Hakiki vukuatı kaydeden tarih hakikate en doğru şahittir. Bugün Hakikat üzerinde duracağım. Geçtiğimiz günlerde davet edildiğim bir okulda vermiş olduğum “The Great Idea of Truth= Hakikatın Büyüklüğü” isimli konuşmamın özetini yazacağım. Oradaki konuşma tarih eksenli Mindanao-Filipinler ağırlıklı bir konuşmaydı. Akademisyenlerin iştirak ettiği bu toplantı “Righting History = Tarihin Hakikatı” başlığını taşıyor ve özelde Filipinler genelde sömürgeciler tarafından yalan yanlış, propaganda amaçlı yazılmış olan lehlerindeki tarihin yeniden gözden geçirilmesini içeriyordu. Righting History, dikkat edilirse okunuş itibariyle Writing History ile aynı, yani tarihin yazımı... Biz buna Re-writing History, tarihin yeniden yazımı diyoruz.
Güzellik sanat ile aklımıza bağlandığı gibi, iyilik de insanın şahsiyeti ve hareketleriyle aklımıza bağlanır, hakikat ise ilim ile bağlıdır. İnsanlık aleminde gerek fenni bilimler noktai nazarından gerekse felsefe ve dini ilimler noktasından, elde edilmeye çalışılan her malumat hakikatın perdesini aralamaya yönelik bir gayretin tecellisidir.
Günlük konuşmalarımızda dahi bir çok kere “bu işin aslını öğrenelim, bu meselenin hakikatı nedir?” gibi hakikat arayan ifadeler kullanırız.
Bu asırda ise artık herkeste ve herşeyde hakikatı arama hali var. Bu meyl-i taharriy-i hakikat (gerçeği arama arzusu), insaf ve muhabbet ile beraber batı dünyasında bulunan dört hastalığı (Taklit, cehalet, taassup ve kilisenin riyaseti) ve bizde mukabili dört hastalığı (istibdat, ahlaksızlık, kaos ve ümitsizlik) tedavi edecektir. (Hutbe-i Şamiye)
İnsan fıtratına dercedilmiş vicdan gibi bazı hassalarda hakikatı arama meyli had safhadadır. İnsan vicdanı yalan söyleyemez faraza. Vicdanın dışında, vahyin gölgesinden uzak olanların hakikatı aramada kullandıkları bazı yollar vardır bunlardan birisi mesela Skeptisizmdir. Tabir-i diğer ile Şüphecilik. Şüpheci ya ortada ne hakikat ne de yalan olduğunu reddeder, yahut herşey eşit olarak hem hakikat hem yalandır dolayısıyla bizim hakikatı anlamaya ve kavramaya ilmi selahiyetimiz yoktur diye düşünür.
Bunun karşısında duranlar ise insanın hakikatı hem anlama, hem kavrama ve idrak etme ve hem anlatma yani tebliğ etme selahiyetinde olduğunu savunur ve insanın mutlak hakikatı bitamamiha idrak edemese de o hakikatın ucunu yakalayabileceğini düşünürler. Fena ve fani bir Avrupalı bilim adamı olan Freud şüpheciliğin karşısında durmuş ve bu şuphecileri entellektüel anarşist olarak tasvir etmiştir. Asrın vekili Bediüzzaman’da "ben öylelerine anarşist nazarıyla bakıyorum" diyerek bu kısma işaret etmiştir.
Bir diğer yol İzafiyettir (relativism). Görecelik de denir. Bu anlayışa göre, birilerine göre hakikat olan başkalarına göre yalan olabilir. Belli bir bölgede hakikat olan bir başka yerde yalan olabilir yahut öyle algılanabilir. Yahut zamanın belli bir diliminde hakikat olan bir başka zaman diliminde yalan olabilir.
Bunun karşısında duranlar hakikatin objektif olduğunu yani nesnel olduğunu, subjektif olmadığını, yani öznel olmadığını yani kişilere, zaman ve zemine göre değişmeyip mutlak ve sabit olduğunu iddia ederler.
Üçüncü bir yol ise pragmatizmdir. Faydacılık da denilir. Hakikat bize günlük hayatımızda yardım edecek, yol gösterecek meyveler taşıyorsa hakikattır. Hakikat bizim düşünce sistemimize göre şekillenir, biz hakikate göre şekillenmeyiz. Bunun karşısında duranlar da hakikatın hatırı yüksektir hiçbir duruma ve kişiye feda edilemez derler.
Risale-i Nur izafi yaklaşımları bertaraf ediyor, vahyin hakikatının gurubu olmayan bir güneş olduğunu bütün aleme isbat ediyordu. Ehl-i hakikatı Risale-i Nur’a hayran eden hususlardan birisi de Kur'an'ın evrenselliğine tam ayinedar olmasıdır desek hata etmeyiz herhalde.
Risale-i Nur bu nifak asrında hem ihlası (yapılan herşeyi O'nun izni, O'nun iradesi, O'nun ismi ile O'nun için yapıp O'ndan bilmek) hem sadakati (yapılan herşeyi O'nun izin verdiği gibi, O'nun murad ettiği gibi, O'nun istediği gibi yapmak) ders veriyor ve "Hakkın hatırı her hatırdan alidir, hiç bir şeye feda edilemez" diyerek ehl-i hakikate rehberlik ediyordu.
Risale-i Nurun bu mühim vazifelerini ve bu asırda kendisine biçilen hayati rolü çok kısaca izah ettikten sonra felsefi olarak hakikatın analizine devam ettik:
Şimdi faraza iki cümle kuralım. İki kere iki dörttür. İki kere iki dört değidir. Hepimiz biliriz ki bu iki cümle aynı anda hakikat olamaz. Esasen bu cümlelerden birisi hakikat bir diğeri de yalandır. Eğer bu cümlelerin sarfından yahut duyumundan sonra her iki cümleye de müteveccih zihnimizde bir şüphe, kalbimizde bir tutarsızlık mevcutsa hakikatten (matematiğin hakikatinden) nasibimiz olmadığına delil olur.
Seminerin bundan sonraki kısmında Descartes’in hakikat anlayışını kısaca izah ettik. Spinoza’nın “kainatta hangi şey hakikate hakikatten daha açık ve kesin delil olabilir? Işığın kendisini ve karanlığı açığa çıkardığı gibi hakikatte kendisinin ve doğru fikrin en güzel delilidir” ifadesinin Bediüzzaman tarafından Kur'an'ın hakikatdarlığında nasıl istimal edildiğine değindik.
Entellektüel bir tarih semineri böylece Nurların da anlatıldığı bir ilim meclisine dönüştü. Elbette ki Filipinler ve Mindanao tarihi ile alakalı yazılan bir çok yanlışı da dile getirdik fakat ben daha çok işin felsefi noktası tarafını sizlerle paylaşmak istedim. Seminerin sonunda bana yöneltilen bir çok soru oldu. Bunlardan birisi Relativism- Görecelik ile alakalı idi. “Zaman ve asırlardaki başkalaşım ve gelişim gözönünde bulundurularak hakikatın zaman içerisinde değiştiğini varsayabilir miyiz? Yahut hakikat ebedi midir?” diye sorulmuştu.
Fakir de; Hiç şüphesiz insan bu dünyaya ilim ve dua vasıtasıyla terakki etmeye gönderilmiş ve önüne bu imtihanın sırrı olarak terakkiye matuf nihayet derecede makamat açılmıştır. Telahuk-u efkar sırrıyla da, asırların birbirleriyle fikir alışverişi vardır ve bu medeniyetlerin terakkisinde bir esas kabul edilmiştir. Fakat bu gelişim ve bu değişim insanların zihinleri, hayatları ve halleriyle alakalıdır. Hakikatle alakalı değildir. Mesela dünya düz tabak gibidir fikri eğer yalansa veya yanlışsa dünya başladığından beri yalan ve yanlıştı. Mefhum-u muhalifiyle eğer dünya yuvarlaksa ta hilkatinden beri yuvarlaktı. İnsanların alemlerindeki dünyanın hakiki dünyaya ve onun hakikatine tesiri yok denilebilir. Zaten ilim maluma tabidir malum ilme değil. Eğer derseniz fakat gelecek sene dünyada büyük bir değişiklik olabilir ve dikdörtgene dönüşebilir. Bu imkanatın varlığı benim ilmimdeki yakine zarar vermez.
Mindanao tarihi yeniden yazılacak. Bizler de bu hayırlı çalışmanın bir ucundan tutacağız. Seminerin sonunda okuduğum şiirle yazıma son vereyim,
Appear! We have been waiting for you!
We have been tired of crawling on your way for years!
Be a Moses! Climb to Al-Mighty! Manifest to Sinai!
May darkness be extinguished,and may the light prevail!
İ want but a recreation
Neither illusions nor delusions i want the truth
The truth, the truth, nothing but the truth!
(Çık nerdesin zuhur et! Biz seni bekliyoruz.
Yıllardır yollarında yorgun emekliyoruz...
Musa ol! Hakk'a yüksel! Tecelli et de Tûra.
Zulmet yıkılsın gitsin! Cihan garkolsun nûra!
İstiyorum yeniden bir hilkat istiyorum,
Ne hayal, ne kuruntu hakikat istiyorum.
Hakikat, hakikat, hakikat istiyorum!..)
Osman Yuksel
Not 1- Tercüman değilim, hakikat İstiyorum şiirinin İngilizce hakkını veremedim.
Not 2- Daha sonra yazacağım bir yazı olacak fakat kıymetli okuyucularımızı 8-16 Mayıs tarihleri arasında Filipinler Mindanao Bölgesinde düzenleyeceğimiz
a-Kur'an Hafızları Kongresi, (9-10 mayıs 2011- Zamboanga, Basilan)
b-Risale-i Nur’dan mahalli lisanlara tercüme edilen 5 eserin tanıtım toplantısı. (13 Mayıs 2011, Marawi- Mindanao)
c-Merhum Şehid Hafız Cevdet Baybara Ağabeyin şehadetinin sene-i devriyesi münasebetiyle yapılacak olan hatim ve mevlid programı. (11 Mayıs 2011, Cagayan De Oro)
d-Ayrıca 14 Mayıs'ta Risale-i Nur Yaz Enstitüsü, Devlet Üniversitesinde faaliyete başlayacak bunun da açılışını yapacağız. (14 Mayıs, İligan Mindanao Devlet Üniversitesi)
İrtibat için 0216 328 32 34 nolu telefona yahut msudluu@gmail.com adresine ulaşabilirisiniz.