İnsanlık tarihi gösteriyor ki, düşünceleri öldüren güç, dirilten ise haktır. Hakka dayanan, haktan taviz vermeyen, haklılığına haksızlık karıştırmayan, hak davasına meşru yollarla hizmet veren düşüncelerin başı dik, alnı açıktır. “El-Hakku ya’lû velâ yu’lâ aleyh.”
Haklı davaları derinden yaralayan ve sonunda yok olmaya sürükleyen tek bir neden vardır. Hakka dayandığı halde, onunla yetinmeyip güç elde etme kaygısıdır. Oysa, hakkın kendisi tek başına güç olduğu halde bir de ona dışarıdan güç elde ederek hizmet etmek istendiğinde, o hak dava ihlası kaybolduğu için zayıflamaya ve zamanla yok olmaya yüz tutar.
Hz. Peygamber (sav) davasını ilana başladığında, ona, davasından vazgeçme karşılığında yönetime geçme, en güzel hanımlarla evlendirme, mal-mülk ve servet edinme gibi teklifler sunan Mekke yönetimine, “Bir elime ayı, diğer elime güneşi koysanız ben yine de davamdan vazgeçmem!” demiştir.
Hak nurunu, harbî ve dışarıdan vurulan güç söndüremez. Hatta dışarıdan vurulan güç, hak nurunun parlamasına neden de olur. Ancak sinsi ve münafıkane, hile ve desise ile içeriden kullanılan, sapı haktan olan güç balta vurabilir. Bu da hakkı maske edinmekle ve “suret-i Haktan görünmekle” olabilir. Gücün hakka oynadığı en tehlikeli oyun ise, günümüzde, “mal, mülk, servet, banka hesapları, makam ve mevkiler, kırmızı koltuklar, evet efendim, nasıl tensip edersiniz efendim makamlarıdır. Kısacası “iktidar”dır.
İktidar siyasidir ve bizatihi güce dayanır. Gücü olmayan iktidarlar doğru kararlarında da muktedir olamazlar. Doğru iktidar “gücü hakkın hizmetinde kullanmaktır.” Aksi takdirde “hakkı gücün emrine vermek zulümdür.”
Bediüzzaman da “Şeytanın ve siyasetin şerrinden Allah’a sığınırım” sözüyle haksız gücü tel’in ederken, bu yolu açan günümüzün gaddar ve her şeyi kendine alet eden siyasetini de tel’in etmektedir. Çünkü güç en uçta siyasal iktidarla sembolize edilir. Gücü amaç edinen ve gücü davet eden her yol gayr-i meşrudur. Bu nedenle hak bir amaca batıl yolla gidilmez. Gidilse o dava da butlana uğrar.
Haksızlar haksızlıklarıyla ve bozulmuş, haktan uzaklaşmış mizaçlarıyla güç elde etmek için bazen haklıları ve hakperestleri su-i istimal edip alet edebilirler. “Erkek Güzeli Sefil Bilo” tiplemeleriyle ün yapan Yeşilçam filmlerinin ana temasında olduğu gibi, gücü temsil eden bir “ağa” ve ensesi sürekli tokatlanan “saf çocuğu masum Anadolu’nun” çocukları gibiyiz.
İnsan kavgasını verdiği hak davası uğruna mücadele eder. Sonuç önemli değildir. Çünkü hakkın bizatihi kendisi, hem zarf ve hem mazrufuyla temiz, ivazsız, şaibesiz ve parlak olduğu için onun için yaşamak ve mücadele etmek en şerefli bir rütbe ve kazanımdır. En büyük risk ve tehlike ise hak için mücadele ederken, bir şekilde gücü eline geçiren insanların “galip olma tehlikesiyle” karşı karşıya olmalarıdır. Bu tehlike şudur:
İnsan hak uğruna verdiği mücadelede, kavga ettiklerine benzeme tehlikesiyle buluşabilir. Muktedir olunduğunda, kavga ettiklerine benzeyip yok olma tehlikesi de yaşayabilir. Güç elde etmek için kullandığı sistemin kollarında kaybolabilir. İktidar heveslisi ehl-i hakkın en büyük riski de budur. Bugün tenkit ettiğini yarın sen yaparsın; hem de seve seve ve hizmet ediyorum zannıyla…
İşte Bediüzzaman’ı büyük yapan sebeplerden biri budur: Hakkı esas tutması ve hiçbir zaman, hiçbir güce boyun eğmeyip, hak davasını hiçbir batıl ile karıştırmayıp, “istiğna” düsturunu esas tutmasıdır. Çünkü “istiğna” haktaki ihlâsın ta kendisidir. Hatta bizatihi özgürlüktür.
Güç tecavüz etmeye, çevresini kemirmeye, yok etmeye ve yutmaya eğilimlidir. “Kuvvetin şe’ni tecavüzdür.” İktidarın doğası ortaklık istemez. İttifakı reddeder. İlahî adalet hariç, hiçbir beşerî güç adalet tesis edemez. Sadece O’nun olan güç, fani ve zayıflamaya eğilimli zavallı insan tarafından kullanılmaya kalkıldığında, “iştirak ve şirki kabul etmeyen Kâdir-i Mutlak” buna izin vermez. Günahkâr ve adaletsiz beşeri fırçalar, tokatlar ve alınıncaya kadar dersler verir. “Lâ havle velâ kuvvete illa billah’i-l aliyy’il-azîm” zikrini sıkça tekrarlamak ne kadar manalıdır!
Hak ise her türlü hileden ve tecavüzden müstağni olduğu gibi, hakkı tesis etmek, hakka davet etmek ve hakkı ilan etmek için de birliğe ve dirliğe muhtaçtır. “Hak” isminin lazıme-i zaruriyesi olarak kainat “Hak” isminin zamkıyla birlik ve beraberlik üstünde durmaktadır. Çekim gücünün sırrı budur. “Kuvve-i cazibeyi (kıyamete kadar) kuvve-i dafiaya üstün kılan” da budur.” Bundan ibret almak isteyen insan nesli, hakkı tesis etmek isteyen her kademeden yönetimler, iktidarlar, yönetim tarzlarına, aldıkları kararlara, yaptıkları anayasalara milleti bir şekilde iştirak ettirmeli, söz sahibi yapmalıdırlar. Çünkü “Hakkın şe’ni itifaktır.”
Özetle: “Es-selâmu ala men ittebeal-Huda, vel-melâmu ala men ittbeal-hevâ!”