Önce bazı temel prensipleri hatırlayalım
Kur'an'da "haberi tahkik edin" buyrulur. Hz. Peygamber (asm) "mü'min bir delikten iki kere ısırılmaz" buyurur.
Üstad talebelerini "aldanmaz ve aldatmaz" şeklinde vasıflandırır. Yanılmazlıkta üstüne kimsenin olmadığı, Zübeyir abi "taşkafa" ünvanlı "karşımdakine bir ima bir işaret bir ihtar ederim anlamazsa uzaklaşırım" buyurur.
Ezeli hakikatler tarihi ve kıymeti yüksek antika eserler gibidir. Hakikatperestler gözünden sakınarak geleceğe taşırlar. Bunlar ne devlet malı ne de babamızın malıdır. İnsanlığın ve İslamlığın malı olduğundan hepsinden değerli ve kıymetlidir.
Bu eserler hakikatin hizmetçi ve taşyıcıları tarafından daima, korunur, kollanır, cilalanır, rendelenir, yapıştırılır ve emanete ehil olduklarını ispatlarlar. Böylece hakikatlı toplum ve kadir kıymet bilir millet ünvanını alarak, medeniyet çemberinden bedeviyete yuvarlanmazlar.
Üstad Said Nursi bu yüzden "hakkın hatırı alidir hiçbir hatıra feda edilmez" demiştir... Yine Emirdağ Lahikası'nda, "Bazen bir harfin bir noktanın yanlışı kıymetli bir manayı zayi eder" der.
15 Ekim 2018'de Risale Haber' de yayınlanan "Osmanlıca'dan Latince'ye çevrilen Münazarat'taki deyim farkı" adlı yazıdaki bazı yanlış ve yanlışı anlamalara değineceğiz önce. Öncelikle Risale ve Üstad'la ilgili bir yanlış, bir hata (bilerek bilmeyerek) aleni ve adres vererek düzeltilir. Ama üslubunca ve nazikçe. Çünkü hata yapan bellidir. Bu sebeple açık hataların cevabı açıktır. İma ve işaret, hakkın hatırını kırar ve kişiyi kendi aleminde konuşur hale getirir.
Adı geçen yazıda Münazarat'taki "istahsente zaaverem" ifadesine atıf yapılıyor. Bu ifadede "güzel gördüğün şey veremlidir diye tercüme edilegeldi" diyerek doğrusu, "sevgide, övgüyü hakk etmeyenleri övdün, şişmiş bir adamı semiz ve besili gösterdin" şeklinde olmalıdır' diyor.
Diyorum ki, meçhule konuşmayalım hakikat üzerinde konuşuyoruz; kimler bu yanlışı yapmışsa adres ver hatasını bilsin, düzeltsin, savunsun biz de münazaramızı yapalım! İki, 'istahsente zaaverem' veremliyi beğenip övüyorsun' demektir. Aynı zamanda Arapça şu mecaz/deyimle eş/benzer anlamlıdır. "Hastalıktan vücudu şişip yüzü kızarmış kişiyi güzel görmek." Bu deyimdeki esas nokta, hastalıktan şişen şişmanlayan insanların yüzü kırmızı ve tombuldur. Bu açıdan görünüşte, güzel görünürler ama hastadırlar. Mesela kalp hastaları daha güzel ve elma yanaklıdır.
Münzarat'ta bu söz niye yer alıyor? Üstad İstanbul'dan gelmiştir, insanlar haber sormaktadır. (1909/10) Üstad İstanbul vaziyetini gerçekçi biçimde anlatır. Hükümeti "ahval makinesini."
Durum kötüdür. Ama Üstad, acı gerçek içinde öğrencilerin ümitsizliğe sevk etmez, hükümet merkezine buğz etmelerini (içten içe kızma düşmanlık) de doğru bulmaz.Üstad sevdiğini hakketmese de gıyabında korur kollar gıybet ettirmez!..
İşte tam burda Üstadı dinleyenler bu gerçeği yüzüne söylerler. 'Sen veremliyi (hükümet ve gidişatı) güzel gösteriyorsun.' Üstad burda sükut eder cevap vermez. Çünkü dedikleri doğrudur ama Üstad bunun vurgulanıp burda takılmalarını istemez. Çünkü bu durum 'Türk-Kürt kardeşliğine zarar verdiği' gibi ye's ve çaresizliğe de sepep olacaktır.
Said Nursi ikisini de düzeltmekle görevlidir. Haliyle görünen gerçeği inkar etmez ama kalıcı da kılmaz. "Hüsnü Ta'lil" sanatı yapar. Gerçeği iyiye yorar, yorumlar. Üstad edebi sanatları en zor anlarda hayatın içinde kullanan bir adamdır!.
Bu okuma Münazarat'ın bütününden çıkartılan bir okumadır. (İstihraç ve istinbat.) Sonuç olarak, o deyim böyle uzunca bir açıklamayı gerekli kılar. Bu sebeple ikisi de ne tam doğru ne tam yanlıştır.
Yine Misafir Kalem'deki yazıda "recanın yanlışlıkla rica'ya" çevrildiği yazılmış. Hem reca hem rica aynı anlamdadır. Birçok Osmanlıca Sözlüğe baktım böyle.
Allah rahmet eylesin Abdullah Yeğin abinin Yeni Lügat adlı eserinde hem yazılışı hem manası aynıdır. (bknz s. 577/584.)
Bu eserin ilk defa 1970'de basılırken, Nur'un tüm kurmayları hayattadır ve onların emir ve iştişareleriyle yazılmıştır! Reca biraz zorlama bir telaffuzdur. Aslı reca bile olsa Türkçe gırtlağa göre şekillenip rica olmuştur. (Arapça menarenin minare, Farsça bulbul'un bülbül, gul un gül olması gibi.) Bugün reca demek zorlama İstanbul ağzı konuşmaktır. (Z.Müren ve B.Ersoy böyle telaffuz ediyordu.)
Aynı yazıda, "meleki müvekkel" yanlışlıkla "meleki müekkel-yeyici melek" yapıldı yazılmıştır. Bu iki ifade de aynı anlamlı.
Nitekim 29. Sözün Dördüncü Esası'nda "İşte madem şu mevcudat-ı hariciyenin herbirisinin üstünde birer melek-i müekkel (vekil, melek yiyici değil!) var olmak lazım gelir..." (bknz s, 473) Yine Dördüncü (4.) Esas'ta "İşte küre-i arza müekkel melek dahi..." (bknz s, 474) Ayrıca Osmanlıca Sözlükler'de özellikle. Yeğin abinin Yeni Lügat eserinde de aynı mana ve yazılıştadır. (bknz s, 404 ve 518)
Bu yazıda son olarak aynı yazıda "heme ezo(u)st yanlış olarak hem ost yapıldı" diyor. Doğru ama kim dediyse açıklamak boynumuza borçtur. Diyen de çıksın açıklasın ki gerçek ortaya çıksın. Kendi kendimize konuşmuş olmayalım.
Yine "herçi bad abad" şeklinde doğrusu geçer. (Münazarat). Yazar 'herçi bada bada yapıldı' deyip doğruyu yanlış yazmıştır. Ayrıca hitap adresi olmadığından doğruyı yanlış gösterip kafa karıştırmıştır.
İki laf etmezsek eksik kalır. Konjonktürel bir Osmanlıcılık her alanda aldı başını gidiyor. Bu halde, önce bir gerçeği Risaleden öğreneceğiz veya kıritik edeceğiz. İki, önce kendi lügatlarımızı kullanacağız, karşılaştırmaya burdan başlayacağız. Üç, yeryüzünde söylenmedik söz kalmamıştır acele edip "buldumcuk olmayacağız!"...
Geçelim ikinci önemli hatamıza. Geçenlerde haber olarak geçti. "Sultan Reşat, Said Nursi'nin bir sözü üzerine 19 bin altın verdi." 19 bin altın haberi çok problemli ve tartışmalı. Haber içeriğine bakıldığında, Üstadın eline 19 bin altın sayılmış gibi gösterilmiştir. "Bir sözüne 19 bin altın (eline) verildi" sözünden ne anlaşılır. Altın verilse verilse ele verilir yere verilmez ya! Oysa gerçek 19 (20 bin) altın Liranın tahsis edildiği/ödenek ayrıldığı gerçeğidir.
Üstad Said Nursi, kendisine verilen bin altın Lira ile medresesinin temelini atmış gerisi hazineden çıkmamıştır. Hayatından rahatlıkla çıkartırız ki, bin lira artanı mutlaka iade etmiştir.
Oysa gerçek şu "Ben de dedim ki- ittihatçılara ve Sultan Reşad'a- Öyle ise o yirmi bin altın lirayı şark darül fünununa veriniz.' Kabul ettiler. (Kastamonu Lahikasında 19 bin altın Lira şeklinde geçer.) (bknz s 46).
Ben de Van'a gittim. Ve bin lira ile (1000) Van Gölü kenarında Artemit' te temelini attıktan sonra Harb-i Umumi çıktı; tekrar geri kaldı. (bknz Emirdağ L.2.)
Üstad sadece bin lira kullanmış kalanı ellenmemiştir. Bu günkü mali kelimelerle söylersek 'ödenek serbest bırakılmamış/ aktifleşmemiştir.' Nitekim bu muğlaklık üzerinden müfteri fırsatçılar türemiştir. Bu işin başı Kadir Mısıroğlu'dur. Bu paraları rahmetli bir abinin kullandığı iftirasıdır. Açık mecralarda bu boynuzlu iddia halen dolaşmaktadır. Bu iftiralara Rahmetli Abdülkadir Badıllı abi eser ve yazılarında gereken cevapları vermiştir. (bknz, Mufassal Tariçe-i Hayat 1.cilt s 281)
Üstadın eserlerinde geçen, "put kırdım" ifadesini 'pot kırdım' şeklinde, halen kullanan nur talebesi insanlar gördük ve görüyorum. Oysa 96 senedir (1922'den beri) putkırdım biçiminde yazılmış ve telaffuz edilmiştir. Alçak 15 Temmuz öncesi ve sonrasında, bazı dokunulmaz kutsiler dayanak gösterilerek, 'potkırdım' icat ve iddia edilmiştir. Halbuki, put, Allah' tan gayrı her şeye verilen bir isimdir. (K.Kerim' de Tağut). Ama en çokta insan insan putları vardır.
Tarihteki bazı insanlar puttur put olarak algılanmuştır. (Lat, uzza, Anadolu'da Kıbele, Artemis, Apollo, Jüpiter vd.) İşte Üstadımız bu çeşit bir insan/putunu kırmıştır. Böyle algılanan/putkişilik/kültkişilik muamelesi gören birinin karizmasını, en yakın fedaileri ve seçkin bir topluluk önünde çizip atmıştır. Bu hareketine de haklı olarak 'putkırdım' demiştir. Son günlerin baskı ve pısırıklık ortamında birileri, lügat parçalatıp kavram dansı yaptırarak, üstad 'potkırdı' demişlerdir. Burda basit ve açık bir dini/tarihi/mecazi ve deyim ifade kullanılmıştır. Oysa hem sözlüklerde hem günlük kullanımda potkırmak demek, patavatsızlık yapmak/densiz konuşmak/gaf yapmaktır. Hem hayat gerçekleri, hem kişilik ve karekteri gereği Üstad, azılı bir iman düşmanı karşısında pot değil, putkırmıştır. Hem de Üstad Said Nursi'nin kırdığı sayısı belirsiz putlardan bir puttur bu. Onun parçaladığı ne ilk ne de son puttur bu. (Miran aşireti reisi Nemrut/inatçı ve zalim Mustafa Paşa'dan itibaren say sayabilirsen!)