Hazırlayan: Ali Demirel
Daha dün denilebilecek bir dönemde iman kapısından içeri giren Ebû Süfyân’ın, ilk dönemeçte Huneyn’e çıkıp Tâif’te gözünü bırakması göstermektedir ki artık o, fırsatları değerlendirip hemen her gün iman adına yeni yeni derinliklere yelken açan yepyeni bir Ebû Süfyân’dı.
Hz. Ebu Süfyan’ın Müslüman oluşunun üzerinden yaklaşık yirmi gün geçmişti. Hevâzin yönünden gelen tehditler karşısında Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem) ashabını o tarafa yönlendirmiş ve Mekke’ye saldırı hazırlığı yapan bir problemi daha çözmek için hareket etmişti. Bu hareket, Hz. Ebû Süfyân ve ordusuna karşı değil, artık onun da içinde olduğu iman ordusunun müşriklere karşı bir çıkışını ifade ediyordu.
İmansızlık cereyanına karşı mücadele vermek için Hz. Ebû Süfyân, ilk kez cepheye gidiyor, o güne kadar karşı çıktığı düşünceyle kol kola ve Allah Resûlü ile de omuz omuza cihada gidiyordu. Zira bundan böyle Ebû Süfyân, o güne kadar karşısında kılıç salladığı İslâm’ı müdafaa eden en önemli isimlerden birisi olacaktı. Bir farkla ki, yetmiş yıldır el üstünde tutulup Mekke’de reislik görevini üstlenen Ebû Süfyân, belki de ömründe ilk defa bir er olarak cepheye doğru ilerliyor, liderliğinin gölgesinde o güne kadar göremeyip de kaçırmış olduğu fırsatları, rütbesiz ve sıradan bir nefer olarak yakalamaya çalışıyordu.
EFENDİMİZİ MÜDAFAA EDİYOR
Huneyn’e doğru mesafe alırken ortaya koyduğu tevazu gözlerden kaçmayacaktı; ordunun arkasından yürüyor ve yüklerden düşen kılıç, kalkan, zırh veya diğer eşyayı toplayarak, bir kısmını deveye yüklüyor, diğer bir kısmını da omuzlayıp bizzat sırtında taşıyarak, geçmişini affettirme yolunda yakaladığı fırsatları değerlendirip Hak adına hizmet etmek istiyordu.
Savaş başladığında ise o, Resûlullah’ı müdafaa eden bir aslana dönüşecekti; Huneyn’in bidayetindeki çetin dönemde Efendimiz’in etrafında sebat eden yüz civarındaki insandan birisi de o gün Ebû Süfyân’dı. Hatta böyle bir çözülme karşısında endişesini dile getirerek bu çözülmenin, denize kadar gidebileceğini söyleyip etrafındakilerle bu kaygılarını paylaşmıştı. O gün Ebû Süfyân’ın duyduğu bu kaygılar, aynı zamanda tedbir adına bir uyarı mahiyeti taşıyordu.
Bu esnada Efendiler Efendisi, bineğini mahmuzlayıp düşmanın üzerine sürmüş ve yeniden maya tutacak yeni bir hamle yapmıştı. Savaş bitip de düşmanın hakkından gelindiğinde Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), yaklaşık altı bin civarındaki esirle ilgilenme işini o gün Ebû Süfyân’a verecekti.
CENNETTE BİR GÖZ İSTERİM!
Huneyn’in hakkı verilip de düşman Tâif’e sığınınca Efendiler Efendisi’yle birlikte Ebû Süfyân da oraya yönelmiş ve burada savaşırken onun gözüne bir ok isabet etmişti. Bunca zamandır direnip de karşı çıktığı İslâm’ı müdafaa ederken Ebû Süfyân, şimdi Allah yolunda gazi oluyordu! Akan gözünü avucuna almış, üzülüp acı duyması gereken bir yerde:
- Bu benim gözüm; Allah yolunda feda ettiğim gözüm; bak şehid oldu, diye sevincini etrafındakilerle paylaşıyordu. Onun bu halini gören Allah Resûlü (sallallâhu aleyhi ve sellem), yanına yaklaşacak ve onu iki şey arasında muhayyer bırakacaktı; şöyle diyordu:
- Hangisini istersin; sana dua edip de eski yerine sağlam olarak Allah’ın onu iade etmesini mi, Cennette bir göz mü?
Ebû Süfyân, artık neyi tercih edeceğini iyi biliyordu ve Allah Resûlü’nden bunu duyar duymaz hemen kendini toparlayacak ve:
- Bilakis Cennette bir göz, diye mukabelede bulunarak, nebevî iltifatın kendisi için cennette semere vermesini talep edecek, bunca yıldır hakikati göstermeyen avucundaki gözü yere çalacaktı. (Ümit Kesmez, Fethin Mü’minleri kitabından, s. 139-149)
Daha dün denilebilecek bir dönemde iman kapısından içeri giren Ebû Süfyân’ın, ilk dönemeçte Huneyn’e çıkıp Tâif’te gözünü bırakması ve ardından da böyle bir muhasebe örneği ortaya koyması göstermektedir ki, artık o, sohbet-i nebevîden beslenmeye kendini adamış ve fırsatları değerlendirip hemen her gün iman adına yeni yeni derinliklere yelken açan yepyeni bir Ebû Süfyân’dır.
Bugün