şirke yer yok. Yani Allah, ilâh olarak tek olduğu gibi, icraatında da tek ve yekta. Yoktan da olsa, daha önce yaratılan zerrelerden, yeniden inşa şeklinde de olsa her hareket ve sükûnet, hep O'nun emir, irade ve izni dairesinde olur.

Kâinatta zerreleri bir mürekkep olarak düşünebiliriz. Mürekkep kendiliğinden, bir tercih eden olmadan yazıya dönemeyeceği gibi, daha önce yazıya döndürülenler de başka bir yazı yazamazlar. Bütün yazılar, bir ilim ve iradeyi gösterdiği gibi; zerrelere dayalı element mürekkepleri de hadsiz mevcudatın yapısında yer almak için, yine küllî bir irade, kudret, ilim ve hikmet dairesinde hareket eder.

Mevcudatın evveliyetlerinin olmamasını, onların sonradan yarattıkları şeklinde anlayabileceğimiz gibi, onların yaratılmasında kullanılan zerrenin de yani maddenin de öncesinin olmadığını anlayabiliriz bu fakire göre. Zerrenin öncesinin olmaması, yani ezelî olmaması önemli biraz. Zerre ezeli değilse, zerrelerden meydana gelen hiçbir silsile de tür de ezelî olamaz. Zaten farklı canlı türlerinin yaratılışı, madde ile izah edilemez. Aynı mürekkeple nasıl "insan, koyun, ağaç, balık, dağ, güneş" gibi farklı kelimeleri yazmanın mürekkeple ilgisi yoksa; türlerin de onları meydana getiren maddeyle alakası yoktur. Çünkü her bir tür farklı bir yazılım ve programının neticesidir. Zerre programlayamaz, ancak programa, yazılıma göre hareket ettirilir. Aslında kanun da öyle. Her şey bir kaide, kanun ile yapılır; ama o fiili yapan kanun değildir.

Hareket hâlindeki zerre, bazen enerjiye döner; bazen toprakta sükûnet hâlindedir. Bazen buhar olur, bazen de ağırlaşan bir maden özelliği kazanır. Bu özellikleri olmayan madde de yoktur. Böylece özelliklerini, sıfatlarını sonradan kazanan bir madde de zaten ezelî olamaz. Sıfatlarını sonradan kazanan, kendisi ezeli olabilir mi? İnsan meyvesi sonradan olan kâinat ağacının ezeli olması düşünülebilir mi?

Yine fertleri sonradan olan bir türün kendisi de elbette sonradan olmuştur. Bedenleri tenasül kanunu ile yaratılan her bir ferdin ruhu, müstakildir. Baba ve anne ile ilgili değildir. Yani anne ve babadan çoğalan, türeyen ferdin ruhu, onlardan gelmiyor. Müstakil olarak veriliyor. Dünyada olmuş ve olacak bütün maymun ve develeri bir araya getirseniz, milyarlarca yıl bekleseniz, bir ampulü takamayacağı gibi, bir çiviyi de çakamaz. Çünkü onun ruhu sınırlıdır ve tekâmüle göre programlanmamıştır. Bu bile tek başına evrimi ortadan kaldıran bir önemli tespittir.

Evet dostlar, Allah'ın ezeliyetini aklına sığıştıramayan bir insan, nasıl oluyor da O'nun yarattığı varlıklara ve onların temel taşı olan maddeye ezeliyet verebiliyor acaba? Ne yapsın biçare, içine düştüğü çıkmaz, onu buna mahkûm ediyor. Hem maddenin bu keyfiyette olması ezelî olmadığının en büyük delilidir. Zira, madde ezeli olsaydı, şu kâinatın bir başlangıcı olamayacağından, bu hâle gelmesi asla mümkün olmayacaktı. Yani bunu iddia eden, kendini de inkâr etmiş oluyordu.

Selam ve dua ile.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (3)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.