Bediüzzaman mesleğini hakikat aşkı ve aynı aşkla kainatı yorumlama üzerine kurmuş. Sanatın en ince meselelerinde bütün tabiat ve kainat üyelerini en ince bir adeseyle yorumlaması semavattan, arzdan, yıldızlardan, bulutlara, rüzgara, yağmura, ağaçlara, hayvanlara, çiçeklere, meyvelere kadar bir düşünce asansöründen yükseliş ve çıkışlar yapması talebelerini fiili bir hakikat vadisinde yürütmek istemesindendir. Siyaset ve paralelindeki örgütlenmelere karşı olması bu hakikat meşrebinin kaybolmasını doğuracağından dolayıdır. Bir gün bir talebesi Çanakkale ve İstanbul boğazları hakkında severek ayrıntılı konuşur. O bir süre dinler ve der ki “Boğazlar meselesinde yeter boşboğazlık ettin.”
Fetö’nün Türkiye’de dindarlar ve daha yakınımızdaki insanlara zarar vermesi örgütlenmenin, makam ve itibar görüntülerinin, paranın, debdebenin cazibesinden dolayıdır. İnsanlar bunları görünce hakikat aşkını kaybeder, bir süre sonra da ölçülerini kaybeder adeta bilmeden veya bilerek bir fesat ağının üyesi olur.
Batı sanatında sanatın siyaset ile ilgileri çok irdelenmiş. İngiliz edebiyat doktorası yapmış bir arkadaşın masasında imge veya imaj üzerine bir kitap gördüm. Kitabı aldım ve fotokopi ettirdim. O kitapla tanışmayı bir ayrıcalık ve bir mutluluk olarak gördüm. Bunun nedeni de sanata farklı bakışlarının olmasından dolayıdır. İngiliz edebiyatında görsel imgeler üzerine bir kitaptı.
Yüz yıllar önce Romalı bir heykeltraş İstanbul’a Bizans sanatını özellikle heykellerini görmek için gitmek ister. Ona göre -hakikat da öyledir ya- sanat zamana karşı direnmektir. Bediüzzaman hep alalade gördüğümüz tabiatı öyle bir sanat gözüyle yorumlar ki –pencerelerdeki gibi- en basit otlar ve nebatlar büyük ayrıntılı sanat eserleri durumuna gelir. Böylece Bediüzzaman talebelerinin günlük hayatlarını da, tabiat içindeki hayatlarını da kurtarmaya ve ulvileştirmeye çalışır. İşte Fetö’nün bir zararı da bu insanları ve benzerlerini bu hakikat havariliğinden ve temaşasından alıp hedefi meçhul vadilere götürmek istemesinden dolayıdır.
Bu Romalı heykeltraş Bizans heykellerinin zamana direniş başarılarını seyretmek için gitmek ister. Aynı şekilde Mimar Sinan orduda çalışırken gittiği her ülkede kilise ve cami yapılarını, köprüleri ve taş cinsinden eserleri ayrıntılı takib eder izlenimler edinir.
Bediüzzaman bir sanatçı olarak herşeye ince bir adese ile bakar. Bitmez tükenmez sanat temrinleri yaptırır. Bu ayrıntılı yaşama tarzını bilmeyen insan nerede bir cazibe görse oraya gider. Bir süre sonra da Bedizzaman’ın hakikat havariliği mesleğinden kopar. Etnik örgütlenme de böyle. Bütün hayatında cami cemaati ne kadar örgütlü ise buna örgüt de denmez, aynı şekilde örgüt kelimesinden ve örgütlenmeden kaçar. Kırkıncı Hoca “okullar açmaya gerek yok“ derken onun bu yollarla nereye gitmek istediğini farkeder ama anlamazlar.
Bu yüzden Bediüzzaman’ın hakikatler ve tabiat üzerindeki sanat yorumları çok önemlidir. İnsanı bedenin zorbalığından kurtarır zihnin vadisine çeker, sanatın ve dinin de gayesi budur değil mi?