Moğolistan Ve Nurlu Müminler Diyarına Sıla-i Rahim-3

Halil KÖPRÜCÜOĞLU

Bayan Ülgey Valisi, bizi, kurban yardımlarımız sebebiyle teşekkür için kabul ettiler. Ziyaretimiz esnasında bu yardımların; imanımız, dinimiz gereği yapıldığını; diğer insanları ve bilhassa müminleri, vücudumuzun azaları gibi gördüğümüzü; “İnsanın en güzel şeylere layık bir varlık olarak yaratıldığını,” buralardaki halin bizi çok müteessir ettiğini anlattık. Risale-i Nur Talebeleri olarak belli yerlerdeki haşin tezahürlerden farklı bir İslami anlayışı taşıdığımızı, güzel ahlakı, insanları iki cihan saadetine taşımayı gaye edindiğimizi ifade ettik. Kendisini Manisa’ya davet ettik. Daha önce Türkiye’ye geldiği, tekrar gelince arayacağını söyledi, söz verdi… Belli konulardaki düşüncelerimizi anlattık. Konuşmalarımızı, bir bayan memur, basın danışmanı veya gazeteci statüsünde bir hanım, kaydetti. Biz de kamera ile çekim yaptık.

Bu perişan ilçede bizim köylerimizdeki hayvan barınakları, samanlıkları çok geride bırakacak binalarda; bankaları, benzin istasyonlarını, market vb.lerini hayretle ve üzülerek gördük. Bediüzzaman’ın 12.Sözde anlattığı hodgâm olmayan, menfaatperestlikten uzak faziletli müminlerin, Ümmet-i Muhammed’i (ASM). sahil-i selamete taşıyan gemilerde HADEME olanların, “Asr-ı salisi asrın, yani 13. asrın minaresinin başında durmuş Müslümanları camiye davet eden…” bir müceddidin çağrısını oralara ulaştırıp; bu insanların imanları kurtarmak, takviye etmek, dünya ve ahiret saadetleri için, biran önce oralara gidip vazife yapmaları, icap ederse hayatlarını ortaya koymaları çok önemli.

Adeta, “Namazımı kılıyem, orucumu tutuyem, ayda bir de Abdurrahman Gaziye gidiyem. Daha ne istisiniz babam….” diyen Erzurum’lu zeki insanların veciz, kinâyeli sözlerindeki muhatapları gibi; dünyevileşmiş, rahatından taviz veremeyen, haftada bir sohbete gidince her vazifeyi yaptığını tevehhüm eden bizim gibilere Allah iz’an versin; Emr-i bil Ma’rufu hakkıyla eda edenlerden eylesin. Amin.

Oralarda, Diyanetin vazifeli Hocaları dışında, Müftü (hoca) unvanlı bazı vazifelilerin arkasında kıldığımız namazları, Kur’an okuyuşlarındaki ciddi eksikliklerden dolayı, iade etmek mecburiyetinde kalınca, üzüntümüz bir kat daha arttı. Oralarda elbette önce imana tahşidat şart ama hemen onun yanında Kur’anın öğretilmesi zaruret. Hem de doğru bir okuyuşla.

120 km’den bir Nur Talebesi ağabey üç öğrencisiyle çadır dershanemize geldi. Program sonuna kadar sohbetleri takip ettiler. Geceleri çadırda kaldılar. Onlara Üstadımızın Sözler mecmuasını hediye ettik. O ağabeyin Türkçe’si de var sayılır. Sohbette tartışmalara katılabildi. Yanındaki talebeler bize harika bir tarzda, İstanbul imamlarının nefasetiyle imamlık, müezzinlik yaptılar. Orada o beyin açtığı İmam Hatip Lisesi statüsünde bir okulda okuyorlarmış. Ben utanarak itiraf ediyorum, onu para için özel okul açmış birisi olarak değerlendirmiştim. Hâlbuki o, belki de otuz kırk milyarlık malını, hayvanını satarak bir iki eski bina satın alıp, bir okul ve yurt yapmış, yaptırmış. Yüz seksen kadar öğrenciyi yatılı okul gibi barındırıyor. Hem de hiçbir maddî şey almadan, meccanen.

Önceleri bir İslamî tasavvuf grubuna ait vakıf tarafından, gönderilen kurbanlar ve maddi yardımlarla bu okulun masrafları karşılanıyormuş. Maalesef, devlet, kız-erkek ayrı sınıflarda okutulamaz diye okulu kapatmak isteyince; okul idaresi, devletin isteğine uymuş, sınıfları birleştirmiş. Ancak bu sefer yardım yapan vakıf, biraz sofilik yaparak yardımını tamamen kesmiş.

Şimdi o okul kapanmak tehlikesiyle karşı karşıya. Bu yıl 180 talebenin bir yıllık et, pirinç, un, şeker, çay, süt ve patates ile ısınma aracı olarak tezek veya odununun temini için bin civarında koyuna, kurbana ihtiyaç duyuyor. Keşke elimizden gelse de oralara yetişsek, kendi talebelerimizden imkân ve fırsat bulup oralara uzanabilsek. Buralarda ara sıra yemek istediğimiz etin, oralarda hayatın ta kendisi olduğunun farkına varabilsek.

Altay’da ta Mısır’a gidip El Ezher’de lise öğrenimini yapan bir genç ile Süleyman Efendinin Kurslarında Kur’an’ı ve İslami İlimleri öğrenmiş bir arkadaşımız da sohbetlere geldi. Hatta bu arkadaşlarımız sohbetlere gelenlerin önce en azından Namaz surelerini daha düzgün hale getirmeleri daha sonra da Tecvitli mükemmel Kur’an öğrenmeleri için vazife aldılar. Ayrıca günlerce Altay’da diğer binada bizlere günde üç öğün yemek yetiştiren, sık sık çay gönderen fedakâr Hanımların da ayrı bir sohbet organizesine başlamalarını plânladık. Başkentte de ikinci bir daire kiralandı. Oraya yeni talebeler, üniversiteliler gidecek inşallah. Biz de elbette maddi ve manevi yardıma ömrümüzün sonuna kadar devam edeceğiz.

Onlar anlatabilmek için valilik diyor. Bizdeki kaymakamlık statüsündeki idari birimlerden birinde (Sum’da) Defterdar veya Malmüdürü statüsündeki bir Beyefendiyle Maymundan Türeme, diğer ifadesiyle yaratılış üzerine bir sohbet, münazara yaptık. Sırayla, önce yaratılış, sonra dört ayaktan iki ayağa geçiş, derken Reenkarnasyon ve Mutasyonlar üzerinde uzun bir fikri münazara sonrası tevhidde, yaratılışta anlaştık. O zata, Moğolca ve Kazakça’ya yapılan R.Nur tercümelerinden hediye ederek Türkiye’ye misafir etmek üzere davet ettik.

Altay’da birkaç gün önce vefat etmiş, derslere de gelen bir zatın çadırda gerçekleşen taziyesine gittik. Orada R.Nurdan 20.Mektuptan hayat ve ölümle ilgili bahisleri oradaki hanım ve erkeklere yüksek sesle okuduk. Manisa’da da cenaze evlerinde ve kabristanlarda okumayı âdet edindiğimiz bu tarzı orada da gerçekleştirdik. İnşallah çok istifadeli oldu.

Bediüzzaman’ın: “Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma. Onlara tezellül edip minnet çekme. Onlara temellük edip boyun eğme. Onların arkasına düşüp zahmet çekme. Onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kâinat birdir. Her şeyin anahtarı Onun yanında, her şeyin dizgini Onun elindedir. Her şey Onun emriyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, korkulardan kurtuldun.”

“…mevti veren O’dur. Yani, hayat vazifesinden terhis eder, fâni dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten âzâd eder. Yani, hayat-ı fâniyeden, seni hayat-ı bâkiyeye alır.” gibi sözleri, insanları sükûnete erdirdi. O bölgenin toplum önderlerinden bir Kazak zat da bizim dersimiz sonrası topluluğa”Bu dersi yapanlar buraya Türkiye’den gelmişler. Ticaret veya gezmek gayesiyle değil bizlere Alah’ı, Peygamberi, İslam’ı anlatmak için gelmişler. Ve bu beyler hoca, müftü falan da değiller. Öğretmen ve esnaf arkadaşlar. Demek din sadece hocalara ait değil. Biz de böyle olmalıyız” dedi. Arkamızdan oraların milli kıyafeti olan ve büyük zatların kullandığı bir kazak cubbe ve başlığını hediye ettiler.

Esasen anlatılması gereken daha önemli bir hâdise daha var. Sezai Tank Bey oradaki başka bir ilçeye gitmişti. Yine jiple gerçekleşen bu uzun yolculuk sonrası yüz-yüz elli kişi seksen yaşlarındaki bir toplum önderiyle karşılama yapıyorlar. O yaşlı zat oradakilerin huzurunda “Biz bu Türklerden kıyamet günü davacı olacaktık. Çünkü İslam’ı bütün dünyaya anlattılar, fakat bizim memleketimize gelmediler. Bizi Kur’an’ın nurundan, insaniyetten mahrum bıraktılar. Allah’ın huzurunda yakalarına yapışacaktık. Madem şimdi onların torunları yıllar sonra da olsa bize Allah’ı Resulullah’ı (asm.) anlatmaya buralara kadar gelmişler, haklarımızı helal ettik, helal ettik” diye ağlayarak yüksek sesle konuşup Sezai Beye cüppe giydirince herkesi ağlatmış.

Dönüş öncesi Tarih ve Moğol Edebiyatı hocası olan bir Moğol Prof. ile Başkent’te dört saat kadar, tartışma, fikri münazara fırsatını da İlhami Bey vasıtasıyla Rabbimiz nasip etti.

“Bütün dinlerin ayni olduğunu ve muhatap olduğu milletlerin durumuna göre bilgiler, emirler geldiğini, hemen hemen ayni şeylerin anlatıldığını ve kendisinin de Budist olduğunu”, söyleyen Prof. beye; biz, “Evet biz de öyle düşünüyoruz, hatta bizim dinimiz diğer peygamberleri kabul etmemeyi imansızlık olarak değerlendirir.” dedik.

Fakat İncil 150 yıl, Tevrat 700 yıl sonra kayda geçmiş. Kur’an ise aslı gibi duruyor. İndirildiğinde ezberlenmiş ve kayda geçmiş. Hz. Osman’ın üzerinde şehit edildiği kanlı Kur’an hâlâ elimizde bulunuyor. Hem İncil ve Tevrat’ın asılları ortada yok. –Bu din mensuplarının kendileri de bu hakikati kabul ediyorlar- Hem de bu dinler sadece belli kavimlere gelmiş, ayrıca temel şeyler dışında ne ticaret hukuku, ne aile meseleleri, ne sosyal hayat hemen hiçbir mesele yok denecek kadar bir halde bulunuyor. Kur’an ise bütün insanlığa gönderilmiş, aslı korunmuş, bütün meselelere ait hükümler var. Taharete ait hükümlerin olması, ne kadar farklı olduğunu ortaya koyması açısından yetmez mi,” diye ilave ettik.

Prof. hemen itiraz etti. İslamiyet mükemmel değildir, dedi. Biz de, “Kur’an ve Sünnetten akla veya ilme aykırı olan bir tek mesele gösterin”, dedik. “Ancak Müslümanlık mükemmeldir de Müslümanlar perişan deseniz, buna katılırız,” deyince, gülerek, “O zaman tamam anlaştık”, dedi. “Fakat İslam’ı, devletler kullanıyor,” diye yeni bir iddia attı ortaya. Bu sefer, “Bediüzzaman Hazretlerinin İslâm’ı, siyasetin dışında bırakmadaki hassasiyetini ve doğrunun da bu oluşunu, İslâm’ın umumun mukaddes malı olduğunu,” anlatınca tekrar geri adım atıp, “Anlaştık”, dedi. Bu sefer de “Ben esasen Budist te değilim”, deyip. “Aydınların, akıllı olanların, Hıristiyanlığı da, Yahudiliği de İslam’ı da sevmediğini…” anlatmaya çalıştı. Biz ona Bediüzzaman’ın “Doğru İslamiyet’i, İslamiyet’teki doğruluğu ef’alimizle izhar etsek diğer dinlerin tabileri fevç fevç İslam’a girerler…..” fikrini, içini doldurarak anlattık. Hatta İnsanlara insanca davranan bir Moğol polis memurunu, ülkemizde rüşvet alan kötü bir memurla mukayese bile etmez; Moğol, fakat ahlaklı olanın yanında yer alırız diye açıklamalar yaptık.

Reenkarnasyon, Mutasyon gibi sapkın fikirlerin zihinleri karıştırması yanında; bilhassa rijit, sert, fevri İslamî davranışlar, yaşayışlar da insanları çok ürkütmüş. “Bir Müslüman’ın vücuduna bombalar sararak Telaviv’de masum Yahudi çocukların otobüsünde patlatmasının cinayet olarak değerlendirildiğini”; “Bir masum insanın öldürülmesinin İslam’a göre bütün kâinatın öldürülmesiyle eşit olduğunu” da anlatınca tekrar geri adım attı.

Buda’nın Allah değil, peygamber olduğunu anlatmaya çalıştı. Halbuki bir Budist Tapınakta, oraların vazifeli hocası anlamındaki Lama, bize Buda’nın İlahlığını (haşa) anlatmaya çalışmıştı. Buda’nın büyük heykelinin yanındaki ikinci orta boy heykeli sorunca da, o Allah(haşa) öldü. Sonra bu ikinci Allah (haşa) geldi gibi mantık dışı sözler söylemişti.

Büyük ihtimalle yaratıcı kavramında muallâklık vardı ki böyle karışık şeyler söylüyorlardı. Prof. yaratılışın “tabiat”(!) tarafından olduğunu söylerken Lama ise, varlıklar “kendi kendine” yaratılır(!) demişti. Lama’ya, tapınak ortamında ibadetlerin(!) yapıldığı bir zeminde olduğumuz için anlatmak imkânı yoktu. Prof. Beye ise, onun nazarında bir propagandacı durumuna düşmemek, ideoloji empoze etmeye, akıl vermeye çalışan durumuna inmemek için cevap veremedik Ancak Moğolca ve Kazakça Tabiat Risalesini bir iki de tercüme Risale-i Nur hediye ederek O’nu Bediüzzaman’ın Risalelerine havale edebildik.

Haftanın belli günlerinde Moğol Üniversitelilerle, belli günlerinde ise Kazak Üniversitelilerle tercüme yoluyla Nurlu Eserlerden okuyup izah etmeye çalıştık. Bir Moğol olan iktisat mezunu Bahtiyar, güzel Türkçesiyle ana dili olan sarih Moğolcasıyla bütün tercümelerde İlhami beyle birlikte çırpınarak yardım etti.

Moğol on yedi genç “Müslüman Moğol Gençler Cemiyeti” kurmaya hazırlanmışlar. Biz bir kültür derneği olmasını rica ettik. Zaman ihtiyaç var dedik. İnşallah onları, hem konferans ve seminerlerle destekleyeceğiz; hem de lüzumlu bilgilerle informe edecek, yardım edeceğiz. Bahtiyar, vatanın cennete dönüşmesi ve milletinin iki cihan saadeti için mütebessim yüzü ve güçlü yüreğiyle, imanı ve iz’anıyla tercümelere ve faaliyete hazır. Türkiye’den maddi manevi dualar bekliyor.

Devletimiz oralarda tam teşekküllü bir hastane açacakmış. Vali bey müjdeledi. Bize arazi tahsis etmişler; mescidiyle, kütüphanesiyle büyük bir külliye inşallah kurulacakmış.

Bizim oralardan ayrılmamızdan 1–2 gün önce yumuşayan hava, bizden hemen bir gün sonra kar ve yağmurla oldukça değişmiş. Soğumuş, çok sertleşmiş. “Allah size acıdı. Lütufta bulundu.” diye telefonla bildirdiler. Bizim gibi altmış bir yaşına merdiven dayamış, günde dört defa insülin yapan, altı-yedi hap yutan, dizleri sakat, topuk dikenli, utanılacak kilosuyla dermanı kesilmiş dedelere acıyan, havayı ayarlayan Allah’a binlerce hamdolsun. Hâ’zâ Min Fazlı Rabbi.

Biz, Sezai Tank kardeşimle, bugünlerde Manisa’da Celal Bayar Üniversitesi İktisat Fakültesinde göreve başlayan Prof. Dr. Bünyamin Duran Beyin Avrupa’da Panellerde uyguladığı ilmi tarza uygun bir usulle, o zeminlerde yaptığımız bütün Risale-i Nur derslerinde önce ölüm hakikatinin sevdiklerimizi yok edişini, bizi de tehdit ettiğini nazara vererek başladık. Risale-i Nur Külliyatından 7.Sözdeki yaralı askerin durumuyla bu girişi destekledik. 6.Sözdeki emaneti sahibini satmanın harika tarzıyla kulluğu ifade ettik. İnsanların ve felsefenin bu dehşetli ölüm hakikatine karşı sadece içki ve sefahatle direnmeye çalıştığını, fakat bu büyük derde sadece göz yumdurabildiğini, çare üretemediğini söyledik.

Bununla beraber temel üç fikre dayanarak kendilerini aldattıklarını, bu fikirlerin yaratılışı sebeplere, tabiata veriş ve kendi kendine oluşa bağlamak gibi 3 temel mana olduğunu söyledik. Daha sonra da Tabiat Risalesi’nden üç kelimenin örneklerinden birer tanesini izahlı okuyarak bu üç batıl fikri çürüttük. Ancak mesela gıda mühendisinin bulunduğu bir zeminde eczane misaline bir de 8–10 malzemeli bir yemeğin yapılışını da ekleyiverdik. Haşir okuduk. Ayetül Kübra’dan ve 33 Pencereden Tevhit meseleleri okuduk.

İki haftadır Manisa’da ve çevre ilçelerde Moğolistan’a bizi götüren Sezai Tank Beyle, arkadaşlarımıza çektiğimiz fotoğraf ve videoları da göstererek, oralardaki Kur’an ve İman Hizmetini anlatmaya çalışıyoruz. Zihnimiz, ruhumuz henüz yaşadıklarımızı hazmedip tasnif edemedi. Heyecan devam ediyor. Ancak enfüsî değerlendirmelerimiz değişti. Daha gayretli olmaya azmimiz arttı.

Cenab-ı Hak bizleri böyle İman ve Kur’an hizmetleri içerisinde yaşatsın, canımızı bu yolda alsın inşallah. Amin.

Yorum Yap
YORUM KURALLARI: Risale Haber yayın politikasına uymayan;
Küfür, hakaret, rencide edici cümleler veya imalar, inançlara saldırı içeren, imla kuralları ile yazılmamış,
Türkçe karakter kullanılmayan ve BÜYÜK HARFLERLE yazılmış yorumlar
Adınız kısmına uygun olmayan ve saçma rumuzlar onaylanmamaktadır.
Anlayışınız için teşekkür ederiz.
Yorumlar (2)
Yükleniyor ...
Yükleme hatalı.