Yakında Bursa'da vefat edip ebediyete uğurlanan müzisyen ve şair Cengiz Numanoğlu'nun 2009'da yazdığı dikkatimi çok çeken:
"Yakuttan, zümrütten medet boşuna,
Hepsi bir gün döner çakıl taşına,
Geç kalma, bakıp da o genç yaşına,
Sanma ki önünde seçenekler çok,
Ya iman ya isyan, üçüncüsü yok"
dizeleriyle başlayan, yedi bölümlük ve son dizesindeki "Ya Kur'an ya isyan üçüncüsü yok" tekrarıyla isimlendirilen, çok derin tekrarları da olan bir şiiri var.
Karşıt kelimelerin kullanıldığı, çok derin tekrarlarından biri de, "Ya şükür ya küfür başka seçenek yok" dizesi
Şükür ve küfür birbirinin zıddı olan iki kelime ki şairimiz, bunları tercih makamında birbirine mukabil kullanmış. Gerçekten, her an "ya şükür ya küfür" tercihiyle karşı karşıya olduğumuzu görüyor ve anlıyoruz.
"Hadsiz bir ihtiyaç içinde, maddî ve mânevî rızkın her çeşidine muhtaç mahiyetteki" insanın; arkasında bir kâinat projesi olan bir solukluk nefesten tut, eline aldığı bir lokmaya; insanı rahatlatan, ona fer ve güç katan kalp atışlarından tut, gözünü her an temizleyen göz kapaklarının çalışmasına kadar her nimet, faaliyet ve lezzet, insanı küllî bir teşekküre çağırıyor. Yani "Her şey, bir derece şükre bakıyor ve ona mütevecih oluyor."
O zaman merhum şair Numanoğlu'nun, "Ya şükür ya küfür, başka seçenek yok" dizesindeki "küfür" kelimesinin nimete karşı şükürsüzlüğü, nimetleri göndereni görememek, bilememek, O'na lâkayd kalmak, neticede O'nu inkâr etmek anlamında kullanıldığını anlıyoruz.
Gerçekten öyle değil mi dostlar? Daha da acısı, içinde yüzdüğümüz nimetleri fark etmek adına, bu satırları yazan bu âciz başta olmak üzere, derece derece hepimizi saran nimeti fark edememe, neticede onlara karşı şükürsüz kalma hâlinden kurtulmak, yani gaflet uykusundan uyanmak için, ne yapsak ne kadar gayret göstersek azdır. Bu gaflet hâlinin arkasında biraz da nimetlerin şiddet-i zuhurundan tam görülememesi, fark edilememesi yatıyor herhalde.
Düşünelim biraz. Uyku nimet ama tam tersi uyanıklık da nimet. Zıtlarıyla her şey öyle değil mi? Gündüz nimet, gece de öyle. Sağlık nimet, hastalık da sağlığın değerini göstermesi ve gafletten sıyrılmaya hizmet noktasında daha büyük nimet. Gezebilmek, çalışmak nimet, istirahat da öyle. Tokluk nimet, açlık da bütün nimetlerin farkındalığını sağladığı için daha büyük nimet. Görebilmek nimet, her şeyi görememek daha büyük nimet. İşitmenin, koku almanın zıtları daha büyük nimet. Âdeta nimetlerle çevrili, sıkı sıkıya sarılıyız. Hâliyle, bu şiddetli tezahür, bizim gafletimizi açması gerekirken, şuurumuzun daha da kapanmasına sebep oluyor. Yani nimetlerin şiddet-i zuhuru, nimeti unutturuyor bize. Nimetin yokluğunda değerini belki daha iyi anlıyorsun.Fakat o da nisyanla kısa sürüyor.
Peki çare ne? Bu yazıyı yazdığımız bir pazar günü sabah dersinde 29. Lem'a'da okuduğumuz "Bir saat tefekkür, bir sene nâfile ibadetten üstündür" hadîsi gereği, tefekkürümüzü artırmak. Tefekkürümüze ilim katarak, yani okuyarak onu zengin ve engin hâle getirmek. Bir de bu fâkire bugünlerde biraz fazla arız olan zaman israfını önlemek. Yani zamanı, dünya ve ahiret açısından faydalı bir meşguliyetle geçirmek hâlini kazanmak. Buna dikkat etmek, hem de fazlasıyla.
Bir hadîste Hazret-i Peygamber Aleyhisselam, ahirette en çok pişmanlık duyup dünyaya bir daha dönmek için Cenab-ı Allah'a yalvaracaklarımız, zaman israfında bulunanlar olacağını bildiriyor. Bunu bu âciz her bir 'an'ın insana bir defa verildiğinden olduğunu düşünüyorum. Gençliğin de öyle ama gençlik de zamanla ölçülüyor zaten.
Diğer nimetlerin telafisi var ama geçen zamanın telafisi yok. 'An'larımızı ebediyete gönderiyoruz. 'An'larımızla dokuduğumuz ebedî mensucatlarla, kumaşlarla ebedî saadet sarayların dokusunu örüyoruz. Yani saniyelerimiz bize ya nuranî ya da zulmanî şekilde iade ediliyor. Böylece bu dünyada bir kulübesi bile olmayan insan, ahiretin sultanı olabilir. Yani her şey bizim elimizde.
Nereden nereye geldik. "Nan" ekmek, nimet demek. Nankör, nimeti görmeyen, görse de nimetten mün'ime ulaşamayan, ulaşsa da zahirî mün'imlere takılıp hakikî mün'imden gaflet eden, O'na teşekkürünü arz edemeyen demek. Bunu, zahirî mün'imlere teşekkür etmeyelim, anlamında söylemiyorum. Zaten insana teşekkür edemeyen,etmeyen, nimetin asıl sahibine teşekkür etmeyi aklına getiremiyor. Kendimizi teşekküre alıştırmalıyız. En küçük bir güzelliği dahi mukabelesiz bırakmamak da âdet-i hasenedir. Sünnet niyeti ile yapmak ise, bu âdeti ibadete çeviriyor.
Geçen bir öğretmen arkadaş: "En iyi öğretmen, öğreten değil, dokunan öğretmendir" diye bir paylaşım yapmıştı. Bir yıl gibi kısa sürede çalıştığımız bir liseden ayrılırken, 250 sayfa hatırayı bu dokunuşlar sayesinde yazmıştık. Günlük hayatta hatta kendi hanemizde bile böyle küçük dokunuşlar, teşekkürler, hakikî şükrün temrinleridir bir bakıma. Bir gülümsemeyle, hasımlığı dostluğa çevirebiliyorsak, diğerlerini siz düşünün.Bu fakir, bir zamanlar bize karşı anlamsız husumete giren bir arkadaşımızın bu husumetini bir âbinin tavsiyesi ile küçük bir ikramla ileri derecede bir dostluğa çevirdiğimizi unutamam mesela. Dokunuşlar,hasbi ve fıtri olursa, tesiri de o derece oluyor.
Nankörlükten teşekküre, oradan dokunuşa, buradan da tekrar şairimize kulak verelim. "Ya Şükür ya Küfür Başka Seçenek Yok" adlı şiirinin ilk dizeleri:
"Yakuttan, zümrütten medet boşuna,
Hepsi bir gün döner çakıl taşına." demişti ya.
Zümrüt, yakut bir gün çakıl taşına döner mi, döner. Kabirden sonra, sana faydası olmayan zümrüt, yakut öyledir. Ama bu dizeler bana, Şükür Risalesindeki "Elmas mahiyetindeki nimet, kömüre kalbolur." cümlesini hatırlattı. Peki, elmasın kömüre dönmemesi şartı, nedir? Lezzetli bir nimeti insan yese, eğer şükür etse, o nimet daimi istifade edeceği bir cennet meyvesi olarak elmas olur. Şükür vasıtası ile nimetin sahibi ve O'nun iltifatını bilmekle kazandığın daimi bir lezzet var ki o, zaten tarifsizdir. Peki, şükür olmazsa bu, yani nimete karşı nankörlük olduğu gibi nimetin sahibini de tanımamak, en hafifiyle O'na hürmetsizlik olur. Bütün kâinat fabrikasının neticesi olan elmas kıymetlindeki nimetin basit bir posa mahiyetindeki elementlere dönüşmek üzere bir fuzulat ve kazurattan başka bir değeri kalmaz.
Evet dostlar, her nimetin başlangıcında şahane bir serbestiyet içinde 'ya şükür ya küfür' yol ayrımında değil miyiz zaten? Şair bunu, "ya isyan ya iman; ya ahlak ya helak; ya cennet ya cinnet; ya izzet ya zillet; ya ihlas ya iflas; ya Kur'an ya hüsran" diye ekleyerek çeşitlendiriyor. Rahmet diliyoruz.
Selam ve dua ile.