İlkokulu köyde, ortaokulu ilçede okuduk. Liseyi ise Rize Öğretmen Lisesi'nde. Lise birinci sınıf, ikinci döneme kadar, din adına hiçbir altyapımız yoktu. Ne Kur'an okumuşluğumuz ne cuma kılmışlığımız vardı. Sonra, lise ikide Nurları tanıdık. Nurları tanımamız, sanki bir fişin prize takılması ya da âciz ve kuvvetsiz bir neferin bir orduya intisabıyla hadsiz güç kazanması gibi oldu. Birden, yol yordam öğrendik. Nefsimizde tecrübe ettiğimiz imanî ilaçları, birilerine taşımak endişesi ve gayreti kazandık. Bir Arapça tahsilimiz olmadığı gibi, herhangi bir medrese veya kursa gitmişliğimiz de yoktu. Fakat Nurlar sayesinde, bu altyapısı olanların çoğundan daha gayretli ve hamiyetli bir vaziyet alabilmiştik.
Bütün bunların başında, biraz da bana göre, Risale-i Nurların üslûbu ve Said Nursi'ye muhatap olmanın kolaylığı ve cazibesi vardı. Zira Said Nursi'yi okumak için, alim olmaya, Arapça bilmeye gerek yoktur. Bunlara gerek olmadığı gibi, Said Nursi, dini bir alt yapıyı da istemiyordu kendine muhatap olunması için. Öğretmenlik hayatımızda, yine Trabzon'da Kur'an öğretimi veren bir vakfa, vakfın öğrencilerine edebiyat ve Türkçe dersleri vermek için uzun bir süre gitmiştim. Sınıflardan, "nasara, yensuru"çekimlerinin seslerini işitiyorduk. O eğitimin en yükseğinden mezun olmuş Hoca lakaplı arkadaşlarla da muhatap oluyorduk. Uzun süre, Arapça tahsil almışlardı ama bu Arapça seviyesi, günlük pratikte onlara bir şey katmadığı gibi, İslamî ilimlerde de onlara seviye verememişti.
Alet ilimlerinin içinde boğulmuşlar, ibare çözümleri zamanlarının çoğunu tüketmişti. En basit bir sual karşısında veya bir Kur'an âyetine meal vermede dahi şaşırıp kalıyorlardı. Ne alet ilimlerinde yeterince ilerleyebilmişler ne de İslamî ilimlerde asrın icaplarına göre mesafe alabilmişlerdi. Hani Mesnevi'de geçen "Ulûm-u aliyeyi (alet ilimlerini, Arapça vs.) okumadan, ulûm-u â'liyeye (yüksek ilimlere) götüren bir yol var" ya. Üstad, bu yolu "Seri-üs seyr (gelip geçmesi hızlı olan) olan bu zaman evladına böyle bir yolu İhsan etmek, Rahmet-i Hakîmenin şanındandır" cümlesi ile izah ediyor.
Burası, çok önemli. Karşılaştığımız birinin ikinci defa bulunması zor olabiliyor. O insana, o anda verebileceğini vereceksin. Verebilmen için ise, önce hastalığı teşhis, teşhisten sonra pratik olarak o hastalığa göre, en isabetli ilacı takdim önemli. Risale-i Nurlar, işte muhatabını, doğrudan hakikatle yüz yüze getirmenin yollarını gösteriyor. Pratik çareleri, ilaçlarını ortaya koyuyor. Zaman değiştiğinden, bu zamana göre belki de eskiden kırk senelik bir yolu, kırk dakikada geçecek bir tarz ve usulü Risale-i Nur gösteriyor. Maddî planda işlerin böyle olması gösteriyor ki mânevî planda da bu mümkün. Nurlar, İşte bu mümkünün ispatı.
İşte biz yine tam bir sevk-ı İlâhî ile böyle bir yolun layık olmadığımız halde içinde bulduk kendimizi. Bir işe yaraması için, onlarca sene vermemiz gereken alet ilimlerini tahsil edememiştik. Ama bunu tahsil etmeden, yüksek ilimlere muhatap olabilmiştik. Bu kolayca muhatap olmamızın en güzel örneklerini "Küçük Sözler"de bulabiliyorduk.
Mesela Birinci Söz'de söz "Ey kardeş!" diye başlıyor. Ey kardeş hitabı, bizi başta sarıyor. Yani Said Nursi bize diyor ki "Ben de sizden biriyim. Bu dersi bir kardeşinden dinliyorsun, çekinmene gerek yok." Devamı daha da önemli "Ben de sizin kadar nefsimi ıslaha muhtacım, gel beraber bu dersi dinleyelim." Yani Said Nursi kendini sana ders veren bir hoca olarak değil, seninle aynı ders halkasına oturan bir talebe olarak takdim ediyor. Daha ilk dersinin başında, dört defa nefsinin bu derse olan ihtiyacını tekrar ediyor. Bu da insanı dersin içine rahatlıkla çekiyor. Aynı hitap, İmam-ı Gazali'de "Ey oğul", daha başkalarında daha ağır hitap cümleleri ile kendini gösteriyor.
Lisan ise avam lisanı. Yani herhangi bir seviye, özel bir birikim istemiyor. Sokaktan alıp yediden yetmişe getirebildiğin herkes, her seviyede insan bu derste muhatap olabiliyor. Yine, kendi acılarını, tereddütlerini, yanılgılarını, hüzünlerini rahatlıkla anlatıyor. Satırlarda gezerken, olağanüstü bir kişiyle değil; sıradan bir insan seni gezdiriyor. İcabında düşebileceğin yerden kaldırıyor seni. Mesela Yedinci Söz'de "şeytan gibi dessas, ayyaş, aldatıcı bir adamın" telkinlerine meyleden insanı, "Evet, insan aldanır. Ben de öyle bir dessası aldandım." diyerek önce rahatlatıyor. Sonra onu "Hızır gibi zât-ı semaviyi" dinlemeye ikna etmeye çalışıyor.
Said Nursi, bazen "Küçük Sözler"deki temsillerde olduğu gibi, başkasının hikayesine muhatap eder seni. Bu modelin bir çözümleme aracı olarak, psikolojide önemli bir yeri vardır. Yani senin egonu kırmadan seni "Evet, ben de bunun gibi, kendimi düzeltebilirim; bu yola girebilirim." noktasına getiriyor.
Said Nursi kimleri muhatap alıyor, noktasında 21. Söz'de çok daha dikkat çekici bir giriş var ki bu konuda birçok hatıra yaşadığımız için üzerinde durmadan olmaz.
"Namaz iyidir. Fakat her gün beşer defa kılmak çoktur, bitmediğinden usanç veriyor." sualinin beş ikazlı cevabına geçmeden, bir giriş var ki konumuzu aydınlatması bakımından bu âcize göre, üzerinde ne kadar durulsa yeridir. "Nefsimi dinledim, işittim ki aynı sözleri söylüyor." Yani bu söz, ben de dahil tüm nefislerin sözüdür, sadece soranın değil. Çünkü benim nefsim de dahil her nefis, şeytanın telkinine açıktır ve şeytan, tembellik kulağıyla nefse, sürekli aynı sözü üfler. O zaman, ne yapılmalı? Said Nursi, "Madem nefsim emmaredir, nefsini ıslah edemeyen başkasını ıslah edemez." diyor ve ikazlarına nefsinden başlıyor.
Nurların çok yerlerinde olduğu gibi, önce bu ve emsali sözleri söyleyen nefsin genel özelliklerini saymakla işe başlıyor. "Ey nefis! Cehl-i mürekkeb içinde, tembellik döşeğinde, gaflet uykusunda söylediğin şu söz..." Ve devamında da ikazların mahiyetine münasip olarak, nefsin bir özelliğini sayarak ikazlarını yapıyor.
-"Ey, bedbaht nefsim..."
-"Ey, şikemperver nefsim..."
-"Ey, sabırsız nefsim..."
-"Ey sersem nefsim..."
-"Ey dünyaperst nefsim..."
Evet dostlar, hangi babayiğidimiz, kendi nefsini doğrudan muhatap alarak kendine "Ey serab-ı gururu, şarab-ı tahur zanneden hodfuruş..."diye hitap edebilir. Bu hitaplar öylesine söylenmiş ve yazıya geçirilmiş değildir. Nefis, cibiliyet olarak cehl-i mürekkepte (bilmediğini bilmez durumda) olduğu için, hem şiddetli ikaza hem ıslaha hem de boş bırakılmaya gelmez. Aman dikkat!
Selam ve dua ile.