Tarih boyunca yapılan “alim” tabirlerinin en isabetlisinin ne olduğu – bence- bedihi; “Alim, bilmediğini bilendir.”
Hz. Ali'nin (kv) de hikmetli sözü olan beyana, daha başka sıfatları da ekleyebilirsiniz ama bütün o ilave ettiğiniz sıfatların hepsinin muhassalı yine aynı olacaktır: “Kendini ve haddini bilme. “
Yani usuli’d-Din’in haricine çıkmamama; kendi re’yi ile “müşahede” ettiği bir hali, Sünnet ve Kur’an ayetlerininden ayrı tutmamama, - HafazaAllah- üstünmüş gibi zannettirmeme.
Gelen itirazı duyar gibiyim: “Ya o alim kendini öyle biliyor ve gösteriyorsa, ama onun salikleri ‘Şeyh uçmaz, mürid uçurur.’ sözünü pek andıran bir “mihengsiz” hüsn-ü zan içindeyseler, o alim denen şahsın bunda ne suçu olacak ki?”
Hafızamdaki bütün izahları arıyor tarıyorum, ben de böyle bir kabahatı bulamıyorum., “Essebebü kel fa’il” sırrıyla, kabahat o saliklere ait olabilir. Hani Üstad Hazretleri’nin bir beyanı var: “Mübalağa zemm-i zımnidir.” ; “ Mübalağa ihtilalciddir.”
Mübalağalarla şahsı “Hayali Ziyaeddin” halinde takdim edenler bizzat o zata “bühtan” ettiklerinden hem onun kul hakkını sırtlarlar, hem de saptırdığı insanların vebalini. O zaman, Bediüzzaman hazretleri’nin “ Hususi Üstadım” dediği Hz. Ali (KV)nin beyanını açmak gerekiyor.
“Alim bilmediğini bilen ve bilmediği hususları beyan ederek ilan eden kişidir.”
“Peki, maslahat ya da bir zararı def için bilmediklerini ketmedemez mi?” sualini çok duymuşuzdur.
“Hal-i alem”den alınan ders de daime şöyle bir hat çizer zihnimde; Eğer bir kimse bilmediği mevzuları ilan etmiyorsa, yeni nesiller onun her meselede tek selahiyetli bilerek, “Usul” kaynaklarını atlayıp “fırak-ı dalle”den olabilir!
Hele bir de bizim gibi fani o insana bir insanüstülük payesi takıp, onun şahsi, yani “cüz’i” kusuratlarında da bir hikmet var zannıyle taklide kalkarsa ve de – zamanla- öyle inanırsa, manen “sefil” derekesine inebilir ki bu vebalin adını koymada zorlanıyoruz.