Bugün insanlık çok sayıda hayati mesele ile karşı karşıyadır. Her bir mesele kendi içinde bir ehemmiyeti haizdir. Ancak tüm bu meseleler içerisinde üzerinde ciddiyetle durulması icap eden bir mesele vardır ki o da çocuklarımızın ve gençlerimizin eğitimidir. Fen ve teknolojinin ilerlemesi, ülkemizin büyük ölçüde kalkınma hamleleri yapması, okullarımızda fiziki şartların son derece ileri seviyelerde olmasına rağmen her kesimden insanımızın hala tatmin olmadığı tek ortak konu belki de eğitimdir.
Bugün tüm dünyada olduğu gibi âlem-i İslam’da ve ülkemizde de maalesef materyalist felsefenin istibdadı altında olan bir bilim ve eğitim anlayışı eğitim sistemimizde devam etmektedir. Stephen Hawking’in bile yıllar sonra farkına varabildiği bir gerçek şudur ki bilim “Nasıl?” sorusuna cevap verebilir ama “Niçin?” sorusuna cevap veremez. Tek bir evladını ölüm döşeğinde çaresizce bekleyen dünyanın en dirayetli tıp profesörü bilimsel olarak çocuğunun içinde bulunduğu duruma “Nasıl?” geldiğini çok iyi açıklayabilir ama ızdırabını dindirecek olan “Niçin?” sorusunun cevabını Rabbinin kelamına müracaat etmeden ve o kelamın müfessiri olan Muallim-i Ekber (ASM)’den ders almadan asla veremez ve kendini tatmin edemez.
Hz. Adem’in en büyük mucizesi olan talim-i esma ile Cenab-ı Hakk ona ilimlerin menbaı olan Esmai Hüsnayı talim etmiştir. Bütün ilimlerin dayandığı temel Cenab-ı Hakk’ın Esma-i Hüsna’sıdır. Tıp ilmi Şafi isminin, mühendislik ilmi Mukaddir isminin ve hakeza bütün ilimler birer ism-i İlahinin tecellisidir. Oysa günümüz bilim ve eğitim anlayışında bu mana maalesef nazara alınmamaktadır. Esma-i Hüsna’nın ve din ilimlerinin talimi ile vicdanlar ziyalandırılmazsa hile ve şüpheye kapılar açılır ki bu da insaniyeti felakete götürür. Bediüzzaman Said Nursi Hazretleri, Münazarat isimli eserinde günümüzden yıllarca önce bu hususu; “Vicdanın ziyası, ulûm-u diniyedir. Aklın nuru, fünun-u medeniyedir. İkisinin imtizacıyla hakikat tecellî eder. O iki cenah ile talebenin himmeti pervaz eder. İftirak ettikleri vakit, birincisinde taassup, ikincisinde hile, şüphe tevellüd eder.” veciz ifadeleriyle manidar bir şekilde teşhis etmiş ve tedavisini işaret etmiştir. Bu manalardan anlıyoruz ki fünun-u medeniyenin aklı nurlandırması ve taassuptan kurtarması için her bir ferdin vicdanının ulum-u diniye ile mücehhez olması icap eder.
Mimarlık fakültesinde bir hocanın saatlerce, günlerce Selimiye Camii’ndeki mühendislik harikalarını, teknikleri ve sanatları anlatıp Mimar Sinan’dan hiç bahsetmemesi ne kadar abes ise biyoloji dersinde de bitkilerin, hayvanların ve insanların aylarca anlatılıp onların yaratıcısından bahsedilmemesi bu durumdan daha abestir ve bilimden uzaktır. Fen bilimlerinde olduğu gibi sosyolojik olarak ve asayiş yönünden de eğitim doğru tahlil edilmelidir. Birgün mebuslar meclisinde Bediüzzaman Hazretleri din ve fen ilimlerinin beraber okutulmasını hedeflediği üniversitesi Medresetü’z-Zehra fikrinden dönemin mebuslarına bahsedince aşağıdaki muhavere cereyan eder:
“Bazı mebuslar diyorlar ki: “Yalnız, sen medrese usulüyle, sırf İslâmiyet noktasında gidiyorsun. Hâlbuki şimdi garplılara benzemek lâzım.”
Bediüzzaman: “O vilâyât-ı şarkiye, âlem-i İslâm’ın bir nevi merkezi hükmündedir; fünun-u cedide yanında ulûm-u diniye de lâzım ve elzemdir. Çünkü ekser enbiyanın şarkta, ekser hükemanın garpta gelmesi gösteriyor ki, şarkın terakkiyatı din ile kaimdir. Başka vilâyetlerde sırf fünun-u cedide okuttursanız da, şarkta herhalde millet, vatan maslahatı namına, ulûm-u diniye esas olmalıdır. Yoksa Türk olmayan Müslümanlar, Türke hakikî kardeşliğini hissedemeyecek. Şimdi bu kadar düşmanlara karşı teavün ve tesanüde muhtacız. (…) Demek -farz-ı muhal olaraksiz başka yerde dünyayı dine tercih edip, siyasetçe dine ehemmiyet vermeseniz de, herhalde şark vilâyetlerinde din tedrisatına azamî ehemmiyet vermeniz lâzım.”
Bugün gençlerimiz ateizm ve deizm gibi tahripkâr cereyanların hedefindedir. Ayrıca aile müessesemiz de planlı bir şekilde dejenere edilmekte, özellikle geleceğimizin teminatı olan evlatlarımız bu şer şebekelerinin odak haline gelmektedir. Yeni neslin en mümeyyiz vasfı sorgulamak eğer mantığına yatarsa kabullenmek ve gönlünü açmaktır. Gençlerimizin sorgulayıcı, araştırmacı ruhundan istifade ile gençlerin sorgulamalarına makul cevapların verilmesi, neslin istikametle, milli ve manevi değerlerine bağlı bir şekilde yetiştirilmesi neticesini verecektir inşaallah. Eğitim sistemimizde, iki cihan saadetine vesile olacak soruların cevaplarını bulmak için gençlerimizin eğitiminde Kur’ani ve Nebevi bir desteğe ihtiyaç olduğu aşikârdır.
Bediüzzaman Hazretleri’nin talebelerinden Zübeyir Gündüzalp; “Teessür ve ıztırap karşısında kalbten bir parça kopsaydı, ‘Bir genç dinsiz olmuş’ haberi karşısında o kalbin atom zerrâtı adedince param parça olması lâzım gelir.” diyerek bu asırda özellikle gençlerimizin imanını tehdit eden akımlara karşı ne derece teyakkuzda olmamız gerektiğini aşikâre belirtmektedir. Kur’an’ın bu asra bir dersi olan Risale-i Nur; gençlerin “Dünyaya nereden geldim? Ölünce nereye gideceğim? Bu dünyaya niçin geldim?”, “Neden hastalıklar ve musibetler var?”, “İnsan nedir?”, “Kader nedir?”, “Niçin ibadet etmek zorundayım?” gibi binlerce sorunun cevabını delilleriyle beraber ilkokul talebelerinden üniversite profesörlerine kadar her sınıf insanın anlayabileceği seviyede izah etmektedir. Risale-i Nur’daki tahkikî iman dersleri, kalplerin derinliklerine kadar nüfuz etmeye, hissiyatın en incelerini heyecana getirmeye, yüksek ahlakı insanlarda yerleştirmeye, alçak huyları da imha ve izale etmeye bir vesiledir. Risale-i Nur, iman ve Kur’an hakikatleri ve Hadis-i Şeriflerin izahı olduğu için, hakikatleri arayan her insan, ondan istifade ile manevi hayatını da inşaallah kuvvetlendirebilir.
Neslin ihyası için devletimizin ortaya koyduğu iradenin sahada vücut bulması için hem fert hem de toplum olarak elimizden gelen gayreti göstermekten bir an dahi olsun geri durmamalıyız. “Bu vazifeyi kim deruhte eder?” denildiğinde hiç düşünmeden ‘Ben’ diyerek meydana çıkmadan, evlatlarımızı Kur’ani derslerle terbiye etmeden neslin ihyası gerçekleşmeyecektir.
Bu değerlendirmeler muvacehesinde Sayın Reis-i cumhurumuz Recep Tayyip Erdoğan’ın tensibi ve arzularıyla Diyanet İşleri Başkanlığımız tarafından bastırılıp neşredilen Risale-i Nur Külliyatından Sözler, Mektubat, Lem’alar ve İşaratu’l-İ’caz ve diğer küçük eserlerinin ilk, orta, lise eğitiminde ve üniversitelerimizde Din Kültürü ve Ahlak Bilgisi, Felsefe, Sosyoloji, Psikoloji gibi derslerde ve Değerler Eğitimi faaliyetleri kapsamında yardımcı kitap olarak okutulmasının çok ciddi istifadelere vesile olacağına itikadımız tamdır.
Veminellahittevfik vel hidayet!
***
Evet dostlar, yukarıdaki metin bana ait değil. Fakat sanki bizim gibi sahiplenilmesi gerekir diye düşünüyorum. Bir eğitimci ve insanlığın özellikle gençliğimizin dertlerini dert edinmeye çalışan biri olarak, Risale-i Nur'un bahsettiği iman hakikatlerine çok ihtiyacın olduğunu görüyoruz. Zaman ve zemin, muhatap ve hatip ayıramayız elbette. Ama bazı zamanlarda tam da gayret zamanıdır diye düşünüyorum. Geniş katılımlı meşveret zeminlerinde hazırlanan bu metnin, seçim dönemine gireceğimiz önümüzdeki aylarda, bize veyahut da vakıf zeminlerine uğrayacak aklı başında siyasiyyun ve ilgililere hatırlatılması, iletilmesi için hazırlanmış. Biz de bir faydası ve hizmete bir katkısı olur düşüncesiyle köşemizde yayınlıyoruz.
Selam ve dua ile.