Lise yıllarında (Rize Öğretmen Lisesi) Nurları tanımıştık. Bizi Risale-i Nur'a götüren, onunla buluşturan ana sebep ise, bana yöneltilen suallere cevap veremeyişimizdi. Tâ müftülüğe kadar gitmiştik ama derde deva ilaç bulamamıştık. Nihayet Risale-i Nur sohbetleri hem bana soru soran arkadaşlarımızı hem de bizi kendine celbetmişti.
Sadece meal okuyarak dinsizlik girdabına düşen, sonrasında Nurların ikna edici izahları ve fedakârca yaklaşımlar sayesinde ihtida eden rahmetli Fahrettin Şahin'i unutmak ne mümkün?
O dönemde, bir yandan siyaseti birinci planı alarak ve her şeyin bu yolla düzeleceğini sanan arkadaşlar; diğer yandan bulduklarını kırarak, döverek kendilerine çekmeye çalışan, fikrî ve itikadî altyapıları olmadığından, sonra da epeyce savrulan arkadaşların da hedefinde olmuştuk. Özellikle ikinci kısımdaki arkadaşlar, bu fakiri epeyce meşgul etmişlerdi. Mürâî ve ciddiyetsiz tavırlar, çok hizmetlere engel oldu maalesef. Yıllar sonra buluştuğumuz o dönem arkadaşlardan, tamamen dünyevîleşen bazıları, "Keşke, bizlerle biraz daha fazla meşgul olsaydınız; sohbetlere biz de katılsaydık." diyenler bile oldu.
O dönem, engelleyici ve sıkıntılı durumlarla karşılaştıkça, yine Rize'de istişare ettiğimiz bazı arkadaşlardan "Bu tür hücumlara karşı, ihlas kuvvetine dayanmak, şevki kırmamak tembihinde bulunanlar oluyordu." Biz de içimizden "Bu ihlas nedir ki ona dayanacağım ve bize şevk kaynağı olacak." diye içimizden geçiriyorduk. Gerçi şimdi de tam anladığımız söylenemez ya.
Bu girişi yapmamıza, Emirdağ Lahikası'nda yer verilen, o dönemde Bağdat'ta çıkan "Eddifa" gazetesinin yazarlarından İsa Abdulkadir'in kendisine sorulan "Türkiye'deki Nur talebelerinden ve Said Nursi'den mâlûmat verir misiniz?" sualine verdiği cevapta geçen "Nur talebelerin şevklerini hiçbir şey kıramıyor." cümlesi ile, geçen haftalarda Rize ve Trabzon'da misafir ettiğimiz muhabbet insanı Said Özadalı'nın, bir müddet önce İstanbul'da misafir ettikleri bir grup Hindistan medreseleri âlimleri ile ilgili anlattığı bir anekdot vesile oldu.
İsa Abdulkadir yine "Eddifa" gazetesinde yazdığı Arabî bir makalesinde Nur talebeleri ile İhvan-ı Müsliminin altı farkını anlatıyor. Nefis ve tam isabetli bir yazı gerçekten. Orada anlatılanlar zamanla yaşandı ve aklı başında İhvan takipçileri de başta müspet hareket, Risale-i Nur'un tavsiye ettiği usul, yol ve tarzı ile ilgili isabetli tavsiyeleri noktasına geldiler. Bugün Orta Asya'dan Orta Doğu'ya, bazı Uzak Asya ülkelerine kadar, İslam âleminde Nurlara olan teveccüh ve sahip çıkmalar bunun bir göstergesi sayılabilir.
Peki, Nur talebelerin şevkleri niçin kırılmaz? Çünkü ihlas düsturuna sarılanların şevki kırılmaz. Eğer birilerinin şevki kırılıyor veya şevki anlık, aylık, senelik oluyorsa; orada ihlasın sırrı bilinmiyor, anlaşılmıyor, yaşanmıyor demektir. İhlasta, neticeye bakılmaz, başkasının teveccühü aranmaz, şevk kıracak hallerin hiçbiri göze görünmez. Teveccüh isteyen, o teveccüh kesilince, neticeyle meşgul olan da beklediği neticeyi alamadığında şevki söner. İhlas, bunların ikisini de kaldırıyor. İhlas, hizmette hırsa, neticeye de kanaate götürür bizi. İnsana cevvaliyet kazandırır, yol yordamı öğretir. Hizmette sınır ve siniri kaldırır. Hareketin yakıtıdır bir bakıma. Gözü rızaya, gönlü muhabbete kilitler.
Said Nursi, hiçbir risalenin başına "On beş günde bir okunmalı." notunu düşmediği gibi; hiçbir parça ya da mevzu için "en mühim esas, en büyük kuvvet" tanımını kullanmıyor. İhlas sayesinde, aşamayacağımız engel, başaramayacağımız iş olmaz. Rıza yolu ve isteği olmazları oldurur güçtedir. Samimiyet ve içten talep, demiri eritir; dağları deldirir, seni Ferhat yapar.
İhlas düsturlarının bir hâl hâlini aldığı kimse, etrafına da o enerjiyi yayar. Vesile, onun için önemli değildir. Netice de onu ilgilendirmez. Vesilenin mahiyetine takılmayan insanın da şevki bozulmaz, kırılmaz. Ebed yurdunda hakaretler, itip kakmalar dahil hiçbir gerekçenin hizmetinden soğumanın gerekçesi olamayacağını anlamıştır. Kendini yolcu değil, hademe (hizmetçi) gören insan, mızmız yolcu gibi ağlayıp durmaz, bahaneler üretmez. Kendini işine kilitler. Veya bahaneler onu durdurmaz, şevkini kırmaz.
Başta, hiçbir tazyik ve sindirmenin onu ehl-i imana hizmetten alıkoyamayan üstad Said Nursi'yi gören, tanıyan İsa Abdulkadir, aynı hâlleriyle Nur talebelerini de müşahade edince, bu hükmü veriyor hemen. Keşke bu hâli her daim ve her şartta muhafaza edebilseydik. Gayret ve temenniler, hatta bu kırık dökük yazı da o hâlin muhafazası ve devamı için yazılmaktadır.
Said Özadalı ise, yakın zamanda İstanbul'da misafir ettikleri Hindistan'dan gelen müderris, üniversite hocalarının özellikle İhlas Risalesinden aldıkları önemli dersi anlattı. Çok önemli hizmetlere, derslere sahne olan medreselerin arasındaki, özellikle talebe sayısı noktasındaki hırs ve ölçüsüz yarış, onların nefesini kesiyor ve kırıcılıkla biten birtakım sürtüşmelere de kapı açıyormuş. Rıza-yı İlâhi'nin kesretle (çok kişinin sana tâbi olması ile değil) ihlas ile (sadece O'nun rızasını taleple) kazanıldığını anlamak ve özellikle bunu tatbikte hassas olmak noktalarının ehemmiyeti, mezkûr âlimlere bir de veciz ifadelerle aktarılınca, hem çok istifade hem de aradıklarını bulduklarını ifade etmişler.
20.Lem'a'nın İkinci Noktası iken, nûrânîyetine binâen müstakil olan 21.Lem'a'nın başındaki "On beş günde bir defa okunmalı." notunun, yine özellikle âlemi İslam'ın dâhilî ve harici hâline baktığımızda, 20. Lem'a'nın da başına konulmasının çok yerinde olacağını düşünüyorum. Yani on beş günde bir 20.Lem'a'yı da okuyalım, okunsun, derim.
Üstadın özellikle vefatından önce, yakın talebelerine "Siz hizmeti değil, tesanüd ve ittifakınızı düşünün, temin edin." tavsiyesinden, âcizâne anladığım, hizmetin ittihat ve ittifakla mümkün olabileceğidir. Çünkü "Hayat, vahdet ve ittifakın neticesidir. İmtizackârâne ittihat gittiği vakit, mânevi hayat da gider. Tesanüd bozulursa, cemaatin tadı kaçar."
Hindistan âlimleri iki haftalık okuma programında, ihtilaf ve menfî rekabetin sebep ve çarelerini gösteren 20.Lem'a'yı, özellikle de üçüncü ve altıncı sebeplerini mütalaa etmişler. Tam bir hazine bulma sevinç ve ümidiyle memleketlerine dönmüşler. Şimdi, kavgayı netice veren talebe kapma yarışı, hizmette kalite yarışına dönüvermiş. Kavgayı netice veren ihtilafı körükleyen, "Talebelerimiz niçin başka medreselere gidiyor, hepsi bize gelsin, bizi dinlesin." gibi insanı makama meylettiren, ihlası kaçıran, riyaya kapı açan düşüncesi, yerini "İhlas ve hakperestlik ise, Müslümanların nereden ve kimden olursa olsun, istifadelerine taraftar olmaktır." düşüncesine bırakmış.
Demek, hırs olacak ama bu hırs, vazifesini yapma noktasında olacak. İnsanlar beni dinlesin, çok sevap kazanayım noktası, Allah'a aittir. Sen ihlâsı esas tutunca, dinleyenlerin çok olur zaten. Ahiretteki soru da çok kişiye ulaşmak noktasında değil, rızadaki maksadından olacak zaten. Bu hassas noktaya dikkat lazım. Çünkü sathî bakınca, tam anlaşılmıyor. Bu da şevkin kırılması ve ihtilaf gibi neticelere meydana açıyor.
Evet dostlar, bugün bünye içi veya dışı, birbiriyle didişen ve uğraşanlar, yarın kabirde ve bütün sırların ortaya saçılacağı büyük günde, birbirinin yüzüne bakabilecek bir mecali bulabilecek miyiz acaba? O güne, yüz kızartıcı bir şey bırakmayalım lütfen.
Selam ve dua ile.