Fatıma Zehra Atay’ın yazısı
Son yıllarda ülkemize karabasan gibi çöken, hadis-sünnet inkârcılığı inanan insanları, bilhassa gençleri öyle bir hâle getirdi ki… Kafalar karışık, zaten yarım yamalak imanlar hepten kaybedilmeye mahkûm hâle geldi...
Peki, insanları bu raddeye getiren sebepler neydi? Bunları masaya yatırmadan önce asırlar öncesinden yola koyulmak istenen ve Müslümanların arı, duru, ehl-i necat fırkası olan ehl-i sünnet yolunu bulandırıp, kafaları allak bullak edip, deizme ve hatta ateizme götüren Kur'an ve sünnet inkârcılığının yaygınlaşmasında kimlerin parmağı olduğuna ve Kur'an-ı Kerim ile sünnet arasındaki irtibatı kopartma hastalığının tarihçesine ve bu hastalığın günümüze intikaline bakalım.
Konumuza Asr-ı Saadetten başlayalım. Erike hadisesinde gördüğümüz üzere, kendilerine Hadis okunduğunda; “Aramızda Allah'ın kitabı var, onda helal bulduğumuzu kabul eder, haram bulduğumuzu haram sayarız” diyecek bir takım insanların türeyeceğini haber veriyor Efendimiz (sav)…
Sonraki asırlara baktığımızda, hicri ilk asırda bir takım sözler çıktığını, bazılarının "Sadece Kur'an" söylemlerini esas kabul ettiğini görüyoruz. Mesela, hakem olayında Hariciler bu kabildendir. Akla, mantığa uymayan hiçbir şeyi kabul etmeyen, felsefecilik mantığıyla hareket eden Mutezile’yi de sünnete yaklaşım konusunda mesafeli bir minvâlde olduğunu görüyoruz.
İmâm-ı Şafii ve İmâm-ı Ahmed b. Hanbel hazretlerinin dönemine baktığımızda, sünnet ve peygambere itaat konusunda bazı meselelerin tartışıldığı mâlum...
Bahsettiğimiz tarihi sürecin tamamını anlatmak mümkün olmadığı için kısaca özetleyelim:
19. Yüzyılda Cizvit Papazlarının bütün dinleri hâkimiyeti altına aldığı gibi İslâm dininde de değişim isteklerinin sonucunda "İslam’da Reform" sürecinin başlatıldığını ve bu süreç için yıllarca çalışmalar yapıldığını, hemen hemen her yere sızmış olan İngiliz casuslarının İslâm dinini tahrif için kolları sıvamış olduklarını görüyoruz... (Detaylı bilgi için bknz Sünnetin Hucciyeti Ömer Faruk Korkmaz.)
Nitekim Goldziher adındaki meşhur oryantalist "Muhammedanische Studien" çalışmasında: İslam’ın Peygamber Efendimiz (sav) döneminde tamamlanmadığını, hadislerin Peygamber Efendimizin (sav) vefatının ardından oluşan kargaşadan sonra meydana çıktığını ifâde eden, yalan yanlış bilgilerle sünnete ittibâ konusunda şüphe uyandıran fikirlere yer vermiştir.
Tarihi süreci detaylı anlatamayacağımız için toparlayalım. Hicri ilk asırda başlayıp ve gittikçe yaygınlaşan ve etkilerini daha çok 19. asırda gördüğümüz Efendimizi (sav) devre dışı bırakmak eylemi, yani, hadis-sünnet inkârcılığı.
Nasıl ki Yahudiler Hz. Musa Aleyhisselam'ın sözlerini, Hristiyanlar ise Hz. İsa Aleyhisselam'ın mübârek sözlerini devre dışı bırakıp, Tevrat ve İncil’i anlaşılmaz hale getirip, sonrasında da herkes kafasından yeni Tevrat’lar yeni İncil’ler yazmaya başladılarsa, aynı oyun Kur'ân-ı Hakîm üzerinde de oynanmaktadır. Çünkü Kur'an ve sünnet birbirine paraleldir. Kur'an olmadan sünnet, sünnet olmadan Kur'an anlaşılamaz. Kur'ân-ı Azîmüşşanda bazı emirler açık seçikken, bazıları ise kapalıdır, açık bir ifâde yoktur. Bunu da Rasüli Kibriya (sav) bizlere gerek yaşantısıyla, gerek hadisleriyle bildirmiştir...
Bu konuda İmam-ı Es Suyuti hazretlerinin (r.a) şu veciz sözlerine yer vermeden geçemeyeceğim; "Kur'an’ın sünnete ihtiyacının olması, sünnetin onu beyan etmesi, mücmellerini tafsil etmesi anlamına gelir. Çünkü koca bir hazine olan Kur'an’ın incilerini ortaya çıkaracak olan bir şey lazımdır. Bunu da Kur'an’ın kendisine indirildiği Hz. Peygamber (s.a.v.) yapacaktır. Kur'an’da i'caz ve îcâz vasıfları vardır. Sünnet bu vasıfları haiz olacak mertebeye varamadığı için Kur'an’ı şerh etme makamındadır. Şerhin özelliği: şerh edilenden daha açık, daha tafsilatlı, daha teferruatlı olmasıdır..." Efendimiz (sav) Kur'ân-ı Azîmüşşanı hayatıyla şerh eden tek insandı...
Hâl böyle iken O'nu (haşa) reddedip, mübârek hadis-i şeriflerini arka plana atıp, yahut hiç kabul etmemek Kur'ân-ı Kerim-i anlaşılmaz hâle getirir ki bu da deizmin hatta ateizmin kapılarını aralamaya yol açar.