Sonradan suallerin cevabını alınca, işin farkına varıp ihtida eden, şimdi rahmetli olmuş bir değerli arkadaşımızın çetin sorularına cevap arayışımız, bizi Nurlara yönlendirmişti. Rahmetli arkadaşımız, bizim köye yakın bir köydendi. Lise yılları öncesinde, köylüsü bir grup arkadaşla, güya Kur'an meali okumuşlar; kısa meallerin izahlarına, iman hakikatlerinin gerekçelerine ulaşamayınca da o zamanın moda tabiriyle Maocu olmuşlardı. Bana da sürekli "Ya bu suallerimin cevaplarını veririrsin ya da sen de benim fikirlerime gelirsin." diyordu.
Yakında sosyal medyada kendilerini ateist grubu olarak tanıtan, yukarıda bahsettiğim gibi, bir yığını bir müddet takip edeyim dedim. "Yıldızlardan gelen elementler bizi yarattı", diyenden tut da "peygamber Medine'ye paralar göndererek oranın Müslüman olmasını sağladı" gibi akla ziyan; bazen yüzüm kızararak, bazen utanarak, bazen de kendimi zor tutarak okumaya çalıştığım yorum ve muhatap olduğum sorular oldu. Birden, yıllar önce bize samimi sorular sorarak cevap arayan rahmetli arkadaşımı düşündüm. Aralarında yerden göğe kadar fark olduğunu anladım gerçekten.
Hem rahmetli arkadaşımızın hem de bu gruptan birinin ortak sorusu: "Allah şerlere niçin müsaade ediyor?" sorusu idi. Hatta bu grup içerisinden bir arkadaş: "Allah üzümün şaraba dönmesine izin verdiği için, benim bunu içmemden de sorumlu olmamam lazım gelir." şeklinde akla ziyan cümlesi bile oldu.
İmandan, Kur'an'dan uzak bir dünyada da olsa bir insan bir konuda konuşurken ve iman gibi önemli bir hususta hükme varmadan önce, azcık araştırır; konuyu doğru kaynaklardan öğrenmeye çalışır değil mi? Bizimle muhatap olanlardan hiçbirinde bunun bir kırıntısını görmedim maalesef. Bütün suallerinin özellikle sorduklarının Risalelerde tek tek cevapları var. Fakat karşımızda ne cevabı dinleyecek tahammül ne de ilettiğimiz cümleleri anlayacak niyetleri vardı.
Tâ üniversite yıllarından tecrübe ile biliyorum. Bu tipler, bir sual sorar cevabını alır; fakat bir neticeye varmadan başka bir suale geçerler. Yani bu şekilde saatlerce tartışırsın da bir netice alamadan ayrılırsın. Muhatap olduğum insanlar da aynen öyleydi. Bir sualine susturucu cevap aldıktan sonra, "Bunu anladım ama bir sualim daha var, lütfen cevap verir misin?" şeklinde bir yaklaşım yok maalesef. Sanki soru soran o değilmiş, cevap da almamış gibi, başka sorularla içinde bulundukları hazin durumun devamına kendi nefislerini ikna için zemin hazırlıyorlardı.
Aslında buna da üzülüyor insan. Sorularının tümünün cevapları açık ve ortada. Bunu biliyorsun, fakat bunu, karşı tarafın hazin durumundan dolayı, aktarma zorluğu çekiyorsun. Karşı taraf, alıcı sensörlerini kapatmış; hiçbir müspet yaklaşıma açık kapı bırakmamışlar. İşin başka acı tarafı da kendi sorduklarının cevaplarını bazen yanlış da olsa, kendilerinin vermeleriydi. Bundan anladım ki kendi yanlış birikimleri ve bu birikimlerin onlarda oluşturduğu vehim ve zanlarını din zannetmeleri, onları dine mesafeli tutuyordu.
Yine bunların bir kısmı, piyasada gezen bazı ifrat ve tefrit ifadeleri, Müslümanların bazı hâllerini dine mesafelerine birer sebep gösteriyor; bir başkasının hatasını iki dünyalarının mahvına medar yapıyorlardı. Aslında derece derece hepimizde bulunan bir hastalık bu. İhmallerimiz veya bazı terklerimizde başkasının aynı hâline sarılmak, insanı bu dünyada bir derece teskin edebilir belki. Ama asıl yurt olan ahirette bunun hiçbir geçerliği yok. "Ben de herkes gibiyim" mazareti, insana ancak kabre kadar arkadaşlık edip bir teselli verebilir. Bu teselli, ancak dünyevî işlerimizde insanı bir derece rahatlatır.
Başlığa gelelim. Evet, üzümün şaraba çevrilmesindeki tüm hareketleri, fiilleri elbette ki Allah yaratıyor ve onun izniyle her şey oluyor. Ama sen, helal dairesinde yemen ve ondan helal içecekler üretmen için yaratılan üzümü, haram şekle sokmak istediğin için, Allah o fiilleri yaratıyor ve yaratmış. Bundan mesul olan da böyle istediğin için, sensin elbette. Bu, "Ben kumarhaneye gidiyorum, Allah da oraya giden adım fiillerimi yaratıp gitmeme izin verdiğine göre, bu fiilleri yapmamdan Allah mesuldür." demeye benziyor. Aynı şey, diğer fiillerimiz için de geçerli. Ben bir bıçakla cinayet işledim. Buna izin veren de Allah olduğuna göre, ben mesul değilim, diyebilir miyiz? Diyemezsiniz. Çünkü fiilin aslını yaratan Allah; ama o fiilin sıfatına karar veren sensin. O hâlde mesuliyet de yaratmakta değil, o fiilin sıfatına karar verendedir. Aynı bıçakla biri, cinayet işler; bir başkası ameliyat yapar, şifa dağıtır. Bir başkası da yemeğinin malzemesini hazırlar, sevap kazanır. Allah bir fiile müsaade edip diğerine etmezse, o zaman iyilerle kötüler eşit olmaz mı? Demek Rabbimizin yaratması, senin benim gibilerin cüz'i fiillerine bakmıyor. Ya neye bakıyor? Yarattığı şeylerin umum neticelerine bakıyor. Allah'ın bir kötü fiili, sen istediğin için yaratmasından dolayı, oradaki çirkinlik sana bakıyor. Haşa Allah'ın yaratmasına bakmıyor.
Peki, Allah kötü fiilleri biz istesek de yaratmazsa olmaz mı? Olur elbette. Ama o zaman da bu dünya olmaz. Yani o durum bu dünyada olmaz. Bu, her yaratılanın bizzat güzel olması demektir ki bu ancak cennette olabilir. İyiler ve kötülerin eşitliğini ister misiniz? Bu, daha büyük bir kötülük olmaz mı? Halbuki dünya, noksaniyeti ve imtihana mahal olması cihetiyle iyi ve kötünün, güzel ve çirkinin karışık olduğu mekân. Bu mekânda öyle bir talepte bulunamayız. Hidayet, nur, hikmet, hayat, ruh, peygamber gibi bizzat güzeller var ki bunlar da zaten dünyamızın cennetin bir çekirdeği ve nümunegâhı olduğunu gösteriyor.
Üstad bunu, "Halk-ı şer, şer değil, kesb-i şer şerdir" cümlesiyle ne güzel özetlemiş. Yani kötü olan, bir şeyi yaratmak değil; onun yaratılmasını istemektir. Sen neyi istersen Allah onu yaratır.
Bu önemli husus ile ilgili çok hatıralarımız var. Ama bir arkadaşımızın anlattığı son birini anlatayım. İlâhiyatta okuyan arkadaşımız üçüncü sınıftayken din felsefesi dersinde dersin hocası, bu konuya giriyor. Fakat bir türlü işin içinden çıkamıyor. Nurlardan haberdâr bu arkadaşımız da yukarıda verdiğimiz özet cümleyi söylüyor. Arkadaşımız, bu cümleyi ifade edince hocamız, dersi bitiriyor ve arkadaşı odasına çağırıyor. "Sen bu cümleyi nereden buldun" diye soruyor. Bu hazine değerindeki cümleyi tekrar ifade ve tahlil etmesini istiyor. Yıllarını bu, kötülüğün yaratılması konusunda araştırmaya veren hocamız aradığını bulduğunu da ifade güzelliğini de gösteriyor.
Evet dostlar, bütün bu kaçışların altında büyük oranda mükellefiyetten kaçma yatıyor. Fakat sineğin ısırmasından kaçıp yılanlara hedef olmaya razıyım, diyen insanlara da acımak mı lazım, bilemiyorum.
Selam ve dua ile.