Bediüzzaman “konuşan yalnız hakikattir “der.
Sonra sıralar başından geçenleri…
29 yıl hapis cezalarını…
Bir mahkemenin bırakıp bir diğerinin yargıladığını ve silsile halinde mahkemeden mahkemeye sürüklendiğini yazar.
Defalarca zehirlendiğini de yazar…
“Görmediği cefa çekmediği ezanın” kalmadığını söyler.
Öz yurdunda en büyük “garip” olduğunu belirtir.
Her türlü hakarete maruz kaldığını da söyler.
Ve bütün bunlara niçin kaderin fetva verdiğini sorgulamaya çalışır.
Neden bu kadar sıkıntılara katlandığının iç muhasebesini yapar.,.
Ve sonra o muhteşem vecizesini söyler: İnsanlar zulmeder, kader ise adalet eder.
Madem kader adalet ediyorsa kadere bu fetvayı verdiren saikleri hesaplar.
Ve sonra suçu kendinde bulur.
Zira savunduğu dava o kadar büyük ki, bu davayı bırakıp bir saliselik de olsa “şahsi kemalatına” çalışmak, kişiye ihsan-ı ilahi tarafından yüklenen misyon üçlüsünde tokat gelebileceğinin gerçeğine varır.
Derken hayatımızın her anında bizi rahatlatabilecek nihai bir düstüru daha bizlere sunar:
“Başımıza gelen birçok musibetin asıl sebebinin aslında kendi hatalarımızdan kaynaklandığını” belirtir.
Böylece hatalarını düzelttikçe Allah’ın inayeti altına girdiğini hissedersin.
***
Evet, sizleri bilmem ama benim hayatımı bu düsturlar an be an kolaylaştırmıştır.
Zira bu düsturlar bana “kaderi tenkit” etmemeyi öğretti.
Ve ardından da tevekkülü kazandırdı.
Böylece her zaman güzel görmeyi kazandırdı.
***
Aslında bu yazıyı bu şekilde yazmayacaktım.
Bu yazıyı yazmaya başlamadan önce içimde büyük fırtınalar kopmuştu.
Peş peşe isyan dalgaları geliyordu.
Çünkü başbakanın eşinin başörtüsünden dolayı GATA’ya alınmadığını öğrenmiştik.
Bu hareket bile insanın isyan etmesine yeterde artardı ama yinede yüzyıllık bir despotizm tünelinden gelen karanlık derelerden, az da olsa ışığın gözüktüğü düzlüğe ulaşmaya çalıştığımız için, yani uzaktan da olsa ışığı gördüğümüz için sineye çekilebilirlik payını vermiştik.
Lakin son meclis kavgasında koskoca Büyük Millet Meclisinin işi böylesine iğrenç bir mecraya sokmaları affedilir cinsten değildi.
Oysa bizim gerek kültürümüzde gerekse dinimizde kadın üzerinden hakaretler yapmak asla yakışmaz.
Kadın namustur.
Değil Büyük Millet Meclisinde en sıradan herhangi bir mecliste bile kadın konuşulmaz.
Mecliste kadın konuşulmaya başlandı mı söz bitmiştir.
Zira herkesin kadını herkesin eşi ve herkesin namusu vardır.
Ne yazık ki bizim koskoca Millet Meclisimizde üstelik Sayın Başbakanın kadını konuşuldu.
Ben şahsen bu harekete bir tabir bulamıyordum.
Yazılacak her kelime konuşulacak her söz mahkemelik olabilecek nitelikteydi.
Aslında bu densizliğin mutlaka münasip bir dille söylenmesi lazımdır.
Lakin bunu söyleyecek merci biz olmadığımız için sadece içimizden buğz ederek meselenin farklı bir boyutunu nazarlara sunmak istiyoruz.
***
Şimdi şöyle düşünün:
Ülkenin gelmiş geçmiş en güçlü iktidarlarından birisinin başbakanısınız.
İçerde ve dışarıda güçlü bir imaja sahipsiniz…
7-8 senedir de bu konumunuzu muhafaza etmişsiniz.
Buna rağmen eşinizin üzerine kapılar kapanacak, bir hasta ziyaretine izin verilmeyecek…
Ve bunu sineye çekmek zorunda kalacaksınız.
Bunun da ötesinde her an topun ağzında olacaksınız.
Ve bu tür şeyler iğrenç bir şekilde polemik konusu yapılacak.
Ayrıca defalarca da suikast teşebbüslerine maruz kalacaksınız.
Bütün bunlar sıradan insanlar için değil ama bir başbakan için hazmedilecek meseleler değildir.
İşte burada bana göre Sayın Başbakanın Bediüzzaman gibi oturup bir iç muhasebesini yapması gerekmektedir.
Belki bunlar bir sonraki aşamalardaki olabileceklere göre çok daha basit ve uyarı cinsinden olaylardır.
Kadere bu fetvayı verdirecek neler yaptığını ya da neler yapmadığının iç muhasebesini yapmalı.
Bulunduğu konumun ilahi adalet nevinde hatalar kaldıracak konum olmadığı aşikârdır.
Şu an ülkemizde tonlarca haksızlığa maruz kalmış masum insanlarımız bulunmaktadır.
Yerel bazda akla hayale gelmeyecek birçok adaletsizlikler yapılmaktadır.
İktidar gücünü sadece kendi şahsi çıkarlarına kullanan birçok kesim bulunmaktadır.
Birçok kurumda iktidar gücünü arkasına almış birçok naehil topluluklar istediği gibi at oynatmaktadır.
Ve her şeyden önemlisi dinimizde “bir insan bir kâinattır” düsturu doğrultusunda ülkemizde (sevgili Hüseyin Yılmazın yazdığı Berivan gibi…) birçok insan inanılmaz zulümlere maruz kalmakta.
Ve işte bütün bunların hepsinin hesabı sayın başbakandan sorulacaktır.
Dolayısıyla başına gelen böylesi musibetleri “konuşan yalnız hakikattir” düsturu doğrultusunda değerlendirip kaderin adalet edebileceğinin hesabını çok iyi yapması gerektiğine inanıyorum.
Evet hakikat susmaz…
Hakikat susmaz
{{member_name}}
{{formatted_date}}
{{{comment_content}}}
YanıtlaYükleniyor ...
Yükleme hatalı.