Dava, gönül, mücadele ve bilim insanı Himmet Uç Hocamızı yakından tanıyanınız var mı bilmiyorum. Bu fâkir 1977 yılının Eylül'ünde Trabzon'a gelmişti. Bu tarihten öncesini bilmiyorum ama sonrasında Trabzon'a gelip on gün kadar kaldığını, çok feyizli okumalar ve dersler yaptığımızı hatırlıyorum. Yine bizim Nurları ve hizmeti ilk tanıdığımız yıllarda, tâ okuduğumuz Rize Öğretmen Lisesine kadar gelerek elimizden tutan, Trabzon'da misafir eden, hizmet insanı Profesör Faris Kaya'ya, Trabzon'dan adres verip hizmette kalmasına vesile olanın da Hmmet Hocamızın olduğunu, bizzat Faris Kaya'nın anlatımından biliyorum.
Himmet Hocamızın akademik yolculuğu Erzurum'da başlamıştı. Orhan Okay, Kaya Bilgegil gibi, çok değerli bilim ve irfan insanlarından tedrisat, teşvik ve destekler gördüğünü beyanlarından anlıyoruz. Yine rahmetli Kırkıncı Hocamızdan dersler aldığını, rahmetli Vahdet Yılmaz abiyle de kader arkadaşı olduğunu, yine ondan naklettiği "Şol yüzleri dost, özleri düşmandan usandım" sözlerinden anlıyoruz. Zira, Himmet Bey de muhtelif zamanlarda hocalık yaptığı Dicle ve Süleyman Demirel Üniversiteleri, şimdi de Iğdır Üniversitesi'nde, yüzleri dost insanlardan bîzar olduğunu ve bazı tavırlarından memnun olmadığını, yine nazik bazı serzenişlerinden çıkarmak mümkün.
Profesör Himmet Uç Hocamızın çoğu hacimli otuza yakın kitap çalışması var. Bunlardan ikisi de 1901-1967 yılları arasında yaşamış, eğitimci, folklor uzmanı ve şair Ahmet Kutsi Tecer üzerine. Bu fâkir Himmet Hocamızı, Tecer'in meşhur "Nerdesin?" şiirinde geçen:
"Arıyorum yıllar var ki ben onu,
Âşıkıyım beni çağıran bu sesin."
mısralarında dile getirilen, belki şaire göre belirsiz ama Himmet Hocamıza göre belirli olan bir sesin, yüce bir gayenin, gayretin, kutsî bir mânanın ve heyecanın hocamızı devamlı çağırdığını ve onun da bu sese meftûn ve bu sesin peşinde olduğunu anlıyorum. Nereden anlıyorum bunu? Yazılarından ve kitaplarından.
İşte, Hocamızın bu aşk ve davasını anlattığı kitaplardan biri de çıktığında haberimizin olduğu fakat elde edip okuyamadığımız, belki de okuyamama gafletine düştüğümüz "Risale-i Nur Ekseninde Kur'an Estetiği" ismiyle Merak Yayınlarından çıkan, 560 sayfalık, hacimli, dolu ve alanında ilk olan kitabı. Risale Haber Sitesindeki kendi köşesinde kitaptan bazı bölümleri yayımladığı oluyordu. Ama bütününü daha yeni elde ettik ve büyük bölümünü de okuyabildik.
Öncelikle, bu kadar hacimli hem de fikir, heyecan, anoloji ve özgün tespitlerle dolu; ayrıca bu heyecanın kitabın sonuna kadar sürebildiği başka bir sanat metni yani kitabı var mıdır bilemiyorum. Yoktur diye biliyor ve tahmin ediyorum. Kitapta yüz kadar başlık altında, yer yer âyetler ışığında, Risale-i Nurlardan örnek ve ilgili parçalarla birlikte, sanat ve estetik değerlendirmeler yapılıyor. Yılların Risale-i Nur okuyucusu olarak, bizlerin aynı parçalarda göremediğimiz veya görüp de isimlendiremediğimiz o kadar orijinal benzetmeler, sanat ve estetik yorumlar, özgün tespitler var ki okurken bazen heyecanlanmamak elde değil.
Himmet Hocamız bu kitabı yazmadan önce, hem Doğu hem de Batı'dan yoğun bir okuma yapmış. Yaptığını da zaten sayfalar ilerledikçe anlıyor ve görüyorsunuz. Öyle bir bilgi birikiminin içinde kendinizi buluyorsunuz ki şaşırmamak, daha doğrusu hayret etmemek elde değil. Verdiği hükümler ve yaptığı tespitlerin altını doldurmuş. Onun için, ileri seviyede bir güven içinde, kitabın daha başında, "Risale-i Nur, bir sanat felsefesi ve estetik kitabıdır" dedikten ve bunu büyük ve ileri derecede bir vukûfiyetle ispat edip ortaya koyduktan sonra da kitabın sonunda, "Bediüzzaman şüphesiz bin yılın büyük estetikçisidir" hükmünü veriyor. Bu, boş bir iddia değil. Önce tereddüd geçirebilen okuyucu, kitabı bitirince de bu tespite hemen katılıyor. Yani önce seni buna inandırıyor, sonra hükmü veriyor.
Haddim olmayarak, böyle büyük hacimli kitaplarda belki de dikkatten kaçabilen yazım ve noktalamadaki bazı fahiş hatalara da sadece iki örnek gösterip değerlendirmelerimize devam etmek istiyorum.
495. sayfanın sonundaki "....hiçbir zaman Marks da ki gibi....." yanlış yazımı "....Marks'taki gibi..." olacaktı.
498. sayfadaki "Estetik, Eleştirmen Bediüzzaman" başlığındaki virgül kullanımı yanlış.
Böyle noktalama ve yazım hataları, özellikle düzeltme işaretinin hiç kullanmaması, bu fâkire göre hem bir eksiklik hem de bu, okumanın akıcılığını da bazen aksatabiliyor.
Himmet Hocamız sıradan bir bilim insanı değil. Bir iddia ve ispat adamı. Bunu önsözde, "Batı'nın estetik kategorileri ve unsurları, Kur'an estetiğinin bütün özelliklerini yansıtmıyor. Bu yüzden çalışmamda bazı yeni kategoriler buldum, bir estetik düzen için sistem belirledim. Bugüne kadar yaptığım otuza yakın çalışma içinde bu eser, hepsinden daha yorucu ve belirleyici olmuştur" cümlesi ile veriyor. Yeni kategoriler bulduğu, bir estetik düzen için sistem belirlediği, zaten kitap boyunca görülüyor. Yeni bir estetik bakış ortaya koyan bu hacimli kitap, bir uygulamalı estetik ders kitabı olmayı da hak ediyor bu şekliyle.
Girişte, "Bediüzzaman'da ibadet, görsel kaynaklıdır." diyor Hocamız. Görsel kaynaklı ibadet tâbirini ilk duyuyorum. Ama ne kadar özgün ve yerinde olduğunu da Nurları dikkatle, estetik bir bakışla okuyunca daha iyi anlıyoruz. Elbette bunda bu kitabın başka bir yeri var.
Hocamız, böyle hacimli ve iddialı bir kitap için çalışma cesaretini de Kur'an'ın liselerde ders kitabı olarak koyulup okunmasından alıyor. Kur'an'ı sadece okuyup ölülere bağışlamada aklına getiren topluma da bu kitabı armağan ediyor. Maalesef toplumumuz bu tip, derin ve engin kitabı entelektüel seviyede bile olsa, tetkik ve yeterince değerlendirmeden bile uzak bugün.
"Renklere bakmayı, Bediüzzaman'dan öğrendim." diyor Hocamız. O kadar çileler içinde yine "Bak, gör." diyor Bediüzzaman. "Fakat biz, birbirimizin kusurlarına bakıyoruz. Bakmak için tabiata çıkıp çiçekler, ağaçlar, hayvanlar arasında tefekkürle daldık mı hiç? Okuduğumuz kitapların yüzde otuzu bakmak üzerine, fakat hayatımız da televizyona bakmak üzerine kurulu." serzenişi ve isabetli cümleleri Hocamıza ait.
Seksene yakın eserden istifade edilerek veya eserler taranarak yazılan kitapta ayrıca, Üstad ile edebiyat ve felsefede tanınmış insanların kıyası da yapılıyor. "Flaubert ne kadar realist ise Bediüzzaman da ondan daha realist. Yani görmeye dayanan bir düşünce ve tefekkür dünyası kurmuş. Flaubert dünya romanının realisti ise, Bediüzzaman da din dünyasının realisti." cümleleri dünyamıza ayrı bir bakış açısı aralıyor.
Hakeza "Düşünüyorum öyleyse varım." diyen Decart'a karşılık "Görselleştiremediği şeyi yazmayan." Bediüzzaman ise, "Görmek, bakmak, temaşa etmek ve seyretmekten sonra ben varım." der gibidir Hocamıza göre. Onun için Van'da Erek Dağına, İstanbul'da Çamlıca'ya, Tiflis'te Şeyh Sanan Tepesine, Barla'da Çam Dağına çıkmış; ayrıca uğradığı yerlerin zirvelerini seyir yeri olarak seçmiştir.
Yine, onun için Ayet-ül Kübra Risalesi otuz üç sahneli bir sinema mantığıyla inşa edilmiştir. Sahne, perde, seyirci, seyrangâh, temaşagâh, ordugâh gibi kelimeler tiyatro ve sinema terimlerdir âdeta.
Ünlü bir sinemacı, "İnsanlık tarihinin ve sinemanın en büyük sorunlarından biri, fikri sahnelemektir." der. Bediüzzaman haşir, miraç gibi fikri konuları, görsel-itikadî boyuta taşımıştır. Tevhidi de biz ilave edelim buna.
Kant, "İnsanın en estetik faaliyeti seyridir." diyor. Kur'an'da Allah, "Deveye bakmıyor musunuz? Onu nasıl yaratmışız?" buyuruyor. Yani Kur'an prototip bir vaka örnek verip, "Bunu çoğaltın." der. Kitapta bunun bol örneklerini buluyoruz.
Bediüzzaman'ın, ilk bakışta çirkin görünenleri güzelliğe dönüştüren bir bakış açısı da vardır. Bir şeyin çirkinlik ya da güzelliğine ilk görünüşüne göre değil, neticelerine göre bakılması lazım gelir ona göre.
Kitabın sayfalarında gezdiğimizde, Himmet Hocamızın Risale-i Nur'ları satır satır ya da cümle cümle değil; kelime kelime okuyup maksada uygun olanları seçtiğinin de bol örneklerini görüyoruz. Yüzlerce örneklerden "kisb-i sanatçık" ve "ibda-i sanat" terkipleri bunlardan iki tanesi. "Bediüzzaman insanların sanatını, deneme yanılma yoluyla kazanılan ve bir gelişme süreci sonunda ortaya çıkan mânasında 'kisb-i sanatçık'der. Ama Allah'ın sanatını 'ibda-i sanat' olarak yorumlar. Çünkü Allah, bir canlının bir sanatlı yaratığın Allah tarafından icat ve inşasını, insan gibi deneme yanılma yoluyla değil; bir anda, en mükemmel örneği bulmak tarzında yaratır. İşte, bu deneme yanılma yapmadan, yoktan ve en mükemmel ve fonksiyonel yaratmaya 'ibda-i sanat' adını verir. İnsana bu 'kisb-i sanatçık', Allah'ın nasıl mükemmel örnekler yarattığını anlamak için verilmiştir. Bir kıyas unsurudur bu sanatın insanda bulunması. 'Cüz'i ilmiyle, O'nun ilmini fehmeder, kisbi sanatçığıyla, O Sani-i Zülcelâlin ibda-i sanatını anlar.' Bu ifadede, ayrıca insanın sanatına sanatçık demekle de Allah'ın mükemmel örnekleri yanında, insanın ürettiği sanat, sanat değil; sanatçıktır, demek istemektedir. Batı'nın beşerî sanat adına, İlâhî sanat üzerine düşünmeyi sanat felsefesinden ihraç etmesine karşılık Bediüzzaman, sanatı inkâr etmez ama Allah'a kıyasla küçük bir sanat olduğunu belirtir. Çünkü ilk örnekte hem mükemmeli bulmak, insan için imkânsızdır. Ama Allah'ın bütün yarattıkları böyledir."
İnsanı Allah'ın muhatabı olmasının yanında, yorumlayan, düşünen, tartan, hassas, ince ve derinlikli görerek inceleyen Bediüzzaman ile; insanı kuru bir bedene indirgeyerek inceleyen Marks'ın sanat ve estetik anlayışlarının kıyaslaması da uzunca yapılıyor kitapta. Bu konunun en önemli cümlesi ise şöyle: "Bediüzzaman gündelik yaşamı sıradanlıktan kurtaracak, ona ruhsal bir huzur temin eden uygulamalı bir yaşam estetiği meydana getirmiştir. Bediüzzaman'ın estetiğinde ruh, kalp, akıl, istek ve beden hepsi bir estetik armoni içine girerler."
Fazla uzattık farkındayım. Ama o kadar orijinal tespitler var ki nakletmeden geçemiyoruz.
"Bediüzzaman sanat diline yeni bir yorum getirmiştir. Kendinden önce böyle bir şey yok. Bir de Bediüzzaman, kendi asrında başlayan ve gittikçe gelişen sanat faaliyetlerini, sanat toplumunu nazara alarak asrın idrâkine uygun bir din yorumu getirmiştir."
Ne gariptir ki bir umman gibi önümüzde ve yanımızda bir hazine gibi duran Eski ve Yeni Said eserlerini layıkıyla topluma tanıtacak, entelektüel yetersizliğimizden de yakınıyor değerli hocamız haklı olarak.
Ah Hocam, çok haklısın. Daha hem de profesör bir arkadaşa "kudret ve hikmetin levazımatının farklı olduğunu" bile anlatamadık.
Evet dostlar, muazzam, hacimli ve derin, bir o kadar da incelenmesi bile bizi çoktan aşan, ayrı bir ehliyet isteyen bir eseri tanıtmak ne mümkün. Biz etrafında dolaşmaya çalıştık biraz. Fakat Bediüzzaman'a bir de bu yönden bakmak ve onu tanımak isteyenler için rehber bir kitap hakkında az da olsa okuyucuyu haberdâr edebildiysek ne mutlu bize. Bu arada, Himmet Âbinin bu kırık dökük satırlar için bizi fırçalamasını "A cahil adam, böyle bir kitap böyle mi tanıtılır?" diye fırça atmasını da göze aldık. Olsun baş göz üstüne.
Selam ve dua ile.