Bismillahirrahmanirrahim
Cenab-ı Hak (c.c), Nisâ Sûresi 102-105. ayetlerinde meâlen şöyle buyuruyor:
102-Hem (sen) içlerinde bulunup da onlara namaz kıldırdığın zaman, artık onlardan bir tâife seninle berâber (namaza) dursun; silâhlarını da (yanlarına) alsınlar! Secdeye vardıkları zaman ise hemen (diğer tâife) arkanızda bulunsunlar! Sonra namaz kılmamış olan diğer tâife gelip seninle berâber namaz kılsınlar, hem tedbirlerini hem silâhlarını alsınlar! İnkâr edenler arzu ederler ki silâhlarınızdan ve eşyâlarınızdan gafil olsanız da üzerinize birdenbire baskın yapsalar.
Bununla berâber size yağmurdan bir eziyet olur veya hasta olursanız, silâhlarınızı bırakmanızda size bir günah yoktur. Fakat tedbîrinizi alın! Şübhesiz ki Allah, kâfirler için (pek) aşağılayıcı bir azab hazırlamıştır.(1)
103-(O korku anında) namazı bitirince de, artık ayakta iken, otururken ve yanlarınız üzerine (yatar) iken Allah’ı zikredin! Fakat (korkudan) emîn olduğunuz zaman, artık namazı (bildiğiniz şekilde) hakkıyla edâ edin! Muhakkak ki namaz, mü’minler üzerine vakitleri belirli (bir farz) olarak yazılıdır.(2)
104-Hem (düşmanınız olan) kavmi (tekrar savaşmak üzere) aramakta (toparlanmalarına fırsat vermeden takip etmekte) gevşeklik göstermeyin! Eğer siz acı çekiyorsanız, şübhe yok ki onlar da (sizin) acı çektiğiniz gibi acı çekiyorlar. Hâlbuki (siz, bir üstünlük olarak) Allah’dan, (onların) ümîd etmeyecekleri şeyleri umuyorsunuz. Allah ise, Alîm (kendisinden ne istediğinizi hakkıyla bilen)dir, Hakîm (her işi hikmetli olan)dır.
105-(Habîbim, yâ Muhammed!) Şübhesiz ki biz, bu Kitâb’ı sana hak ile indirdik ki, insanlar arasında Allah’ın sana gösterdiği şekilde hüküm veresin! Hâinler için ise, müdâfaa edici olma!(3)
---
(1)Ashâb-ı Kirâm (radıyallâhü anhüm ecmaîn) bir sefer esnâsında öğle namazını cemâatle kıldıklarında, üzerlerine hücûm edemeyen müşrikler buna çok pişmân olarak: “Eğer ikindi namazını da cemâatle kılarlarsa âniden hücûm eder ve onları toptan imhâ ederiz” diye karar aldıklarında, öğle ile ikindi namazları arasında bu âyet nâzil oldu. (İbn-i Kesîr, c. 1, 431)
(2)“Ey birâder! Benden, namazın şu muayyen beş vakte hikmet-i tahsîsini (bilinen beş vakte ayrılmasının hikmetini) soruyorsun. Pek çok hikmetlerinden yalnız birisine işâret ederiz. Evet, her bir namazın vakti, mühim bir inkılâb başı olduğu gibi, azîm (büyük) bir tasarruf-ı İlâhînin âyinesi ve o tasarruf içinde ihsânât-ı külliye-i İlâhiyenin (büyük İlâhî lütufların) birer ma‘kesi (aynası) olduğundan, Kadîr-i zü’l-Celâl’e (celâl ve kudret sâhibi olan Allah’a) o vakitlerde daha ziyâde tesbih ve ta‘zim ve hadsiz ni‘metlerinin iki vakit ortasında toplanmış yekûnuna karşı şükür ve hamd demek olan namaza emredilmiştir.” (Sözler, 9. Söz, 26)
Ayrıca, beş vakit namazın ehemmiyeti ve usanç vermemesi gerektiği hakkında, bakınız; (Sözler, 4. Söz, 9; Sözler, 21. Söz, 91)
(3)Tu‘me bin Ubeyrık adında bir münâfık, komşusunun zırhını çalarak bir yahudinin evinde saklamıştı. Zırh yahudinin yanında bulununca, yahudi onu kendisine Tu‘me’nin verdiğine dâir yemîn ederek bazı arkadaşlarını da buna şâhid göstermişti. Bunun üzerine Tu‘me’nin yakınları, suçlu olduğunu bildikleri hâlde yalan yere yemîn ederek Peygamber Efendimiz (asm)’dan onu müdâfaa ve berâat ettirmesini taleb etmişlerdi ki bu âyet nâzil oldu. Bunun üzerine Tu‘me, Mekke’ye kaçmış ve orada hırsızlık yapmak için deldiği bir evin duvarı altında kalarak can vermiştir. (Nesefî, c. 1, 362)