Akademik kariyere sahip akademisyen kalitesini akademik unvanından değil yaptığı çalışmalarından ve eserlerinden kazanmalıdır. Bir yayının kalitesini o yayına yapılan atıf sayısı belirlemelidir. Kopyala yapıştır ile yayın ve makale yapılmamalıdır. Her yapılan yayının benzerlik derecesini bir takım intihal kontrol uygulamaları ile ölçmek mümkündür. Bazı makalelerde bu benzerlik oranı en fazla yüzde 20-25 civarında istenmektedir. Bunun üzerinde olan benzerlik oranları yayının özgünlüğünü azaltır ve akademik yayın olarak kabul görmezler. Ana fikir olarak birbirine benzeyen konuları tercih eden akademisyenler eğer mevcut yayınlar ile benzerlik oranı fazla çıkarsa bazı kelimeleri değiştirerek benzerlik oranını düşürebilmektedirler. Bu şekilde yapılan yayınlardan özgün olması beklenemez. Esas itibariyle hazırlanacak makalenin veya tezin özgün olması kalitesini artıran parametrelerden biridir. Bir yayının kalitesi topluma ve bilim dünyasına verebileceği katkı ile ölçülür. Yapılan bir tezin veya araştırmanın başka bir türevinin alınması akademik alandaki çalışmaların kısır döngü içerisinde devam etmesini meydana getirir. Bu nedenle beraberinde öğrenci yetiştiren akademisyenin konu ve çalışmaları belirlerken kendi alanındaki çalışmaları yakından takip etmesinde ve özgün konuları seçmesinde yarar vardır.
Zorunlu ve zorlayıcı yabancı dil sınavları
28 Şubat post modern darbesinin 1996 yılı başından beri Yükseköğretim kurumlarında da olumsuz etkilerini görmek mümkündür. Bunlardan biriside yabancı dil sınavlarının zorlaştırılmasıdır. 1996 yılında doktora yeterlilik ve doçentlik sınavlarında zorunlu olarak getirilen merkezi dil sınavları (KPDS, ÜDS, YDS, YÖKDİL) adeta akademisyenliğin önünü kapayan bir engel olarak görev üstlenmiştir. 1996 yılından önce doktora ve doçentlik sınavlarında aranan yabancı dil sınavları daha çok çeviriye yönelik, okuduğunu anlama ve yazma kapasitesini ölçen bir sınavdı. Ancak o yıldan günümüze kadar, bu sınavlar gittikçe zorlaştırılmış ve halada bu eğilim devam etmektedir. Bu sınavlarda adeta yabancı dil filolojisini bitirmiş olan kişilere sorulacak sorular yöneltilmekte, test yöntemiyle adaylar ile köşe adeta kapmaca oynanmaktadır. Testlerde bir takım çözüm yöntemlerini kavrayan adaylar bazen bir şey anlamadan geçerken bazen çok iyi çalışan birisi de maalesef bu sınavdan geçememektedir. Bu maksatla yapılan yabancı dil sınavlarının zorluk derecesinin makul seviyelere çekilmesi akademik çalışmaların önünü açmanın yanında yüksek lisans ve doktora yapacak kişilerin de gayretini artıracaktır.
Yabancı dilin akademik çalışmalara etkisi
Akademik hayata atılacak bir kişinin akademik çalışma yapabilmesi için yabancı dil tabi ki gereklidir. Akademik bir yayın ya da makale hazırlayacak birisi kendi konusu ile ilgili yabancı yayınları tarayabilmeli, okuyabilecek ve anlayabilecek bir şekilde kapasiteye sahip olmalıdır. En azından kendi makalesinin özetini yabancı bir dile çevirebilecek gramer bilgisi olmalıdır. Akademik hayatta rastladığım birçok hoca ve öğrenci sırf bu zorluklardan dolayı akademik çalışmalarını yarıda bırakmak durumunda kalmıştır. Hatta bu yüzden yaşanan mağduriyetleri bil fiil görmüş ve duymuşuzdur.
Bu konu ile ilgili yaşadığım bir örneği anlatmak istiyorum; Tıp Fakültesinde kendi alanında otoriteli ve başarılı olan bir hocamızla, babamın ameliyatı için tanışmış oldum. Genel bir kontrolden sonra ameliyat olması gerektiğini ancak iki ay sonra kendisinin yabancı dil sınavının olacağını ve bu kez çok çalışması gerektiğini, bir türlü yıllarca geçemediğini, öğrencilerinin bile yanında doçent olduğunu ifade ederek şu anda ameliyatı yapamayacağını, elinin neşter bile tutamayacağını söyledi. Hakikaten 15 yıl gibi uzun bir zamandan beri bu sınavı geçemediğini bir başkasından da duyunca ben de ona hak verdim. Daha sonra babamı bir başka şehirdeki hastanede ameliyat etmek durumunda kalmıştık.
Buna benzer akademik çalışmasını ve asıl işini ve dersini, kliniğini ihmal etmek zorunda kalan birçok hekim ve bilim adamı tanıyorum. Bu zorluk sadece bu alanda değil, bilimin her alanında kendisini göstermekteydi. Bir akademisyenin ‘ya bu deveyi güdersin ya bu diyardan gidersin’ sonucu ile karşı karşıya kalması gerçekten anlaşılması zor bir durumdur. Akademisyenlerin çoğu bu kadar zorlaştırılmış bir dil sınavı ile karşı karşıya kalacaklarını bilselerdi belki bu yola baştan girmeyeceklerdi. Böylece akademisyenlerin bir kısmı psikolojik olarak çökerek yayın yapamayacak duruma gelmiş ve yerinde saymak zorunda kalmışlardır. Hatta bir kısmı çalışmakta olduğu kurumdan ayrılmak ve atılmak, bir kısmı ailesini ve çoluk çocuğunu ihmal etmek zorunda kalmıştır.
Bu nedenlerden dolayı yıkılmak durumunda kalan aileleri bizatihi gördüm. O zamanlar bir kısım akademisyenler sadece bu nedenlerden ötürü başka üniversitelere ve başka şehirlere zorunlu olarak gönderildiler. Bunda dolayı çok sıkıntı çeken, memleketinde evi olup ta dışarıda kiraya çıkan, üstüne üstlük maaşları düşen araştırma görevlilerini tanırım. Bu da yetmiyormuş gibi gittiği yerlerde manen baskı uygulanan, meslekten atılmak ile korkutulan arkadaşları tanırım. Bir kısım akademisyenlerin sırf yabancı dil nedeniyle uzun yıllar yayın yapamaz durumda kaldığını ve ilerleyemez durumda olduklarını görmek mümkündür. Hala bu nedenlerden dolayı araştırma görevlisi olarak, Dr. Öğretim üyesi (Yardımcı Doçent) olarak ilerleyemeyen akademisyenler ile karşılaşmak mümkündür. Bu olumsuz nedenlerden dolayı hem üniversitelerin gelişimi, hem akademisyenlerin yükselmesi açısından bir kayıp olmakta ve sonuçta bir kısır döngünün meydana getireceği ekonomik kayıplarda işin ayrı bir yönü olsa gerek.
KPDS, ÜDS, YÖKDL, IELTS, , TOUCHL, TOEFL, PTE, TOEIC dil sınavları
YÖK tarafından denkliği kabul edilen sınavlardan en zoru olanı, çıkarıldığı günden beri adayları zorlayan KPDS ve YDS sınavları olmuştur. Daha sonra çıkan ÜDS bir defalığına kolay olsa da gerisini getirmemiştir. YÖK tarafından sadece belli bir dönem denkliği kabul edilen IELTS ve TOEIC uygulamaya alınmış ancak bu sınav kapalı devre yapılarak belirli bir zümrenin işini kolaylaştırmıştır. Şu anda ÖSYM tarafından uygulanmakta olan YÖKDİL sınavı ise bir kereye mahsus kolay olmuş daha sonra o da gereğinden fazla zorlaştırılmıştır. ÖSYM tarafından uygulanan YDS’ de aynen bunun gibi adayları gerçekten zorlamaktadır.
Sürdürülebilir akademik çalışma ve yayınlar
Bir akademisyenin asıl görevi öncelikle mesleki olarak kendisini geliştirmek, derse girmek, alanında özgün yayın ve makale üretmek, lisan ve lisansüstü öğrencilere danışmanlık yaparak onların yetişmesini sağlayıp bilgi ve becerilerini bir sonraki kuşaklara aktarmaktır. Lisans eğitiminden sonra akademisyen olmak isteyen birisi en az altı yıllık bir eğitimden sonra master ve doktorasını bitirebilmektedir. Master ve doktora sürecini araştırma görevlisi veya öğretim görevlisi olarak tamamlayan akademisyenler olduğu gibi bu süreci dışarıdan da tamamlayarak bu sahada çalışma yapanları da görmek mümkündür. Bu süreçten sonra öğretim üyeliğine atanan kişinin önüne doçentlik kriteri gelecektir. Bir müddet sonra bunu da başarabilenler ister üniversitede görevli olsun ister olmasın doçentlik unvanını alabilmektedirler. En az 5 yıl sonra, profesörlük niteliklerini tamamlayanlar ise bulunduğu bir üniversitede veya başka üniversitelerde profesör olarak atanabilmektedirler. Bir akademisyen ister doçent isterse profesör olarak atansın akademik çalışmalarını askıya almamalıdır. Unvanı ilerledikçe çalışmalarını da o derece artırmalı ve tecrübelerini yeni kuşak akademisyenlere aktarmalıdırlar. Ne yazık ki bazı akademisyenler hazırladığı makalenin yabancı dilde özetini bile yazmaktan aciz, hazırladığı makalenin veya yönettiği tezin istatistik kurgusunu ve analizini yapamamaktadırlar. Bazen Google çeviri ile yetinmekte, analizlerini ise bir başkasına yaptırmaktadırlar.
Öğrenci tezleri ve projeleri
Bir akademisyen için en güzel meyve öğrenci yetiştirmektir. Master ve doktora Öğrencisinin danışmanlığını yapan akademisyen bir bakıma kendisini de geliştirmeli değişik projelere imza atmalıdırlar. Bazı akademisyenler maalesef görüyoruz ki öğrencilerinin tez çalışmalarından makale üreterek, yeni bir proje üretmemektedirler. Bir bakıma eski tezlerin ve yayınların türevini alarak günü geçirmekte ve öğrencilerini de buna alıştırmaktadırlar. Günceli takip eden, özgün konular ve yarınlara ışık tutan projeler tez konusu olarak verilirse öğrenci de ilim adamı da bilim dünyası da hep birlikte kazanacaktır. Tecrübeli bir akademisyen öğrenci yetiştirirken danışmanlığını yaptığı, yürütmekte olduğu tezin konusunu en başta özgün seçmelidir. İstatistik analiz yöntemini başta hesaba katarak parametreleri önceden belirlemeli ve ona göre adım atmalıdır. Tez izleme komitesini iyi seçmeli, öğrencinin tezini nasıl savunduğunu nasıl teze hazırlandığını iyice takip etmeli ve ona göre teze başlatmalıdır.
Yayın kalitesi ve paralı dergiler
Bazı akademisyenler makalelerini ve yayınlarını istediği zaman içerisinde çıkaramadığı için paralı dergilerde makalesini yayınlamak zorunda kalabilmektedir. Bazen bir makale kalite olarak düşük olduğundan paralı dergilerde yayınlama durumu da olabilmektedir. Dergiler genellikle elektronik olduğundan basım masrafı yok denecek kadar azdır. Dergilerin de kendine göre masrafları tabi ki olacaktır ama bunu ticaret haline getirmek yanlıştır. Her derginin bir masrafı olmaktadır, bu masraflar ilgili kişiden tabi ki makul olacak şekilde tahsil edilebilir. Ancak işi ticari boyuta götürmek hem akademisyenin ekonomik olarak zora sokmakta hem de yayınların kalitesini olumsuz etkilemektedir.
Sipariş üzerine tez ve makale hazırlama
Bazen basından, bazen sosyal medyadan istenilen tezin istenilen zamanda teslim edileceğine dair duyumlarımız olmaktadır. Ne yazık ki, elini bile kaldırmadan oturduğu yerden tezini, makalesini yazdıranlara rastlamak mümkündür. Mesele ticaret olunca, alan da satan da razı ise bu durumda tez ve makalelerde ne kalite nede özgünlük aranabilir. Bu gibi durumlarda makale hakem heyetlerine, tez izleme komitesine ve tez danışmanlarına büyük görevler düşmektedir. Bu anlamda, bir akademisyen danışmanlığını yaptığı kendi öğrencisini iyi bir şekilde takip etmeli ve yönlendirmelidirler. Her öğrenci tezini mutlaka kendisi hazırlamalı, makalelerini kendisi yazmalıdır. Bir başkasına ücret karşılığında yaptırılan proje, yazdırılan bir makale kalite ve özgünlükten yoksun olarak doğacaktır.
Akademik teşvikler
2015 yılında uygulamaya konulan performansa dayalı akademik teşvik ödemeleri gerçi akademisyenleri biraz daha gayrete sevk etse de yine de bunu da su istimal edenleri görmek mümkündür. Nasıl olsa işin içinde para var kaygısı ile rastgele makale yazmak ve hazırlamak gerçekten yayınların kalitesini düşürmektedir. Kaliteli ve özgün bir yayın ancak onun farklı zamanlarda farklı bilgisayarlarda, farklı coğrafyada toplam indirilme sayısı ve ona yapılan toplam atıf sayısında aranmalıdır. Akademik teşvik verilecekse bu kriterin göz önüne alınarak verilmesi daha uygun olacaktır.
Tezsiz yüksek lisans
Tezsiz yüksek lisans uygulaması 2005 yılından beri uygulanmaktadır. Tezsiz yüksek lisans sadece ders döneminden ibaret olup ikinci öğretim kapsamında ilgili üniversiteler tarafından ücreti mukabilinde verilmektedir. He konuda olduğu gibi bu uygulamanın da su istimal edenleri olmaktadır. Bazen öğrencilerin vatani görevini ertelemek istemesi, bazen akademisyenin daha fazla para kazanmak amacıyla yapılsa da yinede bunu da bilim dünyasının gelişimi için yapmak daha etik ocaktır.
İşsizlik sorununu erteleme ve yüksek lisans
Lisans eğitimini bitiren öğrencilerin çoğunluğu işe giremiyor. Gençler biraz daha zaman kazanmak için de olsa yüksek lisans yapmak istiyorlar. Yüksek lisans, aslında arkasından doktora yapılacaksa daha da anlamlı olacaktır. Yüksek lisans ve doktora yapan öğrencilere, devlet, eğer isterlerse faizsiz geri ödemeli burs vermektedir. İşi olmayan üniversite mezunları burs için de olsa yüksek lisans ve doktora yapmayı tercih eder hale gelmişlerdir. Yüksek lisans ve doktora yapmak basit bir şey değildir, bu sadece para için de yapılacak bir iş değildir. Yüksek idealleri fikirlerini hayata geçirmek isteyenler bu yola girmelidirler. Yüksek lisans ve doktora yapan öğrenciler için tez danışmanları tarafından hazırlanan projeler için devletin verdiği araştırma ödenekleri yerinde harcanmalıdır.
Deprem yaralarını sardığımız vasatta, buruk ve hüzünlü ihya edeceğimiz bu Ramazan bayramının, İslam Âlemi ve tüm insanlık için hayırlara vesile olmasını temenni ederim. Depremde vefat eden kardeşlerimize Rabbimden rahmet ve mağfiret dilerim. Yaralı olanlara acil şifalar, geride kalanlara sabr-ı cemil niyaz ederim. Allah’a emanet olunuz.