Vakti zamanı gelince onun da bir "eşi" olacak, o da yalnızlığın girdabından kurtulacak, el üstünde tutulacak, ilgi ve şefkat görecektir.
Münasip bir eşle dünyanın zorluklarına zorluk demeyecek, her işin üstesinden gelecek, kendini daha güçlü hissedecek, kocası ve çocuklarıyla mutlu mesut yaşayıp gidecektir.
Hayal etmenin sınırı yok işte.
Beyaz atlı prens bir türlü çıkıp gelmez. Nerede ne yapıyor bilinmez. Bir yerdedir ama nerededir? Acele etse iyi olacaktır.
Günümüzde, özellikle hanımların yaşı yirmi beşi aşmaya başladığında evlenme kaygısı yavaşça baş gösterir. Otuza doğru kaygı artar. Yaş otuza dayanınca kaygıya bir de üzüntü eklenir.
Kızlardan daha çok da anneler kaygılıdır. Ya kızım "evde kalırsa" kaygısını bazıları içten içe bazıları dillendirerek dert ederler. Anne-babalar, kızlarının ya da oğullarının evlenip ev bark sahibi olmasını, bir yuva kurmalarını, çoluk çocuğa kavuşmalarını istedikleri kadar başka neyi isterler, bilmiyorum. Bu da onların çocuklarını koruma hislerinin bir tezahürü olsa gerek.
Biraz da annelerin teşvikiyle ya da zorlamasıyla hayırlı bir eş için tefriciyeler çekilir. Mübarek gün ve gecelerde hususi dualar yapılır. Eşe dosta haber salınır. Yuşa Hazretleri'ne bir hafta sonu ziyareti yapılır. Hacca, umreye gidenlerden dualar istenir.
Beklenen kısmetten çıt çıkmamaktadır.
Bir, iki, üç, beş kişiyle görüşmeler yapmıştır kız. Ya kızın beğendiğini erkek beğenmemiş, ya erkeğin beğendiğini kız beğenmemiştir.
O sinir bozucu soru sorulmasa yine kızlar idare edip gidecektir. Bayram gezmesinde, ev gezmesinde, konu komşu ziyaretinde, akraba toplantılarında, bilhassa da düğün dernekte, nişan töreninde kendini bilmezin teki o gıcık mı gıcık, o asap bozucu, o gereksiz soruyu hem de herkesin içinde soruverir: "Hâlâ birini bulamadın mı?"
Şimdi bu soruya ne cevap verilir?
Kız içinden sinirlenir: "Hâlâ birini bulamadın mıymış, heh, kolaysa gel sen bul!"
İşin en vahim kısmıysa şudur. Kız farkına varmadan bu soruyla bir yetersizlik ve beceriksizlik hissine mahkûm edilmektedir. Bu sorudaki gizli önerme şudur: "Bu zamanda evleneceğin erkeği sen bulacaksın. Bulamadıysan bu senin beceriksizliğindendir."
Bugün yaşları otuz-otuz beş aralığında azımsanmayacak kadar bekâr kız, "Birini bulamadım, demek ki beceriksizin tekiyim!" diyerek bilerek ya da bilmeyerek kendine eziyet çektirmektedir.
Bekâr kızlar bu soruya o kadar çok muhatap olurlar ki, beceriksizlik ve yetersizlikten değersizliğe doğru bir kayış an meselesidir.
Demek ki, sadece yetersiz ve beceriksiz değildir, ayrıca cazip bir kız değildir, demek ki, kimse onu eş olmaya layık görmemiştir; demek ki, değerli biri değildir, çünkü düzgün bir erkek onu sevmemiştir ya da sevgisine karşılık vermemiştir.
Mesele burada da kalmaz. Otuzunu aşmış bekâr kızlar bu soruyla muhatap olmamak için, annelerinden, akrabalardan, eş dosttan fersah fersah uzaklaşmak, selam sabahı kesmek isterler.
Münasip bir insan bulup bulamamanın ne beceriksizlikle ne yetersizlikle, hele hele sevilmeye değer olmamakla uzaktan yakından ilgisi yoktur. Evlenmek için uygun bir kişinin karşısına çıkıp çıkmaması sadece ve sadece kısmettir.
Ayrıca, arayarak münasip bir eşin bulunduğunu ben pek görmedim, görenin olduğunu da sanmıyorum. Evlilere sorun isterseniz, eşiyle nasıl tanışmış, hiç aklının ucundan bile geçmiş mi o kişiyle evleneceği? Birçoğu, "Kısmet işte, birbirimizi bulduk, Rabb'im ihsan etti bizi birbirimize." diyecektir.
Siz siz olun, "Kısmetinde biri var mı?" gibi daha doğru sorular varken bekâr bir kıza "Hâlâ birini bulamadın mı?" gibi yanlış bir soru sormayın.
(Konuya Zamanın Bedii'nin genç kızlara yazdığı ilginç bir mektupla devam edeceğim inşallah.)
Zaman