Çünkü böyle bir haberi inkâr etmek, Peygamberi (asv) inkâr demektir. O da şüphesiz küfürdür, (Ahmed Naim, Tecrid-i Sarîh Tercemesi, Ankara 1976, Mukaddime, s. 102).
Mütevâtir haber, İslâm hukukunda da kesin bir delil olarak kabul edilmiştir. Mecelle'de bu meyanda şu maddeler yer almıştır:
"Tevâtür, ilm-i yakîn ifade eder. Binaenaleyh tevâtürün hilâfına beyyine ikame olunmaz." (Madde, 1733).
"Tevâtürde muhbirlerin aded-i muayyeni yoktur. Ancak akıl, onların kizb üzere ittifaklarını tecvîz etmeyecek mertebede bir cemm-i ğafîr olmaları lâzımdır." (Madde, 1735) (Osman Öztürk, Osmanlı Hukuk Tarihinde Mecelle, İstanbul 1973, s. 407).
Haber-i vâhidin kesin bilgi ifade edip-etmediği ve buna bağlı olarak da onunla amel edilip-edilemeyeceği konusundaki görüşlere gelince, şöyle özetlenebilir:
İslâm âlimlerinin bir kısmı, râvileri âdil (güvenilir) ve senedi Hz. Peygambere (asv) kadar muttasıl (kesiksiz) olan âhâd haberin ilim, yani kesin bilgi ifade ettiğini ve ameli gerektirdiğini kabul etmişlerdir. Bazıları ise "zan* ifade eder" demişlerdir. Zan ifade etmesi, râvilerinde yanılma ihtimalinin bulunması dolayısıyladır. (Talât Koçyiğit, Hadis Târihi, 183-189)
Âhâd haberler kesin bilgi vermezler. Gerekli bilgilerin bulunması halinde bile, sadece zan ve galip zan ifade ederler. Âhâd haberler, küfür ve iman konusunda delil olamazlar. Zira akîdeyi ilgilendiren bir konudaki deliller, zan ifade etmemelidirler. Akâid'te zan geçerli değildir. Âhâd haberler, fıkhi ve ahlâkî konularda amel edilen haberlerdir.
Âhâd haberlerin delil olamayacağını savunan âlimler, genellikle şu ayetleri delil göstermişlerdir:
"Bilmediğin şeyin peşine düşme." (İsrâ, 17/36) ve
"Zan, hakdan hiçbir şey ifade etmez." (Necm, 53/28).
Ayrıca bu görüşü savunanlar ashâbın tek kişi tarafından rivâyet edilen bir haber için genellikle şahid istediklerini ve bazı sahâbelerin tek yoldan gelen haberle amel etmeyişlerini de ileri sürerler. Ama genellikle âhâd yolla gelen haberler kabul edilmiş ve akîde dışındaki konularda amelde delil sayılmışlardır.
Aralarında Ahmed b. Hanbel'in (241/855) de bulunduğu bir grup, haber-i vâhidin kat'iyyet ifade ettiği görüşündedirler. (Âmid, el-İhkâm, I,108) İbn Hazm der ki: "Resulullah'a (s.a.s.) varıncaya kadar hep adil kimselerin rivayet ettiği haber-i vâhid hem ilim* hem de amel ifade eder." (İbn Hazm, el-İhkâm, I, 119).
İslâm âlimlerinin çoğuna göre âhâd haberler zan ifade ettiğinden, itikadî meselelerde tek başına huccet * sayılmazlar. Zira itikatta zannî olmayan kesin delîle itibar edilir. Mâmafih bu görüşte olmayan ve akâîd meselelerinde de, sahîh olmak şartıyla mütevâtir-âhâd farkı gözetmeksizin bütün hadîsleri delîl olarak kabul eden âlimlerde mevcuttur. Ahmed b. Hanbel, İbn Teymiyye, İbn Kayyim (Ali Osman Koçkuzu, İslâm Dininde Haber-i Vâhidin İtikâdî ve Teşriî Yönlerden Yeri ve Değeri, 63) ve İmâm Eş'arî (Ebû Zehrâ, Târîhu'l-Mezâhibi'l İslâmiyye, I, 185) bu kanaattedirler.
Amelî konulara gelince; İslâm âlimlerinin genel kanaatı, bu çeşit haberlerin amelî ve ahlâkî konularda delil olması şeklindedir. Ancak burada en önemli şart, haberin Hz. Peygamber (asv)'den sudûr etmiş olduğunun ve doğru nakledildiğinin tespitidir. Bunun için de, râvisi gereken şartlara haiz olmalı, hadîs her türlü illet ve kusurdan uzak ve hadîs tenkidinin gerektirdiği şartları kendinde toplamış bulunmalıdır. (Koçkuzu, a.g.e., 132)
İmâm Şâfiî ve Ahmed b. Hanbel başta olmak üzere, fakihlerin çoğunluğu haber-i vâhidin sıhhati hakkında, Hz. Peygamber (asv)'den itibaren güvenilir (sika) râvîler tarafından rivayet edilmesinden başka bir şart aramamışlardır. (Ebû Zehv, el-Hadîs ve'l-Muhaddisûn, 282) İmam Mâlik ayrıca, Cumhûr'un ve Medînelilerin büyük ekseriyetinin haber-i vâhid hilâfına hareket etmemiş olmalarını şart koşar. (Ebu Zehv, a.g.e., 281)
İmâm Ebû Hanîfe'nin haber-i vâhidleri kabulü için ileri sürdüğü şartların en mühimleri şunlardır:
1. Mütevâtir ve meşhûr sünnete aykırı olmaması.
2. Kur'an-ı Kerim'in genel hükümlerine ve manası açık ayetlere aykırı olmaması.
3. Herkesin bilmesi ve nakletmesi gereken konularda olmaması.
4. Güvenilir râvîlere muhalefet edilmemiş olması. (Ebû Zehv, a.g.e., 281-282)
Ebû Hanîfe zamanında hadis uydurma hareketi korkunç bir şekilde yayıldığı için o, haber-i vâhidlerle amel etme konusunda ağır şartlar ileri sürmüş, pek titiz davranmış, haber-i vâhidlerin çoğunu reddetmiş, kıyası birtakım hadîslere tercih etmiştir. O bunda mâzûrdur. (Subhi es-Sâlih, Hadîs İlimleri ve Hadîs Istılahları, 266)
Haber-i vâhidin dinde delil olarak kullanılıp kullanılamayacağı hususundaki münakaşaların, Mu'tezilenin zuhuru ile ortaya çıktığı göz önünde bulundurulursa, bu münakaşalarda söz konusu edilen haber çeşidinin sadece bir kişinin haberi olduğunu, aziz ve meşhur denilen haber çeşitlerini bu münakaşaların şümûlü içinde mütalâa etmemek gerektiğini kabul etmek icap eder. (Talât Koçyiğit, Hadis Istılahları, 24)
Hz. Peygamber (asv)'den yapılan her rivayetin tevâtür derecesine ulaşması elbette mümkün değildir. Ona nisbet edilen her haberi tenkid süzgecinden geçirmeden kabul etmek ne kadar yanlış ise, râvîlerin hatası veya yanılma ihtimali var diye, hadîsleri reddetmek de o derece yanlıştır. Bu gerekçe ile hadîsleri bütünüyle reddedenler sapıklığa hatta küfre düşerler. Sahîh hadîsin şartlarını taşıyan âhâd haberler, sadece amelî ve ahlâkî konularda değil, itikâdî konuların açıklanmasında da birer dînî delil sayılırlar.
Selam ve dua ile...
Sorularla İslamiyet