Daha önceki bir yazımızda da anlatmaya çalışmıştık. Özellikle yaz aylarında, Orta Doğulu Müslüman kardeşlerimizi Trabzon'da misafir ediyoruz. Trabzon'da Uzungöl, Rize'de Ayder ve yine Karadeniz'in bazı yaylaları, onlar için birer cazibe merkezi haline geldi. Biz de bu kardeşlerimizi, Nurlarla buluşturmak adına ne yapabiliriz diye istişarelerde bulunmuştuk. Civar illerden, özellikle Arapça bilen arkadaşlardan yardım aldık ve onların da teşvikleriyle Uzungöl'de bir adres ve kitap teşhirine mekân olması için, bir karavana (seyyar dersane) aldık. Böylece bir nevi seyyar dersane dönemi başlamış oldu. Hem Trabzon'dan hem de Arapça bilen diğer arkadaşlardan o mekânda kalıp her akşam bazen kırk kişiyi bulan bir cemaatle, yakın bir camide Nurlardan Arapça dersler yapıldı.
Aslında bu hizmetlerin başlangıcı, daha önce Trabzon'a gelip Arapları Nurlarla buluşturan "Eğer Uzungöl'de böyle bir mekân olursa, ben de gelip kalır ve hizmet ederim." diyerek bize fikir verip şevk veren Mekkeli Profesör Abdülrezzak Hocamız olmuştu. Gerçekten şevkli ve ârif bir insan olan hocamıza "Sen bu kadar kütüb-ü İslâmiye okumuşsun, Risale-i Nurlarda ne buldun ki bu eserleri ısrarla okuyor ve tavsiye ediyorsun?" sorusunu sormuştum. Hocamız bu fakire unutamayacağım "Üstaz Habip, ben bu kadar eser okudum, fakat İslamiyetin hakikatini Risale-i Nurlardan öğrendim." cevabını vermişti.
Bütün bunları yazmamıza, kütüphanemde duran ve yazısından ancak şimdi haberdar olduğum profesör ve tefsir âlimi ve Arap dünyasının yakından tanıyıp takip ettiğini öğrendiğim Muhsin Abdülhamid'in başlıkta ismini verdiğim yazısındaki çok önemli tespitleri vesile oldu. Muhsin Abdülhamid Hocamız, Nurlardan yine Iraklı âlim ve mütercim nur talebesi İhsan Kasım Salihî âbinin çevirilerinden hakkıyla haberdar olmuş ve okumuş. Bir beyanatında "Ben Nurları tanımasaydım, intihar eylemcisi olurdum." diyor. Yine tefsir çalışmaları sırasında, birçok tefsirin özetini de yaptığından olacak ki Risale-i Nurları da özetlemeye niyet etmiş. "Altı bin sayfayı altı yüz sayfaya indireceğim" demiş. Bu niyetini İhsan Kasım abiye açınca İhsan abi ona "Bir dene bakalım ama zor olur." demiş. Nurları bu niyetle baştan sona tekrar okumaya başlayınca, Risale-i Nurların özetlenemeyeceğini anlamış. "Çünkü bir kelimesini bile atlatmanın mümkün olmadığını gördüm ve anladım" diyor.
Hâlen hayatta ve daha çok Erbil'de yaşayan hocamızı, yakînen tanımadığımız için, onu yakından tanıyan Üsküdar'daki Dilrûba Restoranın işletmecisi Said Özadalı'ya sordum, bilgi aldım.
Çok eski olan, fakat bizim yeni farkına vardığımız yazısına gelirsek, gerçekten bu yazının da özetini yapmak çok zor. Ama hepsini vermek de bu sütuna sığmayacağından mümkün değil. Yine bu fakire göre can alıcı noktaları sizlerle buluşturmaya çalışacağız. Hocamız, yazısının başında, bu yazıyı yazma niyetini şöyle açıklıyor:
Devamında da onu ve dâvâsını tanıtmaya çalıştığı cümlelerden "O, yüksek dağların bile kaldıramayacakları sıkıntılara katlanmıştır." cümlesi, dikkatimi çekti. Gerçekten de üstadın bereketli ve çileli hayatı, bunun müşahhaş örnekleri ile dolu.
"İslâm düşmanlarıyla mücadele ortamının gereği sanıp felsefî fikirleri İlâhî vahiy ile karıştıran bir kısım kelâm âlimlerinin yaptığı gibi, kısır beşerî içtihatlar, bu zâtın imanına el uzatamamış ve lekeleyememiştir."
Hani üstad "Onları gark eden madde ayağımı da ıslatamadı." diyor ya. Onun bir ispatının yapıldığı bir cümle. "Üstad bir kelâm âlimi ama bu derin ilmine felsefeyi bulaştırmamış; onun, hakikati bazen bulanık ve zor hâle getiren önermelerine yanaşmamış."
Cümleleri atlayarak vermede çok zorlanıyorum. Ama "Said Nursi, Müslüman'ın kâinata, hayata, toplum ve insana bakış açısını belirler." tespitini geçemedim.
Şumüllü bir değerlendirme olarak şu cümlelere bakar mısınız?
"Onun dâvâsını temsil eden şefkatli eller, kalblerindeki imanı harekete geçirmeye gayret eder. Gönüllere sevgi tohumlarını eker. Kimseye dil uzatmak yoktur. Hayırdan başkası konuşulmaz. Bir aklî gayretin ürünü olan şahsî görüşlere hakaret bulunmaz. Ne fertler ne de cemaatler yaralanmaz. Husumetler uyandırılmaz. Geçmişte cereyan etmiş münakaşa ve mücadelelere dönülmez. Geçmişle iftihar edilir, hazır kucaklanır ve geleceğe hazır olunur. Serserilik ve gevezeliğe iltifat edilmez. Tevazu ve açıklık baş tâcı edilir. Kibir, ikiyüzlülük ve başkalarına tepeden bakma yadırganır."
Üstadın ümmete bakışını ise "Ümmeti aslî kimliğine yeniden döndürmeye, bağımsız bir şahsiyet kazandırmaya ve sadece Allah'a kul olarak yaşatmaya çalışır." cümlesi ile özetledikten sonra; devamındaki "Müslümanları, âlemin muallimliğini üstlenmeye bir kere daha davet eder." cümlesiyle de üstadın Müslümanların misyonunu nasıl çizdiğini ve onlara gösterdiği hedefi anlatmaya çalışıyor.
"O, Rahmanî siyasete geniş kapısından girmek için, şeytanî siyasetten Allah'a sığınmıştır. O, uzlete çekilmiştir ama sırf ayrı yaşamış olmak için değil; insanların ruhlarını ihtizaza getirmek, kalplerini yumuşatarak onları yeniden İslâmî bir şekle sokmak, izzet dolu bir yapıya kavuşturmak ve kulluklarını putlardan Allah'a çevirmek için."
Devamı da tamamlayıcı:
"Onun durgunluğu, aslında hareket; uzleti, baş kaldırı; bir şey yapmaz görünmesi, düşmanın planlarını etkisiz kılma; kendisine getirilen kayıtlar, cevvaliyet; hastalığı, sıhhat; hapsi, Allah'ın yoluna çağrı; sürgünü ise, medreseydi."
Evet dostlar, müfessir Muhsin Abdülhamid Hocamız: "Üstad, aramızda yaşasaydı, diyeceklerini dedikleri arasında arayıp bulmak gerekir" de diyor. Bize düşen de bu değil mi zaten?
Üstadın asırları kucaklayan tecdidini ise "Şimdi bunun hakkında ne diyorsunuz, ey aziz üstad diye sorduğunuzda, onun nurlu ve ebedî risalelerinin değişik yerlerinden açık cevaplar anında yetişecektir. Evet, çünkü o büyük bir mütefekkir, eserlerini yalnızca belli bir dönem için kaleme almamıştır."
Bu konuda Arapça yazdığı ve resmini de verdiğim "El imam en Nursi-Yeni Asrın Mütekellimi" eseri de tercümeyi bekliyor. Son olarak hocamız yazısını başlık olarak da verdiğimiz "Risale-i Nurlar ölmezliğini, Kur'an'a ve sünnete ayinedârlığından alır." diyerek yazısını bitiriyor. Hocamıza uzun ömürler diliyoruz.
Selam ve dua ile.