Risale-i Nurların çoğu yerinde olduğu gibi, mesela Birinci Lem'a'da Yunus Aleyhisselam; İkinci Lem'a'da ise, Eyüp Aleyhisselam kıssaları üzerinde birer manifesto niteliğinde değerlendirmeler yapılıyor. Üstad bizi, o peygamberlerin zamanına değil de sanki onları bu zamana getiriyor ve Kur'an'da anlatılan diğer peygamber kıssaları gibi, bu kıssaların bu asra verdikleri dersi ya da onlardan bizim alacağımız hisseleri orijinal şekilde anlatıyor. Bunları anlatırken, birtakım ilaveler ile anlatılan kıssaların teferruatında bizi gezdirmeden yapıyor bunu. O kıssaların Kur'an'da verilen hulâsası ile bunu başarıyor.
Birinci Lem'a'da, Yunus Aleyhisselam anlatılırken, onu çevreleyen "gece, dalgalı deniz ve balık" üçlüsüne karşı ona medet verip onu sahil-i selamete çıkarabilecek ancak bu üçlüye hükmeden bir Zât olabilirdi. Çünkü esbab, bilkülliye sukut etmişti. Dünya hikmetinde her şey, bir sebeple yaratılıyordu. Ama burada, sebepler de tükenmişti. Sebeplerin tükendiğini gören Yunus Aleyhisselam, nazarını bütün sebeplerin sahibine çevirmiş; böylece hâlisâne yaptığı dua kabul görmüş, balık bir denizaltı gemisi suretine çevrilmişti.
İşte biz de istikbal karanlığında, zamanın saniye dalgaları içerisindeyiz her daim. Daha da vahimi hayat-ı ebediyemizi mahvetmek, bizi her an yutmaya hazır nefis balığıyla karşı karşıyayız. Yani her an, Yunus Aleyhisselam'dan daha tehlikeli bir durum ile karşı karşıyayız. Onun imdadına koşan merhamete, ondan daha çok muhtacız. Bunun ne kadar farkındayız? Bu farkındalığı sağlamaya ve bu kıssanın bize verdiği onlarca mesajdan belki en önemlisi, nazarlara sunuluyor Birinci Lem'a'da.
Değerli yazar Yusuf Kaplan Beyin tam bir isabetle "İslam tarihinde Asr-ı Saadetten sonra böyle bir metin yazılmamıştır." tespitiyle tanıtmaya çalıştığı İkinci Lem'a'da ise, yine bir peygamber kıssası Eyüp Aleyhisselam ele alınıyor. Musibetlere Müslümanca bakış, bir Müslüman için asıl derdin ne olduğu, kötülük probleminin aslında ne olduğu gibi hayatî meselelerin yanında; özellikle Birinci Nüktenin baştan sona izah ettiği insanı küfre götüren günah psikolojisinin vahim neticelerinin mutlaka tekrar tekrar okunması gerekiyor. Tekrar tekrar diyorum, çünkü bu gibi ilimler, gıda gibidir; meyve değildir. Bunları hava ve su gibi her an almaya, marifetimizi yenilemeye ihtiyacımız var. Özellikle İkinci Lem'a hayatı, iniş çıkışlarıyla bize yeniden okuyor, okutuyor, bizi Kur'an ışığında hayatla yüzleştiriyor.
Gelelim "malûm günaha". Böyle okuyup geçeriz. Ama On İkinci Mektup'ta Âdem Aleyhisselam'ın cennetten ihracı meselesi anlatılırken, üstadın Âdem peygamberin ihracını "mukteza-yı fıtratları olan malûm günahla" izah etmesi, bilmem kaçımızın dikkatini çekti? Üstad, günahın mahiyeti üzerinde durmuyor. Bu gaybî mesele zaten Kur'an'da açıkça anlatılmış. Asıl önemli olan ve çoğu zaman akla gelip çok da sorulan Âdem Aleyhisselam'ın cennetten ihracı ile dünyaya gönderilmesin hikmetinin izahı. Bunun Kur'an'dan alınarak anlatılması lazım. Çünkü bu ihraç hadisesi, beşerin dünyada çoğalmasını ve neticede cennetin yanında cehennemin de icadını netice vermişti. Yani oluklar çift olmuştu. Neticede insanoğlunun günahlara bulaşması, zulüm ve küfür elbisesini giymesi de bunun sonucuydu. Halbuki cennette çoğalma olabilseydi, bunlar olmayacaktı.
Üstad, bu çok ehemmiyetli meselenin yanında, şeytan gibi bir şerrin icadının niçin şer olmadığını da yine On İkinci Mektupta izah ediyor. Âdem'in cennetten ihracıyla beşerin kazandıkları ve kaybettiklerinin mukayesesi yapılınca, netice itibarıyle beşerin daha kazançlı çıktığı anlaşılıyor. Bu kısa yazıda, bu uzun mevzuyu ele almayacağız elbette.
Geçenlerde çok değerli bir ilahiyatçı hocamız bir konuşmasında, üstadın bu malûm günah dediği günaha, değişik ve çok dikkat çekici izah getirerek o hadiseyi günümüze, günlük hayata taşımaya çalıştı. Hani, malûm Adem Aleyhisselam ve Havva validemizin yasak ağaca yaklaşmamaları tembih edilmişti. Şeytanın yanıltması ve teşvikiyle onlar bu ağaca yaklaşmışlar ve dünya semasına ihraç edilmişlerdi.
Peki, bu kıssadaki "yasak ağaç" bize, şu anda nasıl bir ders verir? Üstad, Kur'an ayetlerinden mülhemen, cennetten ihracın hikmetlerini anlatıyor. Fakat bu "Yasak ağaca yaklaşmayın." ikazı, sadece Adem Aleyhisselama mı yapılmış oluyor acaba? Hayır, diyor değerli hocamız. Şu anda da insanların cennetten ihraç olması için, şeytanın insanları yaklaştırmak istediği yasak ağaçlar var. İnsanlar, bu yasak ağaçlara yaklaşsın, onun sevimli görünen fakat karın ağrıları mutlaka görüleceği neticelerini tatsın; Âdem Aleyhisselam gibi dünya semasına değil, cehennem derelerine ebedî sukut etsin diye, şeytan ve avaneleri durmadan yeni tuzaklar, tarzlar, yeni ağaçlar, gerekiyorsa felsefî tuzaklar, doğrulanması mümkün olmayan, fakat bilim sosuna batırıldığı için kabul görebilen ağaçlar hazırlamışlar ve durmadan da yenilerini hazırlıyorlar.
"Evrim ağacı" diye bir site var mesela. İsmi de tam uygun. Adam, şeytan kumandasında bir site kurmuş. Bol sıfırlı hayalî rakamlarla, tesadüf hesaplarını yutturmaya, bilim sosuyla yalanlarını, vehimlerini pazarlamaya, dünyalık elde etmeye çalışıyor.
Bir başkaları, faiz ağacına 'getiri' adını takmış; bu lanetli fiili sevimleştirerek başkalarının sırtından, gölgeleneceği zakkum ağacının yapraklarını örüyor.
Başka, birkaç eskiden gizli şimdilerde daha alenî, bazı komiteler, Allah'ın Kelâm-ı Ezelisinde yaklaşılmasını bile yasakladığı, lanetli bir fiili değişik isimler ile, bir bubi tuzağı olarak ailenin altına yerleştiriyor.
Şeytan binlerce yıllık tecrübesi ile ve insanlardan kumandası altına aldığı kendinden daha kabiliyetli avaneleri sayesinde, insanları şirk ve küfür ağacına bulaştırıyor. Müslümanların bile ağzından bu manalara gelen kelimeleri eksik ettirmiyor.
Toplumu çürüten, fertleri birbirine düşüren, kin ve nefret tohumlarını eken iftira, gıybet, dedikodu ve suizan gibi günahları, günlük siyasetin de teşvik ve doldurmasıyla, bir de bunu çeşitli ilan ve neşir vasıtalarıyla daha da onu umumileştirerek affı ve izalesi mümkün olmayan şekle çeviren şeytan, bu ağacı da epeyce şişirmiş, hatta çoğumuzun müptelası olduğu bir şekle çevirmiş görünüyor.
Ağaçlar az değil ki. Şeytanın buluşturmaya ve bulaştırmaya çalıştığı herkesin yasak ağacı farklı. Kimimizi küfür ve şirke, zulüm ve isyana muhabbet ettiriyor; çeşitli 'izmler' tuzağına çekiyor. Kimimizi riya ve kibrin, bid'a ve gösterişin budalası hâline döndürüyor. Buna, yıllarca risale okumuş, hizmetin ve cemaatin içinde bulunmuş bazı insanlar da dahil. Sathilik içinde bunalan bazıları, çeşitli tuzaklara düşürüyor ve yavaş yavaş hak ve hakikatten uzaklaşıyor.
Evet dostlar, yasak ağaç uyarısı, sadece evvel babamız için geçerli değil. Her zaman ve hepimiz için geçerli. Bazı fiilleri, o fiilleri işleyenlerin dinini anarak o fiili o dine boca etmek, her zaman hoş ve geçerli olmayabilir. Ama mecburen kullanmak zorunda kaldığımız, neredeyse dünyanın tümünü kendine dost hâline getirmiş Yahudi zulmü de önemli bir yasak ağaç artık. Ona duyulacak küçük bir muhabbet veya meyil, insanı dünyada rezil edeceği gibi, ahiretini de yakabilir. Aman, yasak ağaçlara dikkat edelim.