Hakikat-i insaniyeyi mütalaa etmek insanı imanın şüphesiz ve vesvesesiz mertebesine taşıyor.
Kainatta uzun bir fikrî seyahat ile ancak ilmelyakîn mertebesinde ulaşılabilen esma ve sıfata bedel insan kendi ayinesinde mütalaa ile imanın hakkalyakîn mertebesine ulaşabilir.
İnsan hakikat-i insaniyeyi vicdanen bilir ve enaniyet-i beşeriyeyi hisseder ve mahiyet-i nefsiyesinin şahididir.
Afakî tefekküre bedel bu enfüsî tefekkür ile imanın yüksek mertebesine ulaşmak veraset-i nübüvvete bakıyor.
Emirdağ Lahikasında Envar Nesriyata göre 146. sahifede yer alan mektubunda Bediüzzaman Said Nursi, Hülasatül Hülasaya bir haşiye olsun dediği parça insaniyet mahiyetinin Cenab-ı Hakkın vücub ve vahdetine delaletine dairdir.
Bu mektubu İşarât-ül İ’caz tefsirinde hamdin manasını izah eden bu parçanın bir şerh ve izahı olarak değerlendirmek mümkün.
Parça budur: “Hamdin en meşhur manası, sıfât-ı kemaliyeyi izhar etmektir. Şöyle ki: Cenab-ı Hak insanı kâinata câmi' bir nüsha ve onsekiz bin âlemi hâvi şu büyük âlemin kitabına bir fihrist olarak yaratmıştır. Ve esma-i hüsnadan herbirisinin tecelligâhı olan herbir âlemden bir örnek, bir nümune, insanın cevherinde vedîa bırakmıştır.
Eğer insan maddî ve manevî herbir uzvunu Allah'ın emrettiği yere sarfetmekle hamdin şubelerinden olan şükr-ü örfîyi îfa ve şeriata imtisal ederse, insanın cevherinde vedîa bırakılan o örneklerin herbirisi, kendi âlemine bir pencere olur.
İnsan o pencereden, o âleme bakar.
Ve o âleme tecelli eden sıfatla, o âlemden tezahür eden isme bir mir'at ve bir âyine olur.
O vakit insan ruhuyla, cismiyle âlem-i şehadet ve âlem-i gayba bir hülâsa olur.
Ve her iki âleme tecelli eden, insana da tecelli eder.
İşte bu cihetle insan, sıfât-ı kemaliye-i İlahiyeye hem mazhar olur, hem müzhir olur.
Nitekim Muhyiddin-i Arabî,
كُنْتُ كَنْزًا مَخْفِيًّا فَخَلَقْتُ الْخَلْقَ لِيَعْرِفُونِى hadîs-i şerifinin beyanında: "Mahlukat yarattım ki, bana bir âyine olsun ve o âyinede cemalimi göreyim." demiştir.”
Öyle anlaşılıyor ki insanın en ziyade mütalaa etmesi gereken kendisidir. Kendi ayinesinde görünen insaniyet mahiyeti ve ene hassasiyeti ve bütün uzuvlarının yeri olan nefsi.
Afakta yapılan tefekkür enfüste tasdik edildiğinde artık hissen ve vicdanen ve şuhuden bir bilmek hâsıl oluyor ki bu bilmek hakkalyakîn derecesinde bir bilmektir. Vesvese ve şüphelerden salimdir.
Tahkiki imanı müntesiblerinin eline veren Risale-i Nur hem âfak hem enfüs ayetlerini beraber okutuyor, tâlim ediyor. Böylelikle insan kainatın bir meyvesi olan mahiyetinde bütün kainatın manalarını mütalaa edebiliyor ve kainatta tecelli edenin kendinde de bitamamiha tecelli ettiğini derk ediyor.
Kainatın şehadetini müşahede ile ilmelyakîn ulaşabileceği bir hakikata kendi ayinesini mütalaa etmekle hakkalyakîn derecesinde ulaşıyor. Kedine şahitlik etmekle kendi ayinesinde görünene şahit oluyor.
Cenab-ı erhamürrahimîn bu kutsî manalardan hissemizi ziyade eylesin...