Bu konuda ilk önlemi Efendimiz (asm),
“Kim benim üzerime yalan uydurursa, cehennemdeki yerini hazırlasın.”(1)
sözleri ile bizzat kendisi almış ve sahabenin bu konuda hassas davranmasına sebep olmuştur. Bundan dolayı sahabeler hadis nakli konusunda fazlasıyla itina gösterirlerdi. Örneğin Hz. Ali Efendimiz (ra):
“Ben, size Rasûlullah (sav) Efendimiz’den bir şey söylerken, (öyle dikkat eder, öyle söylerim ki,) gökten yere düş (üp parça parça olmak) benim için, O’nun üzerine yalan söylemekten daha kolaydır” buyururlardı.(2)
Sahabeler, Kur’ân’ın ve âyetlerin muhafazasından sonra, en ziyade Hz. Peygamberin (asm) sözlerinin ve fiillerinin muhafazasına, özellikle de İslami ve imani hükümler ve Hz. Peygamberin (asm) mucizeleri ile alakalı olan sözlerinin ve fiillerinin muhafazasına çalışmışlardır. Hadis ve siyer kitaplarından da görüleceği üzere Allah Resulüne (asm) ait en küçük bir hareketi, bir sözü ihmal etmemişlerdir. Asr-ı Saadette(3), pek çok sahabe Efendimizin (asm) söz ve fiillerini yazıp kaydettiler. Özellikle de Abadile-i Seb’a(4) diye adlandırılan ve bunlardan da özellikle Abdullah ibni Abbas ve Abdullah ibni Amr ibni’l-Âs gibi hadis konusunda manen vazifeli olan sahabeler; iman esasları, İslamiyet'in rükunleri ve Peygamber Efendimizin (asm) mu’cizeleri ile alakalı hadisleri yazarak kaydettiler.
Bu noktada sahabeler fazlasıyla titiz davranmış ve bazen çok iyi bildikleri hadislerin naklinde bile çekinmiş ve söylemek istememişlerdir. Hatta on yıl kadar bizzat Peygamberimizin (asm) yanında bulunan Hz. Enes bin Mâlik (ra) bir gün; “Eğer hatâ ederim endişesi ve korkusu olmasaydı, Rasûl-i Ekrem’den (sav) daha çok şeyler anlatırdım” buyurmuşlardı.(5) Yine aynı şekilde Abdullah ibni Abbas (ra), kendisinden bir hadis rivayet etmeleri istendiğinde çekinir, sıkılır ve nihayet hadisi söylediğinde ise sonunda da; “(Bak, ben hafızamdan bir şey söylüyorum ama bilin ki, Rasûlullah) bunun üç aşağı-beş yukarı veya buna yakın yahut da buna benzer bir şey buyurdu.”(6) şeklinde ikazda bulunmayı da ihmal etmezdi.(7) Benzer bir hadise de Aşere-i Mübeşşere’den yani cennetle müjdelenen on sahabeden birisi olan Hz. Zübeyr İbn Avvâm, o kadar az hadis rivayet etmiştir ki, bir gün oğlu kendisine: “Baba, sen neden hadis rivayet etmiyorsun?” diye sorduğunda: “Bir kelimede bile Rasûlullah’a muhalefet ederim diye ödüm kopuyor. Çünkü O: ‘Benim üzerime yalan söyleyen, cehennemdeki yerini hazırlasın.’ buyurmuştur.” şeklinde cevap vermişti.(8)
Sahabelerden sonra da, Sahabenin yanında yetişen ve Tâbiin olarak adlandırılan binlerce âlimler aynı hassasiyetle sahabeden aldıkları bu hadisleri yazarak veya ezberleyerek kaydettiler. Tâbiinin hadis konusundaki hassasiyeti noktasında bazı örnekler vermek gerekirse; Saîd İbnü’l-Müseyyib’in “gerektiğinde bir tek hadîs için günlerce yol katettiğini, söylemesi”(9); Mesruk İbnü’l-Ecda’nın, “tek bir harfi için bile yolculuk etmesi”(10); Kesir İbn Kays’ın rivayetine göre, Ebu’d-Derdâ’dan tek bir hadîs almak için bir ilim aşığının Medine’den Şam’a gelmesi ve daha pek çok seyahatler, bu konuda örnek olarak verilebilecek misallerdir.(11)
Beş yüz sahâbiyle görüştüğü söylenen ve bir beldeye vardığında: “Beş yüz sahâbi görmüş bir insan geliyor” denen, Abdurrahman İbn Ebî Leylâ:
“Yüz yirmi sahâbi tanıdım ki, bir mescidde aynı anda yüz yirmisi de oturuyor olabilir, kendilerine bildikleri bir şey sorulduğunda hep birbirlerinin yüzlerine bakarlar; konuşurken, ‘Rasûlullah’ın sözlerine bir kelime karıştırıveririm’ korkusuyla başkasının cevap vermesini bekler, kimse cevap vermeyince de nihayet bunlardan biri dişini sıkar ve Allah’a dayanarak, İbn Mes’ud (Ben hafızamdan bir şey söylüyorum, ama bilin ki, Rasûlullah bunun üç aşağı-beş yukarı veya buna yakın yahut da buna benzer bir şey buyurdu.) gibi hatırlatmasıyla rivayette bulunurlardı.” demektedir.(12)
Tâbiinden sonra, başta dört mezhep imamları ve artık hadislerin muhafazası konusunda vazifeli muhaddisler naklettiler, yazıyla muhafaza ettiler. Bu mezhep imamlarından Ahmed ibni Hanbel değişik kanal, değişik sened, farklı metin, yani muhteva aynı olsa bile, sahihi, haseni ve zayıfıyla bir milyon hadîs ezberlediği söylenir ki; kırk bin hadîs ihtiva eden meşhur Müsned’ini üç yüz bin hadîsten seçerek meydana getirmiştir.(13)
Bütün hayatını hadîse, Allah Rasûlü (asv)’ın mübarek sözlerine hasreden Yahya İbn Maîn, mevzû hadîs denilen manası doğru olsa da Efendimize (asm) ait olmayan hadisleri de ezberlerdi. Bir keresinde, Ahmed İbn Hanbel, neden böyle yaptığını sorduğunda: “Yanıma gelen insanlara bu mevzûdur, şu mevzûdur; bunların dışında kalanlardan alabildiğini alırsın derim”(14) cevabını vermişti. İmam Zührî’den Yahya b. Said el Kattan’a, Buharî ve Müslim’den Dârekutnî ve Hâkim’e uzanan çizgide daha dünya kadar hadis ezbercileri yetişti.
Hicretten iki yüz sene sonra, başta Buharî, Müslim gibi hadis âlimleri olmak üzere diğer Kütüb-ü Sitte olarak adlandırılan sahih hadis kitaplarının yazarları hadislerin muhafaza edilmesi vazifesini omuzlarına aldılar. O döneme kadar hadislerin içerisine karıştırılması muhtemel olan mevzu hadis veya kasdi olarak hadisler hakkında şüphe uyandırmak için içlerine karıştırılan sözleri, İbni Cevzî gibi şiddetli binlerce araştırmacılar çıkıp ayıklayıp hadislerin içerisinden çıkardılar.
Bunların haricinde her ne kadar hadis usulünde yer almasa da hadislerin, mekan ve zamanı aşarak yakaza tabir edilen uyku ve rüya arası haller ile bizzat Allah Resulüne (asm) sorulması ve doğruluğunun araştırılması hadiseleri olmuştur. Örneğin büyük imam Celâleddin es-Süyûtî’nin, defalarca Efendimiz’le hem de yakazada görüştüğü nakledilmektedir. Yine, İmam Buhâri, kendi kanallarıyla tespit ettiği her bir hadîs için, abdest alır, iki rekât namaz kılar ve mes’eleyi Efendimizin (asm) mübarek ruhlarına havale eder: “Doğru mu ya Rasûlallah?” der; kendince aldığı bir işarete göre de o hadîsi kitabına kaydederdi.(15)
İşte buna binaen, “Nasıl bileceğiz ki, on dört asırlık uzun mesafeden günümüze kadar gelen, bu hadisler doğrudur?” sorusu hatıra gelmemelidir. (Bediüzzaman Said Nursi' nin, Mektubat isimli eserinden istifade edilerek hazırlanmıştır.)
Dipnotlar:
(1) Buhari, İlim, 38; Müslim, Zühd, 72; Ebû Davûd, İlim, 4; Tirmizi, Fiten, 70; Müsned, 1/70.
(2) Buhârî, İstitâbe, 6; Ebû Dâvûd, Süne, 28.
(3) Peygamberimizin (asm) yaşadığı döneme Asr-ı Saadet denilir. Nedeni ise İslamiyetten önceki bedevi bir kavimden, İslamiyetle şereflenmelerinden sonra en medeni ve faziletli bir toplum meydana gelmiş, iki cihan saadetini kazandıracak iman nimetilyle şereflenmişlerdir. Detaylı bilgi için: http://www.sorularlaislamiyet.com/article/287/asr-i-saadet.html
(4) Abdullah İbn-i Abbas, Abdullah İbn-i Ömer, Abdullah İbn-i Mes'ud, Abdullah İbn-i Ravâha, Abdullah İbn-i Selam, Abdullah bin Amr bin As, Abdullah bin ebi Evfâ (R.A.)
(5) Dârîmî, Mukaddime, 25.
(6) İbni Mâce, Mukaddime, 3.
(7) Bu konuda sahabenin hadis naklinde gösterdiği hassasiyetle alakalı daha pek çok örnek mevcuttur.
(8) Buhâri, İlm, 38.
(9) Zehebî, Tezkiretü’l-Huffaz, 1/56; er-Rihle, s.127-129.
(10) M.Accac el-Hatîb, es-Sünnetü Kable’t-Tedvin, s:178.
(11) Er-Rihle, s.78; İbni Mâce, Mukaddime, 17.
(12) Zehebî, Siyer-u A’lâmi’n-Nübelâ, 4/263.
(13) M.Accac el-Hatîb, es-Sünnetü Kable’t-Tedvin, s:229.
(14) İbn Hacer, Tehzibü’t-Tehzib, 9/49.
sorularla islamiyet