Mehmet Şahin
Adalet-i mahza; tam ve mükemmel adalet, bir ferdin hakkını bütün insanlar için de olsa, feda etmeyen adalet şeklinde tarif edilir. Adalet-i izafiye ise; Küllün selameti için, cüz’ü feda eden adalet tarzı, cemaatin menfaati için ferdi feda eden Adalet şeklidir. Mahz, halis, katkısız, tam gibi manalara gelir.
Buna göre, adalet-i mahza; ‘Tam ve katkısız adalet, mükemmel adalet’ demek olur. Bu adalette hiçbir kimsenin en küçük bir hakkının çiğnenmemesi esastır. Adaletin diğer şubesi olan adalet-i izafiye ise; katkısız ve tam değildir. Zira cemaatin menfaati için ferdin hukukunu nazara almaz. Adalet–i izafiyede, Ehven-i şer esas alınır. Bütün insanların zarara uğraması büyük ve külli bir şer, bu zararın giderilmesi için, bir insanın yahut küçük bir grubun hakkının çiğnenmesi ise, cüz-i bir şerdir. Külli şerden kurtulmak için, cüz-i şerri kabul etmek ise; ehven-i şer ile amel etmektir. Bu da adalet-i izafiyenin esasıdır.
Adalet-i mahzada, bir şahıs kendi rızasıyla hakkından vazgeçmediği müddetçe bütün insanların faydası için de olsa onun hakkı çiğnenemez.
Risale-i Nur'da 15. Mektupta; Hazreti Ali zamanında başlayan muharebelerin mahiyeti sorulduğunda, “Bu muharebe, adalet-i mahza ile, adalet-i izafiyenin mücadelesi olarak” ifade edilir. Hz. Ali'nin adalet-i mahzayı esas kabul edip, o esas üzerine gitmek için içtihat etmiştir. Muarızları ise; adalet-i mahza’nın uygulanmasının müşkül olduğunu düşündüklerinden dolayı; ehven-i şer diye adalet-i izafiyeyi tercih etmişlerdir. "Kim bir kimseyi bir kimseye veya yeryüzünde bozgunculuğa karşılık olmadan öldürürse, bütün insanları öldürmüş gibi olur.” (Maide 32) ayetinin manayı iş’arisiyle “Bir masumun hakkı, bütün halk için dahi iptal edilemez.” Bir fert dahi umumun selameti için feda edilmez. Cenab-ı Hakk'ın nazar-ı merhametinde, hak haktır, küçüğüne büyüğüne bakılmaz, küçük büyük için iptal edilmez. Bir cemaatin selameti için, bir ferdin rızası bulunmadan hayatı ve hakkı feda edilemez. Hamiyet namına rızasıyla olsa o başka meseledir. Mesela; adalet-i mahza’ya göre; bir şahsın rızası olmaksızın, evi istimlak edilemez. Bunun uygulamasında ise; bazen çok büyük zorluklar ortaya çıkar. İşte bu gibi zaruret hallerinde adalet-i İzafiye tatbik edilir. Şahsın hukuku umumun menfaatine feda edilir.
“Adalet-i mahza-i Kur‘aniye, bir masumun hayatını ve kanını, hatta umum beşer için de olsa heder etmez. İkisi nazar-ı kudretle bir olduğu gibi nazar-ı adalette de birdir.” (Risale-i Nur)
Demek oluyor ki; bir insanı yaratmakla bütün insanları yaratmak nasıl ilahi Kudret için fark etmiyorsa; İlahi adalet için de bir insanın hukuku, bütün insanların hukuku kadar kıymetli ve o hukuku çiğneyen bir kimse, bütün insanlara zarar vermiş gibi olur.
22. Mektubun birinci mebhasında, ’eh-i imanı uhuvvet ve muhabbete davet’ meselesinin üçüncü veçhinde, Adalet-i mahza “Hiçbir günahkâr başka bir günahkârın yükünü yüklenmez” (Zümer-7) ayetinin sırrına göre izah ediyor. Bu sefer de bir müminde bulunan sıfatlar analiz ediliyor. “Bir mümindeki cani bir sıfat yüzünden, Sair masum sıfatları mahkum etmek hükmünde olan adalet ve kin bağlamanın ne derece hadsiz bir zulüm olduğu” vurgulanıyor. Yani İslam'ın insanı değerlendirirken, yargılarken, suçlarken, adavet ederken, küserken, ötekileştirirken insaf ve vicdan düsturlularıyla, adalet-i mahzayı uygulaması gerektiği vurgulanıyor. Bu ayette de; ayrıca suçun ve cezanın şahsiliği de anlatılıyor.
Adalet-i mahza kabili tatbik ise, adalet-i izafiyeye gidilmez. Yani gerçek adaletle muamele mümkün ise ehven-i şer seçmek olan adalet-i izafiyeye gidilemez.
Bediüzzaman Said Nursi, diğer alimlerden farklı olarak adalet kavramını da çeşitli anlamlarda kullanmış, derecelendirilmiş, ayetlerle desteklemiş, tevhitle ilişkilendirmiştir. Şahsi hukukun, kul hakkının ehemmiyetini vurgulamıştır. Umumun hakkını ve sınırlarını çizmiştir. Ayrıca uluslararası hukuku da önemsemiştir.
Bediüzzaman, Adaletle Hikmet, Müsavat ile Mizan arasında sıkı bir ilişki olduğuna dikkat çekmiştir. Ona göre, müsavatsız adalet, adalet değildir.
“Evet, adalet iki şıktır. Biri müsbet, diğeri menfidir. Müsbet ise, hak sahibine hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihatası vardır. Çünkü, Üçüncü Hakikatte ispat edildiği gibi, herşeyin istidat lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtrî lisanıyla ve ıztırar lisanıyla Fâtır-ı Zülcelâlden istediği bütün matlubatını ve vücut ve hayatına lâzım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahede veriyor.
“Demek adaletin şu kısmı, vücut ve hayat derecesinde kat'î vardır.İkinci kısım menfidir ki, haksızları terbiye etmektir. Yani, haksızların hakkını, tazip ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise, çendan tamamıyla şu dünyada tezahür etmiyor. Fakat o hakikatin vücudunu ihsas edecek bir surette, hadsiz işarat ve emarat vardır. Ezcümle, kavm-i Âd ve Semud'dan tut, ta şu zamanın mütemerrid kavimlerine kadar gelen sille-i te'dip ve tâziyâne-i tazîb, gayet âli bir adaletin hükümran olduğunu hads-i kat'î ile gösteriyor.”
SONUÇ
Said Nursi, Risale-i Nur külliyatında adalet kavramına farklı açılımlar kazandırmış, adaleti on üç farklı terkiple farklı anlamlarda kullanmıştır. Onun adalet anlayışı, temelde Kur'an'a ve onun uygulaması olan asr-ı saadetteki fiili tatbikatlara dayanır. İslam'ın getirdiği adalet sisteminin yaşanabilir olduğunu savunmuştur. Sureten medeni aslen bedevi olan geçmişte ve günümüzde yaşayan kavimlerin adalet anlayışları ve hukuk uygulamalarının hakiki adaletle örtüşmediğini vurgulamıştır. O, her zaman hakkın hatırını âli tutmuş, hayatını ona göre dizayn ederek, hiçbir hatıra feda etmemiştir. Bunun bedelini de dünyada çok ağır ödemiştir. Adaleti dağıtan kişilerin, şahsi kusur, kin ve nefretlerini ayrı tutarak; adaletin tecelli edeceğini belirtmiş bu kavramı değersizleştirmemiştir. Hakkın, büyüğü, küçüğü, çoğu ve azının olmayacağını vurgulamıştır. Ne toplum için fert, ne de fert için toplumun feda edilemeyeceğini ortaya koymuştur. Suç ve cezanın ferdiliğini savunmuş ve yapılan yanlış uygulamaları ikaz etmiş, karşısında durmuştur. Hülasa Risale-i Nur'daki adalet anlayışı ve prensiplerinin toplumsal hayatta uygulanabilir olması mümkün olduğu takdirde dünya daha da yaşanılacak bir mekan olacaktır.